Kolektif Emeğin Yaratıcılığı ve Tekno-Toplumsalcılık

ERAY ÇAYLI

Senem Doyduk’a “Zincirleme Reaksiyonlar’a hoşgeldin” diyerek başlayayım. Kendisinin bu köşedeki ilk yazısı, gerek akademide gerekse mimarlık alanında gerçekleşen fikri üretimin giderek artan bir hızda bireyselleşmekte olduğu gerçeğini tartışmaya açıyordu. Bu anlamda bireyselleşmeyle başa çıkmanın muhtemel yöntemlerini son yıllardaki farklı tecrübeleri üzerinden paylaşıyordu Senem. Akademik görevini sürdürdüğü kurum olan Sakarya Üniversitesi’ndeki mimarlık öğrencileri ile birlikte kurguladığı bir dizi toplantıyı da söz konusu yöntemlerin arasında sayıyordu. Dahası Zincirleme Reaksiyonlar’a sunacağı katkının da bu toplantılarda dile getirilen fikirlerden oluşacağını söylüyordu. Özellikle de üniversitenin, bireyselleşmenin en sert yaşandığı toplumsal alanlardan olduğu gerçeği göz önünde bulundurulursa, bu tür bir katkının ne kadar kıymetli olduğu ortada. Durum, yaşamakta ve çalışmakta olduğum İngiltere’de de farksız. Hatta, “son teknolojiye” dayanan performans ölçümü ve gelecek projeksiyonu yöntemleri nedeniyle, belki daha da sert yaşanmakta. Bugün geldiğimiz noktada, Brexit başta olmak üzere türlü bahaneyle Manchester ve Westminster gibi köklü sayılabilecek üniversiteler dahi yüzün üzerinde akademisyeni işten çıkartıyor. Ve bunu yaparken kendilerini eleştirenleri de şöyle yanıtlıyorlar: “Kararımız toplumsal veya siyasi bir tercih değil, tamamen bilimsel yani sayısal verilere dayanarak alınan bir karar.” Yani bir sorumlu varsa bunun yöneticiler değil, algoritmalar olduğuna inanmamız isteniyor.

Alexander Bogdanov ile Vladimir Lenin, Maksim Gorki’yi ziyaretleri sırasında satranç oynarken; Capri, İtalya, 1908
Cybersyn Projesi’nin, kullanıcıları bilgiyi basit ama kapsamlı bir biçimde kavrasın diye Gestalt ilkeleriyle tasarlanmış operasyon odası; renklendirme ve rötuş: Alan Bellows

Bu gibi argümanlarda teknolojiye atfedilen apolitikliğin elbette mimarlık ve tasarımda da bir karşılığı ve hatta bir tarihi var. Geçtiğimiz haftalarda Londra Tasarım Müzesi’nin ev sahipliği yaptığı “Kaliforniya: Özgürlüğü Tasarlamak” başlıklı sergiye bakılırsa, söz konusu tarihin kilometre taşlarından biri 1960’lar ve 70’ler Kaliforniya’sı. Sergi bugün tasarıma verdiği önemle bilinen Apple, Google ve Facebook gibi günümüz teknoloji devlerinin köklerini o günlerin Kaliforniya’sındaki karşıkültür akımlarına dayandırıyor. Sergiye göre, söz konusu tarihsel bağlam, teknolojinin özgürleştirici potansiyelini açığa çıkardığı savunulan Frank Gehry gibi mimarların doğuşuna ev sahipliği yaptığı için de önemli. Zira serginin küratörlüğünü yapan ve aynı zamanda Londra Tasarım Müzesi’nin baş küratörü de olan Justin McGuirk sergiye eşlik eden kitaptaki makalesinde, Gehry’nin CATIA adlı bilgisayar destekli tasarım programını “yaratıcı” bir şekilde kullanarak “kendini daha özgürce ifade edebildiğini” ve hatta “mimarlığı dik açıların boyunduruğundan kurtardığını” söylüyor. Ancak bu, birçok nedenden dolayı eleştiriye açık bir söylem. CATIA’nın ilkin savaş uçaklarının üretimi için geliştirilmiş bir bilgisayar programı olduğu ve dolayısıyla kökeninde hiç de özgürleştirici bir amacın yatmadığı gerçeği bu nedenlerin belki de en barizi. Daha çetrefilli ve netameli bir konu ise McGuirk’in söyleminde “yaratıcılık” ve “özgürlük” kavramlarının yüklendiği anlam. Mimarlık eleştirmeni Douglas Spencer’in belirttiği gibi, McGuirk’in söylemi bu kavramların içinin salt şekilsel yenilik tarafından doldurulabileceğini farz ediyor. Siyasi ve toplumsal tahayyüller böylesi bir “özgürlük” ve “yaratıcılık” anlayışında kendisine en ufak bir yer bulamıyor. Dahası, adına yaratıcılık dediğimiz olgu, mimarın şekilsel dünyaya dair kişisel tahayyüllerini ne derece ifade edebildiği sorusuna indirgeniyor. Böylece, söz konusu tahayyüllerin ete kemiğe bürünmesini mümkün kılan türlü toplumsal süreç (örneğin, emek) görünmez kılınıyor.

Benzer bir eleştiri, sanırım, geçtiğimiz günlerde Sakarya Üniversitesi Mimarlık Bölümü öğrenci inisiyatiflerinden olan Yeni İz Topluluğu’nun düzenlediği bir etkinlikte de gündeme geldi. “Karşılaşma No.4: Öğrenciler Buluşuyor!” başlığıyla 13 Ekim’de düzenlenen etkinliğin kapanış konuşmasını yapan Güven Arif Sargın (Senem’in sosyal medyadaki paylaşımları üzerinden takip edebildiğim kadarıyla) mimarlıkta “yaratıcılık yoktur; emek vardır” diye özetlenebilecek ve McGuirk’in Gehry bahsine cevap niteliğindeki bir argümanı dile getirdi. Bu önemli argümana, belki, yaratıcılık ve emeğin her ikisinin de birlikte var olabileceği durumları tahayyül ederek mütevazı bir katkı yapmak mümkün olabilir. Bir diğer deyişle, yaratıcılık -özellikle de teknolojiye dayanan yaratıcılık- gerek arka planında yatan emek süreçleri gerekse gerçekleştirilmesine ön ayak olabileceği gelecek senaryoları babında bireysel-şekilsel değil de kolektif-toplumsal bir olgu olarak yeniden ele alınabilir mi?

Bu, tartışmaya değer bir soru diye düşünüyorum. Zira bugün “ilerleme” olgusunu sadece geçmişte kurumsallaştığı örnekler çerçevesinde tahayyül etme melankolisinin terkini gerektiren bir tarihsel kavşakta yer alıyoruz. Üstelik bu soruyu tartışırken referans alabileceğimiz ve kurumsallaşamadığından görece saklı kalmış bir dizi muhtemel yanıt da yakın geçmişimizde yer almakta. Bu yanıtlara verilebilecek örnekler arasında, Sovyet devriminin hemen öncesinde Bolşeviklerin liderliği için Lenin’le yarışan, ancak saf dışı bırakılınca vaktini teknolojiye dayanan deneysel projelere yönelten Alexander Bogdanov’un “tektoloji” ve “proletkült” adını verdiği projeler yer almakta. Bogdanov üzerine araştırmalarıyla tanınan McKenzie Wark, söz konusu projeleri, bugün adına hacker dediğimiz figürün işçiliğine ve nicelikselden ziyade niteliksel bir hassasiyete dayanan özerk bir örgütlenme biçimi olarak tanımlıyor. Bir diğer tarihsel örnek ise 1970’ler Şili’sinde Salvador Allende liderliğindeki sosyalist hükümetin askeri darbeyle devrilmeden hemen önce İngiliz sibernetikçi Stafford Beer danışmanlığında geliştirmeye başladığı Cybersyn adlı sistem. Cybersyn, Allende hükümetinin teknoloji politikaları üzerine araştırmaları bulunan Eden Medina’nın ifadesiyle, işçilerin kendi hayatları üzerinde söz sahibi olmasını amaçlayan, fabrikalarla hükümet kurumları arasında anlık bilgi paylaşımına imkan tanıyan ve daha da geliştirildiğinde tüm yurttaşların hükümetin karar alma mekanizmalarına doğrudan katılımını sağlaması hedeflenen bir sistem. Her ne kadar doğrudan mimarlıkla ilgili olmasalar da, bu örnekler teknolojinin, kolektif emeğin yaratıcılığını teşvik ve kerameti kendinden menkul bir şekilcilikten çok incelikle örülmüş bir toplumsal tahayyülün gerçekleştirilmesi amaçları doğrultusunda değerlendirileceği gelecek senaryolarına ilham olabilir.

Etiketler:

İlgili İçerikler: