Eylemle Üretim Arasında: “Piyasaya Karşı Stratejiler” İçin Bir Giriş

LEVENT ŞENTÜRK

Her eylem bir üretimdir, her üretim de bir eylem... Bu yazıda, “üretim” geçen her yere “eylem” yazılabilir. Tarihsel olarak, bireyin üretici gücü üzerinde kurulan tahakkümü ele alalım: Bu, muktedirler için kendi güçlerini üretmelerinin başlıca koşulu olmuştur. Modern bireyin kişisel üretimiyle eylemi ayrı düşünülemez. Mütehakkim olmayan/muhalif üretici gücü diri tutabilmek her zamankinden önemlidir. Sistemin egemen güçlerinin kendi etraflarında seferber ettikleri “üretken” kuvvetler statükodaki konumları için bir araya gelirken, böyle düşünmeyenlerin oluşturduğu toplum, un ufak edilme ve hezimete uğramış olma hissiyle dolar. Bu, post-apokaliptik bir tarihsel uğrakta bulunma, durağanlığın süreklilik kazandığı biçimindeki tespitlerde kendini gösterir. Sistem karşıtı güçler un ufak haldeyse, yapacak ne kalmıştır ve hezimet patolojisinden bir adım ötede ne vardır?

Kum tanelerini artırmak -birkaç kum tanesine dönüşmüş gibi hissedenler, onlarca, yüzlerce, sonra da binlerce kum tanesine dönüşmenin yollarını arar. Toplumu saran ve tüm özgürlük yollarını tıkayan güç toplaşması veya bloğu karşısında, bireysel üretken güçleri maksimize etmek iyi bir yol.

Eylemi dışarıda bırakmayan, eylemsizlik önermeyen; eyleme arka çıkan ve aslında eylemin altlığını oluşturan bireysel üretimlere ihtiyaç vardır. Bu cümleyi, kelimesi kelimesine şöyle de kurabilirdik: Üretimi dışarıda bırakmayan, üretimsizlik önermeyen; üretime arka çıkan ve aslında üretimin altlığını oluşturan bireysel eylemlere ihtiyaç vardır. Eylemin değiştirici gücünü arkasına alan, eylemden bir bellek kaldıracı çıkaran bir üretim patlamasına ihtiyaç vardır. “Eylemden sonra üretim gelir” veya “üretimden sonra eylem gelir” demek, akıl/beden ikiliğine dayanan ahlakçılığı geri getirir.

Kısaca, entelektüel muhalif güçleri, direnci sağlamlaştıran bütün içsel enerjiler, üretimin hammaddesidir. (Nasıl ki eylemin hammaddesidir, üretimin de hammaddesidir.) Bu hammadde, özgürleşmekte kullanılabilecek bütün biçimleri kapsadığı ölçüde, bütüncül bir “üretim” kavramsallaştırması yapılabilir. (Ve de bütüncül bir “eylem”.) Üretkenliği, cinsiyetçi çağrışımlarından da, heteroseksist çağrışımlarından da arındırmak kolay değildir. (Ama kentsel eylemlerde bu gayet iyi başarılabilmektedir.) Egemen üretim ideolojileri, neyin üretim olmadığını, hangi emek biçimlerinin dışlanacağını tanımlar. Tıpkı polis devletinin tanımladığı gibi. Her egemen söyleme, üretici sayılmayan unsurlar içkindir.

Heterosantrik olmayan üretimin bu anlamda iki veçhesi vardır: Potansiyel ve kinetik üretim. (Eylem için de bu ayrım konabilir belki: Potansiyel eylem ve kinetik eylem.)

Bedenlerin potansiyeli çok çeşitli ve ölçüye gelmez olduğu için, potansiyel üretimin kinetiğe dönüşeceği eşik için yasalar koymak isabetsizdir. Örneğin, bir kitap yazabilmek için kaç kitap okumuş olmak gerektiği hem bilinemez, hem de bu yolla üretilen kurallar insanlara genellenemez; biri için geçerli yasa diğeri için anlamsızdır. Potansiyel üretimin hangi yönde kinetik kazanacağı da bilinemez; bir yönden birikenler bambaşka bir yönden yaratıcı enerjilerin oluşmasına sebebiyet verebilir. Zihinsel birikimin psiko-kinetiği öngörülmezliğini korur. Kuvveden fiile “çileci” bir denklem öngörmek alışılmış bir yol olsa da, fiilin bambaşka kuvvelerin oluşumuna etkisi olacağı gerçektir. Dahası “çile” eril ritüellerin en koyu ve sofu olanlarından biridir; dolayısıyla çile çeken bedenin temsili, aldatıcı bir görünümdür. Üretimle eylemin eşitlendiği bir kavramsallaştırmada kuir olan devreye girer.

Bireyin içsel yaratıcı pratiklerinin sayısı sınırlıdır ve bunlar genellikle gevşek dokulu bir bellek oluşturur. Zayıf içsel pratiklere inançla ve çaresizlikle tutunulur; birey nasıl üreteceğine, büyük oranda içsel yaratıcı pratiklerle istemeden karar vermiş olur. Üretimler kısırlıkla, umutsuzluklarla, çıkmazlarla doludur. Çoğu kimse inadı bırakır ve üretebileceği ihtimalinden, umut etmekten vazgeçer. (Tıpkı eylemden vazgeçer gibi.) Ama kendi kusurlu ve sapkın hazlarına tutunan yığınla yaratıcı ruh da vardır. Boşa çabalamış olmayı göze alamayan kırılganlık halinden çıkarak, cevval ve azgın üreticilere dönüşmeyi göze almak zorunludur.

Sistem ve piyasa mantığı, üretken olamayanların, üretkenlik sihrini elinde bulundurduğunu iddia edenlerce güdülmesine dayanır. Üretimi kendi içine doğru patlatarak bireyin özgül, benzersiz gücünü kuşatır. Onu bayat, gösterişçi, derinliksiz malların zorunlu ve itaatkar bir tüketicisi kılmak ister. Piyasa, ayağa düşürdüğü yetileri kullanarak pespaye malları allayıp pullar, bunlara türlü esanslar zerk eder.

Böyle bir ortamda üretememek olağan sayılır ve beklenen bir şeydir. Kitleler, boş gösteriyi zevkle izlemeye zorlanır. Bu sayede, birileri çıkıp üretebilir hale geçmenize yaradığı iddiasıyla sizin üretiminiz üzerinde tahakküm kurabilir. Eylemi tüketmek mümkün değildir, eylemle üretim eşanlamlıdır çünkü. Bu yüzden eylemi tüketim kılığında pazarlayan yeni sektörler gelişmekte ve ideoloji tüketicilerine seslenmektedir.

Piyasa koşullarında üretebilenler, gitgide, kendinden menkul bir gücün sahibi oldukları yanılsamasını güçlendirerek bir zümre oluşturur. Oysa piyasa koşullarına uygun “eylem” bir oksimorondur; çünkü özerklik nasıl ki tanımı gereği başta devletten ve diğer bütün güçlerden özgürleşmekse, eylem de başta piyasadan ve ona abananlardan özgürleşmektir.

Üretir görünüp itaatkar olmak, eyler görünüp boyun eğmek, muktedirlerle blok haline gelebilmenin sihirli formülüdür. Muktedir güçlerle kutsal ittifakın tohumları böylece atılır. Bazen önce para gelir, sonra zorunlu ittifak ya da tersi, ittifak parayı getirir. Karmaşık zihinsel nesneler, toplumsal fikirler ve işlevsel eserler üretebilen kanaat önderleri, sanatçılar, entelektüeller vb. muktedir piyasalarla ittifaklarını korumak için “var güçleriyle” çalışır: Gerçek bir içeriksizlik üretmeyi başaranlar ise yıldız olur.

Üretimleri üretimden sayılmayanların tehlikeli yükselişi, içeriksizlik piyasasına aykırı düşen bölgeden gelecektir -çünkü her yeni üretim, piyasanın sahteliğine yönelmiştir; piyasanın bekçi köpeklerine ve efendilerine yönelik bir göz dikme ve bir ataktır. Piyasaya aldırışsız üretimin spesifik bir amaca yönelmemişliği, tehdit algısını ortadan kaldırabilir veya üretken bir aylağa kısmi bir korunma sağlayabilir.

Sistemin “zinde gücü”, sahtelik üretiminin amaçlılığında yatar. Bu nedenle sahte üretimin başlıca kaygı konusu verimliliktir (para kazandırmak). Sistemin, verimliliğini artıracak gönüllü teknisyenler bulmakta zorlandığı söylenemez. Oysa piyasaya göz kırpmayan, vasatlığı kerteriz almaktan imtina eden üretimin yolu, oto-katalitik/kendi ısısını yaratan bir fazlalık ortaya koymaktan geçer. Üretimlerin öz nitelikleri arasında, çoğaltılmaya uygunluk varsa ve örneğin bu dijital bir kitapsa, onu “sistemin yaygın kodlarından arındırmak” gibi, son derece incelikli bir eleştirel araştırma neticesinde ortaya çıkarmaya çalışmalı.

Bu çelişkili bir süreç olacağa benzer. Çünkü başlangıçta ancak sistemik/yaygın kodları kullanarak bir üretimde bulunulabilir, “bir şey söylenebilir”. En yaygın kodların kurucu unsurlar oldukları kadar, engelleyici unsurlar da oldukları açıktır. Kabul görmek, anlaşılmak (ve sevilmek) için bu kodlar kullanılır ama aynı motivasyon nedeniyle kodların gücü pekiştirilmiş olur: Üzerime tam oturan, ideolojinin eski püskü giysisi! (Slavoj Zizek)

Hem üretim hem de eylem olarak kitap örneğine dönelim. Konvansiyonel kitap üretiminin araçları nelerdir? Harfler mi? O halde işe en yaygın biçimde kullanılan fontu, Times New Roman karakterini sorgulayarak başlamalı. Akademisinden pembe dizi yayınevine, neden tekmili birden Times karakterini kullanır? (Baskerville, Bodoni, Centaur, Garamond, Goudy, Palatino gibi başka serifli karakterler için benzer şeyler söylenebilir.) Devrede olan operasyonel ilkelere hızla bakmaya çalışalım:

İlki, kanonikliği, evrenselliğidir; niye iyi çalışan bir makinayı hurdaya çıkaralım ki, diye düşünülür. Geçerliliğinin bilimsel dayanakları vardır elbette: Harf biçimlerinin benzemezliği ve harflerin birbirine bağlamasının okumayı akıcı hale getirişi, güçlü bir gerekçedir. Tarihsel olarak, Batı uygarlığında matbu harf mimarisinin antik Yunan mimarisiyle geometrik köken itibariyle ortaklıkları, kültürün ideolojik bilinçaltını besler.

İkincisi, kanıksanmışlıktır veya pratik nedendir. (Ama açık kaynaklı binlerce fontun pratik nedenlerle tercih edilebileceği gerçeği göz ardı edilmektedir.) Kimse bu yazı karakteriyle dizilmiş bir metni/metayı, yalnızca biçimsel niteliği nedeniyle yadırgamayacağı için Times’ı seçmek adet olmuştur. Kanıksama üretim mekanizmasının yansızlık kisvesine bürünmesine zemin hazırlar. Yazılı kültürün kendine güç devşirdiği tarihsellik, prestij, bilgelik; kısacası yazı uygarlığının bütün manevi güçlerinden kendine pay çıkarır.

Yazar açısından, metnini Times karakterinde yayıncısına teslim etmesinde benzer motivasyonlar vardır. Yazar da kendini aynı mitolojik niteliklerle donanmış gösterebilir. Times, yazılımın standart fontu, bir norm olarak, doğallık efekti haline gelir. Aslında bir metnin a priori biçimsizliği, doğal ve kendiliğinden hali demek olmasa da, Times, yazarın “cevherini pürüzsüzce gösteren mercek” kabul edilir. Yazar, “saf bir nitelik” olan yazısını, yani “has edebi yaratım”ını, üretimini sanki Times ile iletmektedir. Tabii bu kandırmacadır. Yazarlar metinlerini ne kadar “biçimsiz” olarak yayıncılarına iletirlerse, o kadar “gerçek” yazardırlar; sayfa üstünde her türlü kişisel biçimselleştirme yazarın “pür bir kelam” üreticisi olma vasfına gölge düşürür.

Yukarıda açıkladığım birkaç gerekçeden Times gibi hazır ve kanıksanmış fontlardan vazgeçilmesi gerektiği anlaşılabilir. Bu kez karşımıza sayfa çıkar ki beş buçuk yüzyıldan eski olan basılı kitap geleneği, sayfanın belirlenmesi yetkisini, en azından yüz yıldır uzmanlara devretmiştir. Grafik tasarımcı, kitabın bütün organları üzerinde, metnin orijinal dizgisi hariç tam yetkilidir. Kimi kere bu yetke, kendini yazardan öncelikli görmeye de varabilir. Ünlü grafikerler böyle çalışır. Kitabın esas görsel nitelikleri onun erkine/uzmanlığına devredilmiştir.

Böylece yazar, fiziksel üretim ve eylem alanını, yaratıcı olabileceği bir bölgeyi yok sayarak, araya sistemin kodlarının girerek üretimi alt üst ettiği bir teknisyenler takımına teslim olur. Yazarlar için birle çok arasında aşılmaz, mitolojik bir sınır bulunur. Yazar özgün ve hakiki eseri yazandır; onu çoğaltma gücü ise aynı anda elinden alınmış gibidir. Bir mucizeyi yaratırken, ötekisinden sürgün edilmiştir adeta -yani çoğaltabilme mucizesinden.

Nasıl üretmeli? “Ne pahasına olursa olsun.” Üreticilik vasfını mülk edinmeye eğilim gösteren zümreye karşı, onlara bilerek veya bilmeyerek yağdanlık yapanlara karşı üretmeli. Üretimin paylaşılma koşullarını da üreticiler belirlemeli. (Eylemin paylaşılma koşullarını da eylemciler.) Blog yazarlığı, kurumsallaşmış yayıncılığa kıyasla özgürlükçü görünmesine karşın, burada da “ortam sağlayıcıların” sunduğu şablonlarla sınırlı bir görsel kompartmanlaşma hüküm sürer. Bloglaşma ile reklamcılık arasındaki bağ ise her geçen gün interneti kuşatmaya devam ediyor.

Mecradan mecraya geçiş yapan üretimin, her geçişte yaratıcı bir müdahaleye açık ve muhtaç hale geldiği sıklıkla unutulur. Mecradan mecraya geçişleri öngörerek, üretici gücün hazırlıklı olması gerekir.

Maksimalist bir anlayışla üretmeli. İçsel yaratıcı güçlerini mecradan mecraya aktarma yetisi kazanmış üreticiler, bu becerilerini niceliksel olarak katlamanın yollarını bulmalı. Bir dergi çıkartan biri, ikincisini çıkarmanın yollarını aramalı -bugün “Gezi sonrası” Türkiye’de seçeneksizliği ve sisteme yamanmış üretici güçlerin ezici etkisini azaltacak panzehirlerden biri bu olabilir: Seçenekleri çoğaltmak. Piyasacı optimizmle değil de, yeni olanakların mevcut olduğu umudunu yaymak. Umut tacirlerinin değil, iflah olmazların dünyasıdır söz konusu olan.

Bir mecraya, birkaç mecraya, sabırlı ve uzun erimli girdiler sağlayarak, o mecranın metamorfoz geçirmesi mümkündür. Kişiye uygun bir mecra yoksa, o zaman kişi mecrayı yaratmalı: Bu kadar basit. (Olmuyorsa da, olmayacağına kani oluncaya kadar, uzun bir süre orada kalmalıdır.) Çabaların istikrarı önemlidir. Girişilen bir iş yarıda bırakılırsa, kişisel hayal kırıklığının birkaç katını, kişi, yokluğunu fark ederek gücü kırılacak olanlarda yaratmış ve bu kötümserlik mirasını devretmiş olur. Ama üretmeye didinirken, bile bile sömürülmeye rıza göstermek kabul edilemez.

Çığırından çıkmış bir enerjiyle, yılgınlık bilmeden, “dört koldan” üretmeli. Üretimin şekle kavuşmaya başladığında yaratacağı güçlü etkiyi hayal ederek ve bu anın kıymetini bilerek, bu anı küçümsemeden, bu ana her an yaklaşarak üretmeli, eylemeli. Kimsenin varlığından haberdar olmadığı bir canavar yarattığının tehditkar zekasıyla üretmeli! Üretimin doğasında her zaman kırılganlık ve kader, korku ve zamanını bekleme vardır. Üretimde sağlama alma güdüsünü paranoyaya dönüştürmemeli.

Ne olursa olsun, tek bir kanalda kalmamalı -mutlaka birkaç alanda birden kalarak üretmeli. Tek bir yere bütün üretici enerjiyi bağlamak, sık sık elektriğin kesildiği bir şehirde çok pahalı bir elektrikli cihazı jeneratörsüz çalıştırmaya benzer: Yanma kaçınılmazdır. Üretici güç, “monogam” olamaz; üreten insanlar böyle olsalar bile. Kurumsal erk tepişmesinden daima üretici güçlerin yaratıcılığı ve enerjisi zarar görür.

Gerçek bir üretken güç, birçok yere birden yetişebilir ve bunu yaparken de kimseyi kandırmış, incitmiş olmaz. Ama sahtekar ve parazit bir yarı-üretici güç bunu yapamaz, sadece yapar görünür; çoğul aktörlü bir ağda öznelleşip ego tesis eder. Parazitler, gerçek üreticilerin çevresinde dolanıp onların aurasından beslenen, piyasalarını genişletmekten başka iş yapmayanlardır. Cazip tekliflerle, vaatlerle, projelerle çıkagelirler.

Bildik mecraların, bilinmedik kullanımlarını üretmeli. Bu, sistemleri sorgulayan, eleştirel bir gözlem çabasının sürekliliğine bağlıdır büyük ölçüde. Sistem kum tanelerine saldırmaz ama kum fırtınası sisteme saldırabilir ve onu durdurabilir. Kum tanesi olarak kalmaya devam etmek önemlidir çünkü cama dönüşmek iyi fikir değildir. Sistem, kırmak için harekete geçecektir. Tekil, pahalı bir projedense, düşük bütçeli birçok projeyle üretimler “otokatalitik” biçimde katlanabilir. Bunu “vasatlıkta istikrar” diye anlamamalı. Üretimlerde yüksek nitelik yönünde çabaları arttırmak haz verici ve yetkin yaratımlara yol açabilir. Çıtayı yüksek nitelikli üretime kadar getirmeyi başaranlar, sınıfsal bir konformizmle, güç bloğuna eklemlenir. Ne üretmemeli? Kendi yaratıcı dünyanızın ortamını, laboratuvarını, mekanını, hammaddesini, çevresini, teknolojisini, yöntem ve pratiğini mükemmelleştirin; “sistem” kazanacağına, yaratıcı üretkenlik kazansın.

Etiketler:

İlgili İçerikler: