Fikirtepe’de bir gecekondu mahallesinde yaşayan Kamil’in dönüşüm hikayesini anlatan Saf filmini, yönetmeni Ali Vatansever ile konuştuk. 38. İstanbul Film Festivali'nde "Ulusal Yarışma" ve "Sinemada İnsan Hakları Yarışması" dallarında yarışan Saf, 12 Nisan'da festivalde, 19 Nisan’dan itibaren ise vizyonda olacak.

Elif Sidar Ökdemir: Saf, dünya prömiyerini Toronto Uluslararası Film Festivali’nde yapıp ardından Palm Springs Uluslararası Film Festivali’nde Özel Mansiyon Ödülü aldı. Filmin hikayesini senden dinleyebilir miyiz?
Ali Vatansever: Film, Fikirtepe’de dönüşüm söylentilerinin ortasında gecekonduda yaşayan bir çiftin kendi içsel dönüşüm hikayesini anlatıyor. Kamil, uzun süredir işsiz olduğu için yan mahalleyi dönüştüren inşaat firmasında çalışmak zorunda kalıyor. Kendi mahallelerinin dönüşüm söylentileri başlayınca çalıştığı yeri mahalleliden saklaması gerekiyor ve bir yandan da kendi evini satacak mı, yoksa kalacaklar mı karar vermesi gerekiyor. Saf ile; bu tartışmalar arasında taraf seçmeye çabalayan ve giderek etrafındaki olaylardan dolayı köşeye sıkışan Kamil’in dönüşümünü ve bu dönüşümün sonuçlarıyla eşi Remziye’nin başa çıkmasını takip ediyoruz.

ESÖ: Film aslında tüm bunların yanında Fikirtepe’deki dönüşüm sürecini belgeleyen bir araca dönüşüyor. Fakat filmde dönüşümü yalnızca fiziksel değişimler üzerinden aktarmanın ötesinde, gündelik hayat ve insan hikayeleri üzerinden anlatmak gibi bir tavır var. Hikayeyi nereden, nasıl anlatacağına karar vermenin politik bir tavır olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden bu fikrin nasıl ortaya çıktığını ve senin için neyin tetikleyici olduğunu merak ediyorum.
AV: Saf; temelde kentsel dönüşüme dair bir film değil. Kentsel dönüşüm, mülteci sorunu ve işçi sorunlarının hep beraber yaşandığı belirli bir coğrafya olan Fikirtepe’de hayatta kalmaya çalışan insanların içsel dönüşümünün hikayesi. Aslında asıl soru şu: “Etrafımızda bu kadar büyük ölçekli dönüşümler olurken nasıl saf kalacağız?”

Kentin dönüşmesi benim için bir sonuç. Önce insanımızın dönüştüğünü düşünüyorum. Bu yeni insanın dönüşüme olan arzusunun kenti dönüştürdüğünü gözlemliyorum. Filmin alameti farikası da bu. Tartışmasını bilgi verme, bir fikir savunma ekseninde değil, insan özelinde sürdürüyor. İzleyiciyi bilgiler havuzunda kendine bir saf seçmeye zorlamıyor, aksine bu kutuplaşma halinin anlamsızlığının altını çizmeye çalışıyor.

ESÖ: Saf, film aracılığıyla kendi gerçekliğini üretmek yerine, gündeliğin gerçekliğine tutunarak anlatmaya çalıştığın bir hikaye olmuş. Durumla ne kadar toplumsal bir yerden ilişkilense de öte yandan hikayenin yazılış biçiminin kişisel bir çerçeveden de okunabileceğini düşünüyorum. Örneğin İstanbul Hepimizin gönüllülerinden olduğunu biliyorum. Bu birlikteliğin de, merkezi figürlerden bağımsız olarak yereli odağına alan sivil faaliyetlerin örgütlenmesi ve kent kararlarının ortak alınmasını sağlamak gibi hedefleri var. Bu bilgiyi filmin yanına koyunca çok ilişkili ve tutarlı görünüyor.
AV: Yurt dışında da birisi sordu; “Kente dair ne demek istiyorsun? “Bu benim kendi dönüşüm hikayem. 6-7 yıldır özellikle İstanbul Hepimizin olmak üzere sivil toplumda gönüllülük esaslı çalışıyorum. Senaryoyu yazmak 4 yılımı aldı. Başta ben de kentsel dönüşüme karşı daha serttim. Sahaya indikten sonra fark ettim ki uzaktan tüm süreci bildiğimizi düşünüyoruz. Fakat oradaki insanların dert ve sorunlarından uzağız, aynı soruları sormuyoruz. Orada barınmaya, hayatını idame ettirmeye çalışan insanlar var. Dönüşümü anlamaya çalışıyorsak bunu bilgi ekseninde değil, bilmeme ekseninde tartışmamız gerektiğine inanıyorum. “Ben çözümü biliyorum” demekten ziyade insanların umutlarını, arzularını anlamaya çalışarak ve büyük cümlelerden kaçınarak soruna yaklaşmak gerektiğini gördüm yıllar içerisinde. İnsanların bana, benim de insanlara açıldığım 6-7 senenin sonunda aslında hiçbir şey bilmediğimi anlamamı sağladı bu film. Saf; hiçbir şey bilmemeye doğru yaptığım yolculuğun aslında bir sonucu. Ve bilmemek heyecan verici. Bilmediğini kabul ederek başlamak lazım. Örneğin senin, benim, mahallelinin, sivil toplum kuruluşlarının, iktidarın kentsel dönüşüme karşı önyargıları, sert yargıları var. Herkesin bildiği ve geri adım atmadığı durumda nasıl anlamlı bir tartışma yaratabiliriz ki?

ESÖ: Kamil karakterinin hikayesi tam da bu arada kalmışlığı ve çatışmaları aktararak söylediklerinle eşleşiyor; karakter hem mahalleli olarak dönüşümden etkilenerek içsel bir çatışma yaşıyor, hem de hayatını geçindirmek için emek gücüyle dönüşüm sürecine katkı sağlaması nedeniyle çevresiyle çatışma içinde.
AV: Bence hepimiz bu hayatta kendimize belirli çizgiler çekiyoruz; kendi sahamızda ve temiz kalmayı tercih ediyoruz. Ama bence şehirli olmak kirlenmek demek. Kamil’in de para kazanması ve eviyle ilgili karar vermesi gerek; evini satacak mı yoksa kalacak mı? Bunlar üzerine bir de çeşitli aile sorunları var. Tam da bu yüzden sadece kentsel dönüşümü konu eden bir film anlamlı gelmiyor. Çünkü şehir deneyimi sadece yalın bir kentsel dönüşüm sorunu yaşamak değil. Filmdeki bütün karakterler de kendilerince doğru kararlar vermeye çalışıyor. Hiç kimse iyi olmadığı gibi kötü de değil. Kamile gelince, iyi kalmaya çabalarken içindeki kötülüğü reddettiği için bir yerden sonra bertaraf oluyor. Tam da şu anda bütün dünyada olduğu gibi taraf olmaya itilip, bertaraf olma sürecini yaşıyor.

Filmin açıklamasına bakıldığında kentsel dönüşüm, mülteci sorunu ve iş sorunu var ama aslında soru çok basit: bu coğrafyada her şey üzerimize gelirken nasıl insan kalacağız? Film, Fikirtepe gibi kilit ve özel bir coğrafyadan bahsetmesine rağmen dünyadaki insanların da algılayabileceği zeminde insan kalmanın savaşını veren insanların dönüşüm hikayesi.

ESÖ: Senaryoyu 2012’de yazmaya başladığını ve 4 yıl sürdüğünü söyledin. 2012 yılı Fikirtepe’deki dönüşüm sürecinin başlangıcı. Bölgedeki dönüşüm süreci sistematik olduğu kadar çok aktörlü ve karmaşık mülkiyet ilişkileri nedeniyle parçalı ilerledi. Zamanla orada yaşayanların da beklediği gibi gitmeyen bir sürece dönüştü. Sen bu uzun erimli ve karmaşık süreci nasıl takip ettin, insanlarla doğrudan görüşme şansın oldu mu?
AV: İlk başlarda hikaye Fikirtepe’de geçmiyor, çeperlerde geçiyordu. Köyden gelip şehre yerleşen ve şehirli olmayı öğrenen bir Kamil’i takip ediyorduk. Bir hafriyat sahasında çalışmaya başlıyordu ve orada bir kaza geçirerek dönüşüyordu. Şehir insanı döve döve şehirli olmayı öğretir ya, aslında filmde Kamil’in şehirli olma hikayesini izliyorduk. Daha sonra ben Sulukule ve Fikirtepe’deki gelişmeleri takip ettikçe, hikayeyi çeperlerden merkeze taşıdım. Merkezde olmanın hikayeye getirdiği büyüyü yıllar içerisinde gide gele görebildim. Mülteci sorunu İstanbul’u Fikirtepe’yi etkilemeye başlayınca hikayeye yeni bir katman eklendi. Yani ben gözlemledikçe, insanlarla konuştukça, Fikirtepe dönüştükçe hikaye benimle beraber olgunlaştı.

