Ersen Gürsel: Mimar Olmaya Hazırlık

AYDAN VOLKAN ERSEN GÜRSEL

50 yılı aşkın bir süredir mimarlık pratiğinin içinde olan Ersen Gürsel ile Aydan Volkan'ın yaptığı söyleşi, mimarlığı meslek olarak seçme nedenleriyle dolu geçmişinden işlerinin yıllandığı günümüze dek uzanırken mimarlığın yakın geçmişine de bugünden ve yeniden bakma imkanı sunuyor. Beş sayı boyunca sürecek tefrikanın ilki Gürsel'in eski İstanbul mahallerinde zanaatle iç içe geçen çocukluk yıllarından akademi kapısına doğru uzanıyor.

Aydan Volkan:TMMOB Mimarlar Odası'nın size meslekteki 50. yılınızda vermiş olduğu Mimar Sinan Büyük Ödülü için tebrik ederiz. 50 yıllık mimarlık serüveninizi yayınlardan biliyoruz. Ama mimar Ersen Gürsel'i mimar olmaya hazırlayan mimarlık dışı hayatınızdan bahseder misiniz?

ersen gürsel'in babası şükrü gürsel, haziran 1979, salacak / üsküdar
pervititch haritaları'nda fatih çarşamba

Ersen Gürsel: Neden ve ne zaman mimar olmaya karar vermiştim? Ortaokuldan itibaren başlayan İTÜ’ye gitme hayalimiz vardı. Çünkü o, erişilmesi gereken en üst mertebe olarak düşünülürdü. Sınava girip herhangi bir bölüm yazma zamanına kadar pek üzerine düşünmemiştim. Merak ettiğiniz, bunun altyapısına ilişkin gençliğimde beni etkileyenin ne olduğu. Bütün erkek bireylerin zanaatkar olduğu bir aileden geliyorum. Babam marangoz, bir amcam berber, diğer iki amcam terzi, dayım mimardı. Annem dayımı çok sevdiği için benim de mimar olmamı istemiş olabilirdi. Hepsi mesleklerinin ustalarıydı. İlkokul son sınıftayım. Fatih Çarşamba’da oturuyoruz. Yaz sıcağı, sokakta aylak aylak dolaşıyorum. Sınıf arkadaşlarımdan birini gördüm. Omuzuna asılı bezden heybesiyle bir yere gidiyordu. “Bu saatte nereye gidiyorsun?” diye sormuştum. Drama’daki Kuran kursuna gidiyormuş. Sen de gelsene dedi. Ben şimdi gelemem dedim. Aklıma takılmıştı. Akşam yemek sonrasında babama konuyu açtım. Babam şöyle bir düşündü, anneme seslendi; "Yarın sefer tasına iki kişilik yemek koyar mısın?" dedi. İlkokulda 11 yaşındaydım. Yaz tatillerinde her gün babamın atölyesinde çıraklık eğitimine başlamıştım. Böylece babamın işyerini de ilk kez görmüştüm.

AV: Daha önceki bir sohbetimizden hatırlıyorum; babanızın "Kuran kursuna gidecek kadar boş vaktin varsa, onun yerine atölyeye gel, bana yardım et" dediğini söylemiştiniz.
EG: Evet, hatırlıyorum. Ortaokulda bütün yaz tatillerini babamın marangoz atölyesinde çıraklık yaparak geçirdim. Atölyede mimarların çizdiği resimler üzerinde imalat yapması ilgimi çekerdi. (Babam Rumeli göçmeni, üç yıllık bir eğitim almış.) Atölyesinde her şey projesine uygun, birebir imal ediliyordu. Bu üretim şeklinin, farkında olmadan bende ölçü kavramının oluşmasına katkı sağladığını düşünüyorum. Babam, yatak odası dolabını ayağa kaldırıp kurup, sigarasını yakıp dolabın karşısına geçip baktığında ne düşündüğünü merak ederdim. Dolabın bir sonraki aşamasında ne yapması gerektiğini, varsa eksiklerini kafasında programlıyordu. Bu ustalık zamanla oluşmuş. Bunu matematiksel olmayan, gözlem, akıl ve pratikle oluşan bir alışkanlıkla yapıyordu. O da ustasından öğrenmişti. Müşterilerin çoğu mimardı, onları dinler, çok az konuşurdu, müşterilerine her zaman çok saygılıydı.

AV: Yani siz, babanızın atölyesinde çıraklık yaparken daha mimar olmadan mimarlarla ve onların çizimleriyle tanıştınız.
EG: Evet, pek çok, "mimar tipi"ne tanık oldum. Hoş insanlardı ve babama karşı saygılıydılar. Çizdikleri resimleri bir de sözlü olarak anlatırlardı. "Şükrü Usta" da onları dinler, karşılıklı konuşarak anlaşırlardı. Babam, o küçük atölyede çok büyük işler yapmıştır.

AV: O dönemde İstanbul'da o ölçekte, mimarlarla çalışan marangoz atölyesi sayısı çok değildir diye düşünüyorum. Öyle miydi?
EG: Atölyeler semtlere göre dağılmışlardı. Marangozların iş kapasiteleri sınırlıydı. Makine teçhizatları yeterli değildi. Küçük atölyelerde üretim yapılırdı. Birbirilerini tanırlar, bazen de işleri paylaştıklarını hatırlıyorum. Babamın mimarlarla, mimarların da babamla çalışmayı tercih etmesinin üç sebebi vardı. Birincisi, proje okumasını biliyordu. İkincisi, iş sürecinde müşterilerle diyalog, güven ortamının oluşmasını sağlamıştı. Yaptığı işi öncelikle kendini tatmin etmiş olmalıydı. Kalite bu süreçte oluşuyordu. Üçüncüsü ise, hiçbir zaman hayır demez, çözüm üretmeye çalışırdı. Çok sabırlıydı. Bir işin bedelini ya da artı değerini düşündüğünü sanmıyorum. Güven ortamının oluşması ve sabırlı olmak, babamın çok önemsediğim özellikleriydi.

AV: Size de geçmiş olan özellikler bunlar galiba.
EG: En iyisini elde edene kadar, işi sonuca götürme sabrı, işin kalitesini geliştiren bir süreçti. Burada size bir anımı anlatmak isterim. Babam İstanbul Üniversitesi amfilerinin ahşap işlerini almıştı. Üniversite içinde çalışıyordu. Günün birinde bir telaş! Mimar işlerin kontrolü için gelecekmiş, "Acaba kim, nasıl biri?". Yakışıklı, uzun boylu mimar geldi, işlere şöyle bir baktı, "Tamam" dedi, gitti. "Bütün telaş bunun için miydi?" diye düşündüm. Yıllar sonra akademide öğrenciyim, o mimarın Sedad Hakkı Eldem olduğunu öğrenmiştim. Marangoz tezgahının arkasından büyük bir mimarı görmüştüm. Bu atölye çıraklığım ortaokul sonuna kadar sürdü. Vefa Lisesi'nde okuyordum, sosyal hayatımda değişmeler oldu. Annemin izniyle tiyatroya, müzik dinlemeye giderdik, bunları aynı okulda ve sınıfta okuduğumuz dört arkadaş yapıyorduk. Hafta içi Aksaray, Bakırköy hafta sonları ise Beyoğlu’nda dram, komedi tiyatrolarına... Tiyatro sonrası Beyoğlu’ndan evlerimize yürürdük, Unkapanı Köprüsü'nü geçer, Fatih Camii karşısındaki fırından sıcak poğaçalarımızı alır evlerimize dağılırdık. Yol boyunca oyunu, dekoru, sahne içindeki nesnelerle oyuncular arasındaki ilişkiyi, değişen sahneleri konuşurduk. Yaşadığımız şehri keşfe çıkardık. Pazartesi günü okula hangi yoldan gideceğimiz, cumartesi günü ne yapacağımız hep belliydi. Dolayısıyla yer seçimleri, mekanlarımız hep bu süreç içinde birlikte gelişti. İstanbul Boğazı'nın sonunun Karadeniz’e nasıl açıldığını merak ederdik. Çalışkan ve meraklı öğrencilerdik. Bu da boş zamanlarımızda yaptığımız geziler, çevreyle olan ilişkimizin gelişmesinde bir birikim sağladı. Yaz akşamları dayımla Soğanağa’ya giderdik. (Soğanağa, Aksaray ile Beyazıt arasında bir semt.) Cumhuriyet sonrasında inşa edilen konut binalarının, apartmanların giriş kapılarının büyüklüğü beni çok etkilerdi. Köşe binaların kapı üstlerindeki palas yazılarını hatırlıyorum. Dayımın, amcalarımın, babamın işlerini titizlikle ve güvenle yaptıklarını düşünürdüm. Bu güvenin neyin üzerine inşa edildiğini hep düşünmüşümdür. Yaşamlarını çalışarak sürdürürlerdi. Mesleklerini saygı ve ustalıklarının üzerine inşa etmişlerdi. Özgüvenleri beni etkilemişti. Lise sonlarına doğru bir meslek edinmeyi aklıma koymuştum. Bu mesleğin niteliği özgüvenimi oluşturabilirdi. Hiçbir zaman bana daha fazla para kazandıracak, yaşamımı bu anlamda daha üst seviyeye taşıyacak bir seçim yapmayı düşünmedim. Ayaklarımı yere basacağım bir meslek edinmeliydim.

AV: Dayınızın mimar oluşu, annenizin belki kardeşine öykünüp sizin mimar olmanızı istemesi, babanızın ve amcalarınızın yaptıkları işi iyi yapmak ve bu iyi yapmaya dayalı olan özgüvenleri sizin esasen mimar kişiliğiniz alt kırılımları. Bunun yanı sıra, benim sizde gördüğüm, başarınızın arkasındaki en önemli duygu olduğu düşündüğüm "merak" var. Bunun da ortaokulda, bir kenti merak duygusuyla başladığını görüyoruz. Merak, tıpkı sabır gibi, sizin hayatınızda çok önemli diye düşünüyorum.
EG: İstanbul’da, semtlerinin farklı özellikleri vardı. Örneğin Cağaloğlu, kitap ve kırtasiye dükkanları buradaydı. Dükkanların vitrinlerinde çeşitli kırtasiye malzemeleri kalemler, kitap kapaklarını seyretmek güzel bir tabloydu. Tercüme edilmiş maarif kitapları, dergileri, bir liraya satılan Varlık Yayınları'nın çoğunu okumuştum. Küçük boyuta Amerikan edebiyatı kitapları daha kolay okunabilir, anlaşılır gelirdi. Hikaye ve roman okumanın yaşadığım şehri daha iyi algılamam, çevreyi tanımamda katkıları oldu. Çarşamba gibi eski bir İstanbul yerleşiminde oturmanın, Balat, Eyüp’e Cibali, Fener'e, Patrikhane'ye, Haliç kıyılarına gitmek, yük taşıyan mavnalar, ahşap tekne imalathaneleri, keresteci dükkanlarını görmek tüm o ilginç balık kokulu, yokuşlu, gürültülü dar sokakların oyun alanımız içinde olmasının getirdikleri de bu birikime dahil. İstanbul'un yaşam çevresinin ve yapı kültürünün üzerine konuşabilecek, yazılabilecek mekanlardı. Farkında olmadan da gelen kazanımlarımız oldu.

Etiketler:

İlgili İçerikler: