Cesaretini Çocuklardan Alan Mimarlık

ARZU TÜRK

“Bir şey öğretmeye haddimiz yok fakat etkileşmeye hakkımız var.” diyerek yola çıkan ve iki yıldır projeler üreten yerden yüksek ekibi yaşama, mimarlığa ve insanlara yüklenen tanımlardan, kabullerden sıyrılmaya çalışıyor. Bunu yaparken de bireyin en saf hali olan çocuklarla birlikte projeler üretiyor; onların merak ve cesaretlerini yeni deyimlerle buluşturuyor.

Arzu Türk: Nedir Yerden Yüksek?
Yerden Yüksek: Halimize baksanıza; her ay skandal bir haberle yollara döküleceğimize, oylar sayılıp haritada şüphe senaryolarına girişeceğimize, stüdyoda tasarım süreçlerinin “arkitektonik” hallerinden yakınacağımıza, binlerce kişiye yaka kartı bastırıp günler süren seminerlerle aydınlanacağımıza, manifesto yazıp bırakacağımıza… Kalkmışız çocuklar diye tutturmuşuz, hem de eğitim sistemi artık eskisi gibi değilken!

Öğrenmenin hallerini sorgulamadan tepeden kararlarla aldığımız eğitimin kendisini ya da çok da farklılaşıyormuş gibi alternatiflerini tartışıp, kişisel ve kitlesel tatminlerimiz yerine gelince haz almaya alışığız ya; varsın sorumluluklarımız kalbimizi, kılıflarımız bedenimizi, söylemlerimiz dilimizi aşındırsın dursun!

Peki bunca olan bitenin yanında bu bir kaçış mıdır?

John Zerzan “Gelecekteki İlkel” kitabında şöyle der: “En büyük ‘kaçış’ bile esas olarak yine çarpık güncele hizmet eder. Sennet bu kaçışı ‘psikolojinin burjuva yaşamda giderek artan önemi’ olarak adlandırmıştır ve bu olgu, onun hakim bir din olarak yükselmesine dayanmaktadır. Çünkü psikoloji insanların maruz kaldığı koşullardan bir bütün olarak toplumun sorumlu olduğunu reddetmektedir.”

Kaçmak ile güncele hizmetin tersten okuması salınım ile güncelin kökenine yaklaşmak mıdır? Güncelin kökeni nedir? Güncelin aktörleri kimlerdir, nereden çıkarlar, hangi kodlara sahiptirler? Kodlar nerede başlar, nerede rutinleşir ve güncele ulaşır? Peki salınmak nedir?

Biz Yerden Yüksek olarak kafa patlattığımız sorunların, yani güncel hegemonyanın kökenine, üretildiği yere ve aktörlere salınıyoruz ve fiziksel gücümüz yettiğince tartışmaya çalışıyoruz! Bu aktörler, ilkokul müdür yardımcısından Buggs Bunny ve Çanakkale şiirlerinin iç içe olduğu kiç duvarlara, tebeşirin çıkardığı sesten İstiklal Marşı için sınıfların dizildiği ceplere, cebelleşen çocuklardan önden yatırımcı ailelere, “ya” ile başlayıp “–sa” ile biten cümlelerin sahibi tüm sakındırma ustalarından sınıf öğretmenlerinin not defterlerine, masumiyet arayüzü olarak çocukları kasıtlı-politik istismar unsuru olarak kullanan bilmemne çatısı altındaki yasa koyuculardan tutun da bürokratik aktörlerin poz verme yarışlarına ve daha birçok unsura kadar salınabiliyor!

Kodların rutin üretimini hali hazırda engelleyemesek de, bu sistemin kendisi ile yüzleşebilir, anlık hatalar verdirebilir, kafa karıştırabilir ve boş zaman kavramını karşılıklı öğrenme hallerine dönüştürebiliriz. Bir şey öğretmeye haddimiz yok fakat etkileşmeye hakkımız var dedik ve farklı çalışma biçimleriyle neredeyse iki seneyi bitirdik, tüm deneyimi aktarıp tartışma ortamıyla yeni insanlar tanıdığımız ülke turunu yazın gerçekleştirdik ve bu turda tanıştığımız insanlar ile İstanbul’da dört günlük bir buluşma düzenledik.

Neler yaptığımızın ayrıntısına girmektense niçin yaptığımıza, ortak hissiyatlarımıza değinmek daha iyi olur gibi…

