Hapishane tasarımlarının mimarlığın vitrinine çıkmaya başlaması sadece Türkiye’de değil dünya çapında karşılaşmakta olduğumuz bir durum.
Biz üniversitelerde proje yürütücüleri olarak öğrencilerin hangi yollardan yürüyeceğini belirleyemeyebiliriz, ancak hangilerinden çıkamayacaklarını biliriz.
Zira koruma, toplumların geçmişleriyle yapılı çevre üzerinden ilişkiye geçmelerinin başlıca araçları arasında sayılır. Ancak ana akım yaklaşımlar korumayı genelde anıtsal addedilen binaların muhafazası ve fiziksel olarak güçlendirilmeleri olarak algılar.
"AKM binasının tescil kararının kaldırılması ve özellikle de (bu kadar çalışan, yazan, çizen, konuşan, sunan, kurullarda yer alan uzmanın mesleki ortamlarda varlıkları hissedilirken) sessiz sedasız kaldırılabilmiş olması, AKM’nin yıkılmasından daha spekülatif ve bir o kadar da dehşet verici bir haberdir."
Yaratıcılık -özellikle de teknolojiye dayanan yaratıcılık- gerek arka planında yatan emek süreçleri gerekse gerçekleştirilmesine ön ayak olabileceği gelecek senaryoları babında bireysel-şekilsel değil de kolektif-toplumsal bir olgu olarak yeniden ele alınabilir mi?
Sakarya’daki mimarlık bölümünün iştahlı, meraklı, sorumluluk duygusu gelişmiş öğrencileriyle bu içerikte bir kolektif mimarlık haberi takibi, beni hem çok bilgilendirdi hem de gençliğin inşa edeceği geleceğe dair umudumu korumama katkı sağladı.
Sergiden de aldığım ilhamla, bu yazıda, günümüz sınır mimarlıklarının görünmezliği ve “doğal”lığı üzerine düşünmeye devam etmek istiyorum.
Zincirleme Reaksiyonlar’ın geçen ayki tefrikası, İstanbul’da kentleşmenin doğal alanlara temas ettiği noktalarda yer alan “çitleme” pratiklerinin bu alanları metalaştırdığından bahsediyordu.
Geçen ay, Eray’ın insan ve çevre ilişkisi için verdiği yurtdışı örneklerinden yolla çıkarak, İstanbul’da doğa ve öbür insanlarla bu ilişkileri nasıl sürdürdüğümüzü (veya sürdüremediğimizi) sorgulamak istedim. Ayrıcalığın ve seçkinliğin başkentine hoş geldiniz!
Erkeklik krizinin gezegene olan etkisi keşke yalnızca “doğa ana” benzeri metaforlardan ibaret olsa. Oysa metaforlar maddi gerçeği sadece temsil etmekle kalmayıp üretebiliyorlar da.
Zincirleme Reaksiyonlar köşemizdeki yeni seride Eray ve ben kamusal mekanın doğasını ve bu neoliberal çağda bizim doğayla ilişkimizi sorguladık.
Söz konusu Sinan Logie olduğunda, konunun er ya da geç kaykaya geleceğini bilmeliydim!
Birkaç hafta öncesine kadar Venedik Bienali’nden konuşma lüksümüz vardı. Türkiye’nin yakın zamanda yaşadıklarını düşününce mimarlıktan konuşmak, gerçeklikten kopuk kalıyor.
Sinan Logie geçen ay, bu köşede, Venedik Bienali Türkiye Pavyonu etrafında gerçekleşen tartışmaya binaen, “eleştiriye tahammülsüzlük bir norm halini almış gibi görünüyor” diyordu.
Eray Çaylı’nın Zincirleme Reaksiyonlar’a katkısı, bizleri dijital devrim çağında mimarlık pratiğinin yeni yollarını düşünmeye davet etti.