ESÖ: Hikaye genişlerken Suriyelilerin de gelmesiyle bölgedeki tüm katmanlarının birlikteliklerini ve çatışmalarını anlamaya başlıyoruz. Böylece karakterin kişisel ve çevresiyle olan çatışmalarına topluluklar arası çatışmalar da ekleniyor.
AV: Fikirtepe aslında 60larda 70lerde vatandaşlar tarafından kurulan, 80li yıllarda ise oyları için geçici belgelerin verildiği bir gecekondu mahallesi. 2010larda mahalleli yerinden ediliyor ve boşalan evlere başka bir dezavantajlı grup olan Suriyeliler gelip yerleşiyor. Bir dezavantajlı grup gidiyor, başkaları geliyor. Aslında düzen çark ediyor. Belki 50 yıl sonra oradaki insanlar da dezavantajlı kesim olacaklar. Şehir zaten hareket halinde. Asıl önemli olan bu dezavantajlılık hali insanları birbirine neden yakınlaştırmıyor? Bence film yapan, dünyayı anlamlandırmaya çalışan biri için işin heyecan verici tarafı bu. Nasıl olur da kader birliği içinde olduğumuz insanlara sempati beslemeyiz ve onlar hakkında bu kadar sert bir tavır takınabiliriz?

ESÖ: Aslında herkese baktığı madalyonun öbür yüzünü göstermek gibi.
AV: Evet bu benim için çok anlamlı çünkü benim bir cevabım yok, bilmiyorum ve herkesi bu bilmeme haline itmeye çabalıyorum. Başta bütün bagajları izleyiciye yüklüyor sonra birden elinin altından çekip alıyor. Daha fazla detay verip sürprizi bozmayalım.

ESÖ: Filmin yurtdışı gösterimlerinden sonra tepkiler nasıl? Kentsel dönüşüm sadece Türkiye veya İstanbul’un aşmaya, anlamaya çalıştığı bir mevzu değil; küresel akışlarla, dünya ekonomisi ve politikalarıyla doğru orantılı. Dolayısıyla birçok yerde benzer süreçler hakim. Fakat dönüşüm İstanbul’da son yıllarda git gide hızlanan ve sürekli olarak hem sokağın hem de medyanın gündeminde. Yurt dışında İstanbul'un yaşadığı bu süreçlerden ve etkilerinden ne kadar haberdarlar?
AV: Mesela Toronto’da bir izleyici dedi ki: “Bu film Hindistan’da gösterime girmeli, biz tam olarak bunları yaşıyoruz.” Gelişen ekonomilerde inşaat sektörü önemli bir ekonomik güç olduğu için özellikle gelişmekte olan ülkelerde daha iyi algılanır sanıyordum ama Londra’ya gidiyorsunuz ve biz de bunları yaşıyoruz diyorlar. Bir yerden sonra ülkemiz bizi kendi coğrafyamızın dertlerine o kadar düşürüyor ki herkes ak kaşık, biz değiliz gibi düşünüyoruz. Ama aslında bütün dünya benzer bir dönüşüm krizinden geçiyor. Bu kadar kutuplaşmış dünyanın, bir hikayecinin siyah beyaz yerine grinin bütün tonlarını, milyonlarca rengin büyüsünü tartışmaya açmasını nereye koyacağını ben de bilmiyorum. Şuana kadar ki deneyimimiz izleyiciyi heyecanlandırdığı yönünde. Umarım Türkiye’de de insanlara dokunma, kendi bilgilerimize hapsolmama ve taraf olmanın anlamsızlığına dair bir tartışma yaratabilir film.

ESÖ: Filmin dışından bir soru; Endüstri Ürünleri Tasarımı bölümü mezunusun, mekan ve tasarım pratiklerinin içerisinden gelen biri olarak bu altyapıyı sinema ile nasıl bağdaştırıyorsun? Sinema ve mimarlığın yapma işinin benzer olduğunu savunan, hatta mimarlığın ve sinema yapma biçimlerinin mekan, olay, eylem ve zaman bağlamları nedeniyle birbiriyle benzeştiğini ve birbirini beslediğini düşünen birçok kuramcı var Koolhas ve Tschumi gibi.
AV: Filmi izleyen tasarımcı arkadaşlar, objelere, nesnelere gereğinden fazla anlamlar yükleyen bir yönetmen görecekler ve bu da tasarım geçmişimden kaynaklanıyor. Tasarımı sinemacı olacağımı bilerek okudum ve kaymağını aldım diyebilirim. Sinemaya ve hikayelere tasarım pratiklerinden gelen görselleştirme kabiliyeti ve refleksleriyle yaklaştığımı düşünüyorum. Sinemacı olduktan sonra da tasarımcı adayları ve mimarlık öğrencilerine bu ilişkiyi aktarmak üzerine çalıştaylar yapmaya başladım, mesela karakter yaratımıyla ilgili. Onların arazilerine karakterlerinin gözünden bakmaya davet ediyoruz. Tüm yaratım süreçlerinin ortak ve ayrılan yanlarında besleyici şeyler var. Sonuçları farklı olabilir ama iş yapış pratikleri bağlamında tüm yaratıcı mesleklerin birbirlerinden devralabilecekleri çok fazla şey olduğunu düşünüyorum. Bugünün çok disiplinli düzeni, mimarlığa sinema getirmek, sinemaya mimarlık getirmekten ziyade kategorileri aşıp ortak bir üretim refleksi geliştirmeyi zorunlu kılıyor.

Saf filmi kamera arası görüntüleri, Ali Vatansever
Saf filmi kamera arası görüntüleri

ESÖ: Yaratıcı pratiklerin yapma araçlarının birbirinden ayrışması bu sınırları belirginleştiriyor olabilir. Bu yüzden araçların ve metodolojinin belirli bir düzlemde erimesi alanları daha geçişken ve esnek kılabilir.
AV: Evet, örneğin mimarlık öğrencilerine sunum yapmaya gittiğim zaman dijital hazırlanmış bir mimari görsel açıyorum, bir de bir filmden kare açıyorum. İki görseli yan yana koyduğumuzda da şaşırtıcı bir benzerlik oluyor. Çünkü mimar sadece yapı üretmiyor, orada yaşayacak insan için hikaye üretiyor. Biz de yaşanmış mekan üretiyoruz, aslında aynı iş.

ESÖ: Bernard Tschumi’nin olay mimarlığı derken kastettiği şey tam da bu. Yaşamı, eylemleri, olay örgüsünü kurgulamak ve mekanı bu yöntemle üretmek. Biraz da Tanrı pozisyonunun sınırlarını belirlemeye benziyor, pozisyonu korumak veya kenara bırakmakla ilgili bir seçim yapmayı gerektiriyor.
AV: Hikaye anlatıcısı veya tasarımcı olmanın en büyük açmazlarından bir tanesi bu; karar verici-yaratıcı olma halini bırakıp, kapsayıcı-yaratıcı olabilecek misin? Bir işin, bir kişinin omuzlarında kalmasından ziyade omuz omuza verme cesaretini gösterebilmek mesele. Dolayısıyla tasarımcıların ve sinemacıların tepeden bakan ve muktedir olan bakışının arkaik bir düşünce olduğunu kabul ettirmemiz lazım. 2019’da hala eski reflekslerimizle dünyalar inşa etmek, hikayeler anlatmak yetersiz kalmaya başlıyor. Tüm duvarların anlamsızlığını kabul ederek daha kapsayıcı mekanlar, uzamlar, tasarımlar nasıl inşa edeceğiz tartışmasının şu anda bütün dünyada bir karşılığı var.

ESÖ: Öte yandan da bu uzlaşma zemininin ortak ama ortalama bir düzlem kuracağı için yaratıcı ve yeni olanı engelleyeceğine dair görüşler de var.
AV: Görüyorum ve arttırıyorum. Kamil’in başına hikayede tam olarak böyle bir şey geliyor. Saf olmak aynı zamanda berraklık anlamına gelir ama çok safsın dediğin zaman aptalsın demektir. Burada çok ince bir çizgi var. Karşımızdakinin iyi niyetine inanmak, art niyetsiz yaklaşmak. Aynı zamanda ilkeli olmak ve karşımızdakinden ilkeli tavır beklemek. Bu yüzden günümüzün en saf sorusu; insanlığın bütün bilgisi arkamızdayken ortak bir düşü sıfırdan yaratacağız?

Etiketler: