Koronavirüs salgınına Antroposen bakış açısıyla yaklaşarak üretilen görsel-mekansal virallik, salgının kendisi kadar tehlikeli olmasın?
İngiltere’deki bu tartışmalar, sosyal konut ya da “herkes için konut” gibi yapılı çevre gündemlerinin, aralarında sömürgecilik, ırkçılık ve emek karşıtı iktisadi politikaların da bulunduğu toplumsal ve politik şiddet tarihlerinden bağımsız ele alınamayacağını hatırlatıyor. İlk bakışta bambaşka bir bağlam gibi görünen Türkiye’deki bir dizi güncel gelişmeyi dert edinenleri tam da bu nedenle ilgilendireceklerdir diye düşünüyorum.
İçinde bulunduğumuz siyaset ortamında, mimarlık mesleğini toplumsal meseleleri merkeze alarak pratiğini geliştiren genç topluluklar yerine, meslek örgütlerinin popülerliğe yönelik tutum içinde olmalarını eleştirmek acaba “keskin bir siyasi tutum” mu olur? Zira, İzmir şubenin de içinde bulunduğu meslek odamızın bir grup şubesi, mimarlık alanından siyaseten keskin söylem üretmeyi sakıncalı buluyor.
16. İstanbul Bienali’nin, doğrudan veya dolaylı yoldan ilişkili olduğu halk sağlığı problemlerini bertaraf etmesi için, asbestli mekanları terk-i diyar eylemesi tek başına yeterli olmayabilir.
Hayatın her alanında hangi amaçla ve nasıl mimarlık yaptığımızı, mimarlık eğitimine nasıl dahil olduğumuzu belirleyen bağlamın farkındalığıyla hepimize gerçek, samimi, çarpıcı, ajite işler kılma cüreti dilerim.
Diyarbakır’da deneyimlediğimiz “yürür-çizer” atölyesi de pek tabii bu risklerden tamamıyla azade değildi. Fakat bu riskleri dikkate aldığını düşündüren özellikleri de barındırıyordu. 30 civarı katılımcısının yer yer birleşerek yer yer ise dağılarak tatbik ettiği bir yöntem olması, bir diğer deyişle ufkunu bireyci bir deneyimle sınırlamaktansa belirli bir kitleselliği mümkün kılması bu anlamda not edilmeli.
Bir mimari proje paftasında insan figürlerinin nasıl kullanıldığının, figürlerin birbirlerinin yüzlerine bakacak, bir topluluk oluşturacak şekilde yerleştirildiğinin fark edilmesi ve bunun üzerinden çıkarımlar yapılması, ancak mimarlık eğitimi dışından bir gözün yapabileceği bir saptama sanırım.
Ne zaman bir mimari proje paftasıyla karşılaşsam, gözüm ilk olarak insan figürlerine yapılan muameleye kayıyor.
Koruma bilgi ve pratik alanının, mimarlık tasarım alanından bu kadar mesafelenmesini, koruma konusunun binanın dış kabuğunun yıkılıp yıkılmamış olmasına indirgenmesiyle ve bu tür bir indirgemenin her türlü çifte standarda çanak tutma potansiyeliyle ilişkili görüyorum.
Mimarların kendi gündemleri yerine muhatapları olan mağdurların “özneleşmesine” öncelik verdiğinde açılan alana dikkat çekmek niyetindeydim.
Sınırlar çizilmesine ve “sınıf”landırma meselelerine duyulan rahatsızlıkların kökeninde, bir çizgi çekme ve bir sınır oluşturma girişiminin üsttenci, katı, kısıtlayıcı ve sınırlandırıcı bir yaklaşım olarak değerlendirilmesinin yattığı görülüyor.
Halkın Planı’na giden süreç, birçok “katılımcı mimarlık” pratiğinde karşılaşılan durumdan epeyce farklı.
Halk için mimarlık yapma iddiasında olan temas ise karşılıklı ve süreklidir. Bir çalışma yapılarak sonucunda mimari ürün üretmek ya da üretmemek ana hedef değildir.
Toplumsal eşitsizlik ve adaletsizliği derinleştirebilme riskinin sadece belirli kavramlara değil dilin kendisine içkin olduğu söylenebilir.
“Kavramsal araştırmalar” ve “kavramların anlamını çoğaltmak” olarak cilalanan yaklaşım bazı durumlarda, anlamların içeriğinin boşaltılması riskini taşıyor.