fotoğraflar: yerden yüksek

AT: Çocuklaşmak mıdır mimarlık?
YY: Sadece mimarlık değil birçok alan kendi lineer ilerleyişini çoktan kaybettiler. Bunu birçok disiplinin bir araya gelişi ya da daha havalı kelimesiyle “interdisipliner” olarak sıkça duyuyoruz, esasında bir araya gelişten çok disiplinlerin sınırlarının yok oluşu olarak nitelendirebiliriz. Fakat bu esnek resmin içinde birey olarak eylemin neresinde durduğumuz önemli bir hal kazanıyor. Bunu ilkokul derslerindeki cümle ögeleri bile çok rahat anlatıyor, biz yüklemi olan özneler olarak araçsal bir düşünme pratiğindeyiz. Özne olarak kendi eylemlerimizi belirlersek sözünü ettiğimiz esnek resim bizi bambaşka uzaylara sürükleyebilir; fakat özne olarak eylemlerimiz tartışmaya kapı bırakmayan kabüller, göstergeler ve ortak akıl tarafından yüklenmiş durumda. Tüm bu yüklemeleri reddeden veya yüklerden en arınık birey hali olarak çocukluğu görüyoruz. Tuhaf olanı mimleyen ve yadırgayan bir toplumdan söz edebiliriz. Ortak kabullerin sözde öznelerine karşı tuhaf olanı meşru eden bir süreç bizimki. Çocuklaşmayı şirin, sevimli, tatlı bir resimde görmekten çok nükteli ve politik buluyoruz. Bu yüzden mimarlık değil, her halt o tuhaf zeminde. Bunu Spinozist söylemle “potentia agendi” kavramı çok iyi açıklıyor; fakat bunun farkına varacak hür ve tuhaf özneler bu potansiyeli ortaya çıkarabilir, artık eğitimin ve koşulların çok değiştiğine yaslanan çekinik özneler değil.

AZ: Çocuklarla yaptığınız atölyelerde tecrübe ettiğiniz deneyselliği, doğaçlamayı, hayalgücünü ve üretkenliği “biz”, “mimarlar” nerede kaybediyoruz?
YY: “Biz mimarlar” bize “biz” demekten çok hoşlanıyoruz. “Biz” kavramı esasında kolektif bir ruhu temsil etmiyor, narsistik bir tabandan güç alıyor. Bu toplumun tüm hücrelerinde mevcutken bizim kendimize bahşettiğimiz “biz” olma hali temsil kabiliyeti ve vakıf olunmayan alıntı dizgileriyle vücut buluyor. Sözgelimi Tschumi’nin Manhattan Transcript’ini anlamaya tenezzül bile etmeden bundan konuşabiliyor, cümlelerimizi “karşılıklı bilmeme” tavırlarıyla süsleyebiliyoruz. Üretmeden konuşuyoruz, söylem üretkenliğinin de cıvkını çıkarıp kendimize meşru zeminler yaratıyoruz. Bu bağlamda mimarlar olarak bizim “biz”imiz, diğer bizlerden çok farklı değilse de biz kendi öznemizi daha farklı medyalarla kalabalık hale getirebiliyoruz; fakat özünde yine edilgen kabüllere tosluyoruz. Bunun kaybedilme noktasını bir çocuğun anne sütünden vazgeçirilip kendi üst benliğine erişmeye başladığı ve hazlarına üst benliğinden takaslar yapmaya başladığı aile ve beraberindeki ilkokul/eğitim ortamı olarak tarifleyebiliriz ki keza bu çok sistemli ve lineer biçimde akıp gidiyor. Mimarlar olarak “biz” de çatallanacak olursak, bir tasarım fakültesinde bütün bu katı sürecin kırıldığını görsek de temelde benzer kodlar bizi sadece söylemsel ve temsilsel farklılıklara sahip hale getiriyor. Birey olmanın en organik ve etken hali olarak çocukluğu savunuyor ve saçmalamaların içindeki gizli siyasetin ifşası için çalışıyoruz ama bunu yaparken yine öğrendiğimiz pratiklerden besleniyoruz.

AZ: Günümüzdeki birçok mimari yapıyı “yetişkinlere mimarlık” olarak nitelendirmek mümkün mü?
YY: Bunu Aldo van Eyck’in Kindergarten’ı çocuklara, Nevzat Sayın’ın Lapis Han’ı yetişkinlere… diye ayıramayız. Bir yapının ihtiyaç programında özelleşen istekler dışında belli bir yaş grubuna ya da kitleye özelleşme zorunluluğu yoktur. Bunu noktasal yapılarla eşleştirmek imkansız fakat şöyle diyebiliriz ki “düstur” önemli bir kavramdır. Gerçekleşen birçok uygulamanın veya tasarımın arkasında devasa bir ağ ilişkileri mevcut. Belediyeden koruma kurullarına, mal sahiplerinden mimarlar odasına… Birçok aktör mevcut. Bize “Artık adam oldun.” dediklerinden itibaren yetişkinliğe evrilmeye başladığımızı kabul edersek bu ilkokul sırasından meslek yaşamına kadar farklı eylemlerde yine o düşük yetişkinlikle devam ediyor. Yapılar bitmiş ve kullanılan hallerindeki kütleler olarak zaten herkesin mekanıdır; çocukların da mekanıdır, hamam böceklerinin de… Fakat yapım sürecindeki bozukluklar, pişkinlikler ve tüm “adam olma” halleri bakımından yukarıda söz edilen biçimdeki yetişkin ürünüdürler. Bu bakımdan tüm yapılar herkes içindir fakat birçok yapı süreç bakımından yetişkindir, kirlidir.

Etiketler:

İlgili İçerikler: