Mekanı Dönüştüren Dans

EZGİ TEZCAN TUĞÇE TUNA

22. İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında, yenileme çalışmalarının hemen öncesinde Abud Efendi Konağı'nda 45'lik adlı performasını sergileyen Tuğçe Tuna, kendi bedeni üzerinden mekanla bütünleşme ve onu dönüştürme pratiğini anlattı.

Ezgi Tezcan: Bedenini kendi evin olarak tarifliyorsun. Bu bana Avusturyalı mimar Hundertwasser'in Beş Ten teorisini hatırlattı. O, bedeninden evrene doğru tüm mekansallıkları bedeninin özgünlüğünden hareketle tasarlama özgürlüğüne sahip oluşuyla anlatır teorisini. Sen ise mekana dair bir kavramı bedenine çağırıyorsun. Bunu biraz açar mısın? Bu düşünce pratiğine nasıl yansıyor?

Tuğçe Tuna: İçinde yaşadığımız tek gerçek mekan “beden”. Yaşam politikamızı, sanrılarımızı deneyimlediğimiz alan... Bedenimi kendi evim olarak tariflemem sanıyorum ilkokul yıllarımın sonlarına dayanıyor. Hareket ve dans ile büyüdüm, birçok bireysel özelliğimi dansla, bedenimle ilişkilenerek keşfettim, tercihlerimi bedenimi merkeze koyarak yapıyorum; kendimi sınadığım, beden üzerinden üretim yapıp, bedenlerle iletişime geçtiğim bir sürecim var. Belki de bu yüzden, hep bedenime odaklıydım ve bedenimi varoluşumun mekanı, merkezi olarak tanımladım. İçten bütüne açılan bir yaklaşım diyebilirim. Pratiğim halen bu şekilde devam ediyor. Bazen araç; bazen öteki ile ortak iletişim noktası. Bedeni iç bilincin sembolleştiği, kişinin kendi politikasını sürdürdüğü “alan” olarak değerlendiriyorum. Hayatım beden, dans, enerjetik alan ve onunla ilişkili olan her şeyle bütünleşiyor. Hareket ve davranışları gözlemlemek, beden okumak, yaşam sürecimi bedenleştirmek olarak tanımlayabilirim.

45'lik Oyunu. (Fotoğraf: Murat Dürüm)
45'lik Oyunu. (Fotoğraf: Murat Dürüm)
45'lik Oyunu. (Fotoğraf: Murat Dürüm)
45'lik Oyunu. (Fotoğraf: Murat Dürüm)

ET: Ardında güçlü bir hafızası olan mekanlarda, o mekana özgü kurguladığın danslar var. Beden ile mekan arasındaki arayışlarından bahseder misin? Mekanların hikayeleri, dokuları senin performansınla nasıl bütünleşiyor?

TT: Yeni bir eser üretmek benim için yeni bir arayış ve keşif tutkusu demek. Standart gösteri ve algı alanları dışına çıkmayı çok heyecan verici buluyorum. Eserin nerede, nasıl oluşturulduğu, nasıl sunulduğu benim için sanatsal üretim sürecinin en önemli dinamiğini oluşturuyor. Bir koreografiyi özel bir mekanda sunuyorsam, neredeyse üretim sürecinin çoğunu mekanda geçirmeyi tercih ediyorum. Gösteri ekibi gelmeden kendi başıma alanda, alanla yaşıyorum biraz.

Bedenimle başka bir bedensel yapıyla ilişkilenmek, bütünleşmek ve oradan yolculuğa çıkmaya fırsat yaratmak temel mesele. Bu mekan bedenleşse ne gösterir, ne saklar, ne söyler, neyi göstermez gibi sorularla hareket ediyorum. Yapılan koreografi ve eser bütünüyle o mekana ait oluyor. O eseri başka mekanlara uyumlamayı da tercih etmiyorum.

Seçtiğim mekanların farklı geçmişleri, yaşanmışlıkları var. Bu mekanların çoğu dönüştürülmüş, terkedilmiş mekanlar. Bunlar arasında örnek verebileceğim; Islak Hacim eseri Bayrampaşa Eski Ceza Evi’nde, Deplasman Has Köy Yün ve İplik Fabrikası’nda, Gövde Gösterisi İstanbul St. Pulcherie Fransız Lisesi’nde, Vertigo’yu Proje4L Güncel Sanat Müzesi’nde, Makine Beden eserini Santralistanbul Enerji Müzesi’nde, Çürük Belki de İyidir Kapadokya’da Üçhisar Kalesi’nde, 2017 İstanbul Bienali’nde yer alan Beden Damlaları Koca Mustafa Paşa Hamamı’nda, bu sene de 22. İstanbul Tiyatro Festivali’ndeki 45’lik eseri de Abud Efendi Konağı’nda üretildi ve halen sunuluyor.

Bu mekanlar, üretilen eserin bir nevi iskeleti oluyor benim için. Kavramsal, duyusal, bilinç altı-üstü-ortası, sosyolojik, mekanın toplumsal rolleri ve koreografik olarak diyebileceğim çeşitli katmanlarda çalışıyorum mekanlarda. Kısaca eseri sunduğum alanının kimliği, coğrafik konumu, hafızası da eserin gizli öznesi olsun istiyorum. Bazen mekanın kimliği ile de oynuyor, orayı başka biçimlerde göstermek, farklı algılamalara da açmayı tercih ediyorum.

Öznel hareketin niyetini, tavrını oluşturabilmek için, esere davet edilen bedenleri -bireyleri- bile mekanın belirlemesine izin veriyorum: Bedenleri, kimlikleri mekana göre bir araya getiriyorum çoğu durumda, bu durum üretim sürecinde bedenleri ve eserinde dönüşmesine neden olabiliyor.

Hareketin tavrı ve niyetini oluşturma süreci, mekanın mimari dokusundan da doğrudan besleniyor. O mekanın ve itkinin bedenini oluşturma, mekanın hareket tavrını keşfetme, kinestetik olarak hareketi ortaya çıkarmaya mekan içerisinde çalışıyorum. Mekan eserin sonucunu önceden asla göstermiyor ama eserde ne olmayacağı konusunda ciddi çerçevelenme yapıyor benim için.

Hem eser içerisinde yer alan bireylerin, hem de seyircilerin, bir diğer deyişle tanıkların davet edildiği bu alanların üzerlerinde içsel etkisi oluyor doğal olarak. Hapishaneye seyirci olarak girmek ve gezmek, lise de öğrenci sırasında oturmak, fabrikada makinelere yerleştirilen bedenlerin kırılganlığını görmek...

Ben büyüleniyorum. İçerisinde insanların yaşadığı ve yaşanmışlıklarla eskiyen, terk edilen mekanların içerisinde... Alanla konuşuyorum sanki. Alanla bütünleşebilecek kadar, yaşanmışlıkların dışında veya ötesinde başka bir durum oluşturmaya ve alanda görünmeyeni duyabilecek kadar süre geçirmeye özen gösteriyorum. Sonra tercihlerimi birleştiriyorum.

Seyircinin kendi hafızası veya alanı duyumsama yaklaşımı ile de ilgileniyorum. Seyirciyi nasıl konumlandırdığım, yer değişimleri, kişi sayısı çok önemli benim için. Karşılıklı veya dört tarafa yayılması, 3 gruba bölünmesi koreografiyi üstten ve alttan veya farklı sıralama ile görmesi, mekanı gezerek izlemesi gibi… Seyirci bedeni de, eser bütününün bir parçası oluyor. Hareket etme, yer değiştirme hali, dinamiği de. Mekanın duygu durum ve psikosomatik yapılarla ilişkilenmesini, seyirci ile “sunulan” arasındaki görünmez duvarın yok edilmesini çok severim. Seyirciyi –tanıklarımı- esere ve oluşturulan duruma tanık olmaya davet etmek, paylaşımcı olarak performansın bir parçası yapmak, mekanın dönüştürülmesi bana çok ilham veriyor; oyun alanını genişletiyor.

ET: Bu yılki İstanbul Tiyatro Festivali kapsamındaki dans performansınız Abud Efendi Konağı'nda gerçekleşecek ve ardından mekanda restorasyon çalışmaları olacak. Daha önce de sergilere ve sanatsal etkinliklere ev sahipliği yapmış bu mekanı, performansına sahne olduğu haliyle senin gözünden dinleyebilir miyiz?

TT: Abud Efendi Konağı’nın arka tarafında bulunan kapalı basketbol sahasını, gösterinin mekanı olarak kullanıyorum, 45’lik eserinde. Basketbol sahası, eskiliği, yıpranmışlığı, büyüklüğü ve yüksekliği ile kendi bütünlüğüne sahip. Boşluk duygusu hem çok kuvvetli hem de çok kırılgan. Mekan bir dönem sinema olarak kullanılmış, bir dönem civardaki okullardan çocuklar spor derslerini yapmaya gelirmiş, bir dönem toplanma alanı olmuş... Tüm bu katmanlar dinamiğini koruyor koreografide.

Seyirci konağın ana kapısından, diğer katlara çıkmadan giriş yapıyor mekana. Hep akış halinde olma durumu, “durma”nın da fiziksel bir tercih olması ve bütünü etkilemesi, koreografinin de mekanın ortasında bir arada tutulan seyircinin etrafında sürekli olarak dönmesi gibi tercihlerim oldu. Seyirciyi mekanın merkezinden eserle ilişkilendirmek, seyircinin konumunu bir nevi beden enstalasyonuna çevirme fikri ile hareket ettim. Bildik biçimce sahanın “görüş alanının” dört tarafına seyirciyi yerleştirmektense, oyunun tam da merkezinde olsunlar, eseri-akışı alanın merkezinden izlesinler, 45’lik etraflarında dönsün istedim.

Bir arada durma, afet anında merkeze toplanma gibi sanki... Mekanı özellikle duvarlarıyla çerçeveledim ve duvarların ön plana çıktığı, küflerin oluşturduğu şekillerin, duvardan çıkan ağaçların, duvardaki katmanların dökülmesinin, kırılganlığının, arka taraftaki cam tuğlaların, yanda hiç açılmayan ama gösterimizde açmayı başardığımız arka kapısının iyice görünmesini; yeri olduğu gibi kullanmayı; yılların ahşap zemininin kalitesinin, sesinin, renginin seyircilerimizin hafızasına iyice yerleşmesini istedim. Hem bizimle dönüştü mekan hem de yakın bir gelecekte fiziksel olarak dönüştürülecek, hafızamızdan ve kendi alanından temizlenecek çünkü... Mekan bir nevi benim kendimle konuştuğum yalnızlığımı, yalınlığımı simgeliyor. Zihnime dönüştü.

Öte yandan bireysel yakın tarihimde yan yana durmak isteyebileceğim kişilerle oldum bu projede ve tüm ekip tesadüfen kadın sanatçılardan oluştu. Belki de basketbol sahası, eril enerjiyi temsil ettiğinden hafızamda, bilemiyorum… Ancak bu öznel bedenleri yan yana getirirken çok etkili oldu mekan.

45’lik seyirci enstalasyonu, ses düzeni ve koreografik akışı ile risk aldığım bir eser oldu. İzleme, izleyebilme, görme, görememe, sessizliği ve görsel çerçevedeki boşlukları takip edebilme üzerinden tanıklarımızı ve kendimizi sınıyorum.

ET: Nelerden ilham alıyorsun? Kaç kişilik bir dans bu? Mekanın tamamına mı yayılıyor? İzleyiciler, performansa dahil olacaklar mı, çünkü onların hareketlerine, bakış açılarına özgü kararlara özen gösterdiğini söylemiştin daha önce?

“Hikayelerin ses olduğu, yansımaların farklı alanlarda oluştuğu, ama özün hep beden olduğu 45’lik. Ağaçlara yaslanmak istiyorum.
Ağlamaktan sararmış eski yastıkları hatırlamayı.
Derim gibi içinden ağaç çıkan duvarlara dokunmayı.
Sessizlik olsun istiyorum, uyanmadan önceki anın sessizliğini.
Hareket; bireysel ve derin ve biricik ve samimi ve açık ve gerçek olsun.
Genleşmek sihri yanında taşıyacak bunu biliyorum.
Ön yüzümde ne biriktirdiysem hafiflesin istiyorum.”

2017’de yazdım bu dizeleri. Mekanı zihnimde tekrar gördükten sonra.
Dediğim gibi 45’lik eseri benim bireysel bir dönemimi, zihnimi, bilinçaltımı simgeliyor. 44-45 yaş aralığımda, umutlarımla yan yana, dişi ve üretken enerjetik alanlarla olabilme cesaretimi, yakınlık, yalınlık, yalnızlık ve beden anlayışımı... İç içe geçmiş katmanlardan oluşuyor eser, hem çok bireysel hem çok hepimize ait, bir kısmını kelimelere dökemiyorum bile.

Bedenlerin ve kimliklerin biricikliği, kinestetik anı belleği, bireylerin fiziksel kaliteleri üzerinden yol aldık. Bedenleri standart bir forma dönüştürmeden, aynılaştırmadan hareketin niyetini ve tavrını açığa çıkarmayı önemsedim. Dansçılık mesleği veya herhangi bir maskelemeden uzaklaşıp, bedenin ve oluşun öznelliğine odaklandım. Mekanın bedenle ve hareketle olan ilişkisi, genel zamanlama, efor kullanımı, farklı sıralama ve açılarla bölümlerin veya koreografinin, boşlukların mekanda setlenmesi oldukça heyecan vericiydi bizim için.

Sessizliğin sesi, nefesimizin veya seslerimizin açığa çıkması, hareketlerin sesi, ses ve koreografinin birleşmesi... Mekan bir spor salonu, dolayısıyla söz ve günlük sözel iletişimden çok, strateji konuşmalar, hareketin sesi, nefesin sesi, ayakkabının sesi, yolculuğunun sesi, haykırış, koşma, kaçma sesleri asılı alan hafızasında. Sanatçılara yönlendirdiğim özel sorular aracılığıyla gelen cevaplardan metin tasarımını oluşturdum. Onların sesini esere dahil ettim, beden ses ve aksiyon üretiyor...

Neredesin? Neredeyiz? Bedeninden hangi tortuyu temizlemek istersin? Hayalin ne, kırılma noktan... Sayı, suret, sanrı, ses, sağaltma kelimeleri iç kodlamalarım oldu.

Hayatımın katmanlarında değişim ve dönüşümlerini izlediğim, konuşmadan veya bir başka iletişim yolu ile anlaştığım bu özel kişilerle, 45’lik sürecini yaşadığım için çok şanslıyım. Her biri hayatımın çeşitli dönemlerine yakından tanık 11 kişi, kinestetik bilgelikleriyle bütünü oluşturuyorlar. Türkiyeli dans sanatından 4 farklı kuşak bir arada. Sanki afetten sonra yan yana gelmiş gibi, toplanma alanında bir aradayız. Yeniye hazırlanıyoruz. 45’lik aslında görünen ve görünmeyen 17 birey ve 1 mekandan oluşan bir solo diyorum.

45 sayısı numeroloji bağlamında gizemli sayılardan biri ve kozmik dayanışmayı ifade ediyor. Pragmatikliği ve insanların hayatını iyileştirmeyi simgeliyor. Öte yandan tıpkı beden gibi, her tarafına “kayıt” yapabildiğimiz, bir depolama birimi 45’lik. Bilinmeyene açılma cesareti ve bu noktadan tasarım yapabilmek büyük keyif verdi. Sağalttı bizi. Mekan dönüşene kadar gösterimlerimizi devam ettirmeyi arzuluyoruz.

Mekan desteği için Yücel Kültür Vakfına gönülden teşekkür ederiz.

Konsept, koreografi, videografi, metin tasarımı ve yönetmen: Tuğçe Ulugün Tuna
Dans sanatçıları: Pınar Akyüz, Olcay Karahan, Ezgi Yaren Karademir, Aybike İpekçi, Canan Yücel Pekiçten, Hilal Sibel Pekel, Leyla Postalcıoğlu, Gizem Seçkin, Filiz Sızanlı, Tuğçe Tuna, Bahar Vidinlioğlu.
Disiplinlerarası medya: Zeynep Arkök, Aslı Bülbül, Duygu Güngör, Lal Tuna, Zeynep Günsur Yüceil, Leman Yılmaz, ses tasarımı Vahit Tuna, ışık tasarımını da Utku Kara ile Tuğçe Tuna birlikte gerçekleştirdi.

Abud Efendi Konağı, Sultan Ahmet
Prömiyer: 22. İstanbul Tiyatro Festivali 18.11.2018

Etiketler: