Mimarlığın ortadan yarılmış gibi bir vaziyette olması düşündürücü: Bir tarafta ihyacılar, “aslına uygun yapmacılar”, diğer tarafta modernciler, “yıldız mimarlar”.
Ne tuhaf değil mi? Meydanın bir tarafında bir cami yükselirken tam karşısında Cumhuriyet döneminin simge binası AKM yıkılıyor.
İktidar, siyasetin dışındaki devlet işlemlerinden, işleyişinden destek alır ve onlarsız işleyemez. Bu yüzden iktidarın merkezine yalnızca siyaseti koyarsak, iktidarı anlayamayız.
Eleştiri bir “sökme” tekniği ve mesleki alanın düşünsel, bilişsel alanının bir özelliği olarak görülebilir.
Bilişsel bozulmalar açısından anlamlı bir konu, kültür mirası ya da doğal miras gibi çelişkilerin su yüzüne çıktığı meseleler.
Yukarıdaki satırlar Narmanlı Hanı ile ilgili olarak yazma anında dile gelen kişisel bir hayali yansıtıyor.
Mekanlarla ilişkimiz de fotoğraflarla kurduğumuz ilişkiye benzer: Mekanlar, eşyalar sahiplerinden, kullanıcılarından bağımsız bir şekilde karşımızda dururlar.
Modern olanı imha süreci, tıpkı bir kitap yakma, sanat eserlerini yasaklama hareketi gibi dalga dalga, kademe kademe her alana yayılarak devam ediyor.
68'in sloganı "her şey politiktir!" Cinsellik, insan hakları, sanat, şehir...
Kasimir Malevitch'in 1926 yılında yayınladığı denemenin başlığı Temsil Edilemeyenin Dünyası’ydı.
Mimarlığın modernliğin üretim koşullarında “uygulamalı bir faaliyet” olarak nitelenmesi, kimi zaman inşa edilmesiyle karıştırılmıştır.
Yıkım çağında yaşıyoruz. Belki Bruno Latour’un dediği gibi gerçekte “biz hiç modern olmadık”, böyle bir toplum düzeni gerçekte hiçbir zaman olmadı.
Taksim Topçu Kışlası, Kabataş’taki Martı gibi projeler bir parça biliniyor ve tartışılıyor ama kamunun yaptırdığı binlerce diğer proje pek fazla bilinmiyor.
Çok zaman önce bir toplantıya katılmak için Polonya'ya gitmiştim. Henüz rejim değişikliği yeni gerçekleşmişti.
İnsan dünyayı tasarlayabileceğini, ona biçim verebileceğini zanneden bir hayvan.