Mimarlıkta Mecra Mesajdır

KORHAN GÜMÜŞ

PROJE ÖTESİ SAFHA (MECRA) MESAJI (İÇERİĞİ) BELİRLER
Mimari işletim sistemi, Marshall McLuhan’ın meşhur “mecra mesajdır” sözündeki “mecra”ya benzer: Mimarlıkta “mecra mesajdır”. Arkada çalışan işletim sistemidir. İçeriğin, mesajın hangi koşullarda oluşacağını belirleyen yapıdır. Keller Easterling, McLuhan’ın bu sözünü “eylem biçimdir” yorumuyla aktarır.1 Ona göre “kent ortamında oyunun kurallarını dikte eden içerik değil, içerik yöneticisidir.” Mimarlıkta mecra projenin, görünenin ötesidir. Mecra, mimarın hangi koşullarda çalışacağını, projenin ne işe yarayacağını ve nasıl kullanılacağını belirler. Mimarlığın ne söylediğinden, ne ifade ettiğinden çok, ne yaptığıdır.

Easterling’e göre içerikleştirme, yani mesajın öne çıkarılması, kimi zaman mecranın ne yaptığını görmemize engel olur. Söylem çoğu zaman kendi yaptığını perdeler. McLuhan’a göre de “içerik, hırsızın bekçi köpeklerinin dikkatlerini başka yöne çekmek için” yanında taşıdığı “et parçası” gibidir. Gösterilenler, gösterilmek istenmeyenleri perdeler. İçerik ne yaptığını gizler.

Neoliberal koşullarda mimarlık kasıtlı olarak mecra üzerinde değil, içerik üzerinde yoğunlaştırılır. Süreç odaklı, etkileşimli bir temas yerine anlık bir bakış üzerinde içeriklerin, tasarımların, planların simgeselliği yoğunlaştırılır. Sürekli erişim halinde olmanın, iletişimin ayrıcalıkların üretimini engelleyeceği bilinir. Böylece kamu gücünü, kapasitelerini kullanan taraflar, kent yönetimi, ayrıcalıklı piyasa aktörleri belirleyici olur ve güç kazanır. Mimarlığı, tasarımı üreten koşullar kasıtlı olarak görüntünün dışında tutulur.

Kapasiteleri kullanan taraflar, piyasa aktörleri, kendileriyle uyuşmayacak taraflardan önce işleyişleri potansiyelsiz hale getirirler, devre dışı bırakırlar. Mimarlık içerik üzerinden görülür, onu belirleyen koşullar kasıtlı olarak görüntünün dışında tutulur. Kent politikaları simgesel yoğunlaşma alanları içine çekilir. Mecranın içindeki işleyişlere ilişkin kasıtlı bir görme kaybı, bulanıklık, muamma yaratılır.

MUAMMALARLA CEBELLEŞMEK MİMARLIĞA YENİ KAVRAMSAL ARAÇLAR SAĞLAYABİLİR
McLuhan’ın “hırsızın bekçi köpeklerini savuşturmak için yanında taşıdığı et parçası” benzetmesinin anlamı nedir, neye işaret eder? Bu “et parçası”nın çok temel bir sırrı saklamak için kullanıldığı söylenebilir: Mimarlık ve mekan politikalarındaki önemli birtakım zaafları örtme ihtiyacını. Mekandan söz edildiğinde çoğu zaman içerik öne çıkar. Neden içerik öne çıkar? Tam da temsili kurumların içerik üretme konusundaki zaafları, yetersizlikleri yüzünden.

Okmeydanı için önerilen proje "Vatandaşın Okmeydanı", maket
Tarlabaşı için önerilen proje "Taksim 360"; görseller: Beyoğlu Belediyesi

MEKANIN NESNELEŞTİRİLMESİ
Müdahalenin nesnesi gibi algılanan mekan edilgen bir varlık değil, bir öznedir. Biz farkında olsak da olmasak da “disipliner bir nesne olarak” mekan bir etkide bulunur, içinde yer aldığı bağlamı değiştirir. Ona nesne niteliği ilişkileri perdelemek, başkalarını işaretsizleştirmek için kazandırılmıştır. Mimarlıktan yalnızca içeriğe biçim veriyormuş gibi gözüken bir eylemsellik anlaşılır. İçerik kontrol altındaki bir işlev değişikliğinin, kente yapılan bir müdahalenin, bir dönüşümün göstergesidir. İçerik bu sırrı gizlemek için kullanılır.

MECRA İLE İÇERİĞİN ÖRTÜŞTÜRÜLMESİ
Mecra, gerçekte kamudur. Temsili kurumlar içerik üretemezler. Tasarım ve sanat işleri, plan veya projeler üretmeleri mümkün değildir. Kurumsal yapılarının içindeki yönetimsellik hiyerarşik ve dizisel bir üretim düzeni için kuruludur. Oysa mimari tasarım, sanat yapıtı, yaratıcı fikirler ya da içerik tek defaya özgü ve farklı olanı temsil etmeye dönüktür. Kapalı uçlu süreçler içinde kamunun içerik üretmesi imkansızdır. Kamu sanat yapıtı, tasarım, plan, proje yapamaz. Kamu, mecra ile içerik üreticilerinin ilişkilerini düzenleyen hukuk sistemleri mecra ile içeriğin örtüşmemesini sağlar.

KAMUNUN İÇERİDEN ELE GEÇİRİLMESİ
Kamu adına hareket eden ayrıcalıklı öznelerin içerik üretmesi, kamusalın özelleşmesi, mecranın içerikleştirilmesidir. Bu hukukun ortadan kalkması demektir. Neoliberal sistem katılımı bu şekilde örgütler: Kamusal nitelik taşıyan bütün plan ve proje hizmetleri ya resmi aktörler arasında çift şapkalı ilişkilerle gerçekleştirilir. Örneğin kamusal alanda kurumsal ilişkileri kullanan aktörlerin kendi aralarında paylaştıkları ayrıcalıklarla mimari kentsel tasarım, plan proje hizmetleri yapılır. Ya da resmi tarafın hazırladığı şartnamelerle piyasa aktörlerine devredilir. Bu durumda gene bu kamu ilişkilerini kullanan aktörler “bilen özne” olarak devreye girerler. Katılım patronaj altında, “sizin de görüşünüzü alalım” modeli üzerine kurulur. Plan ve projeler süreç olarak değil, anlık değerlendirmelere tabi olur.2

SİMGESEL YOĞUNLAŞMA ALANLARI YARATILMASI
Politik güç sahipleri, temsili kurumlar içeriğin kendi denetimlerinden çıktığının farkındadırlar. Bu zaaflarını gizlemek için içerik üretiyormuş gibi yaparlar. İçeriğin öne çıkmasının nedeni bu zaafı perdelemeye dönüktür. Projelerin, planların kendilerine ait olduğunu iddia ederler. Oysa mecradaki durum tam tersidir: Bu sistemde projeler, planlar, kararlar yatırımcılar tarafından geliştirilir. Bu yüzden politikacıların bu yetersizliklerini gizleyecek simgesel yoğunlaşma alanları, çatışmalar, ayrımcı söylem ve eylemsellikler yaratılır. Bu sayede iktidar temsil ettiğini düşündüğü kitleye bir mesaj verir: “Merak etmeyin, kapitalizme teslim olmadık, ideolojimizle dimdik ayaktayız.”

MECRANIN ORTADAN KALKMIŞ GİBİ GÖSTERİLMESİ
Böylece kamunun mecrayı düzenleme, sanat, tasarım yapıtları gibi alanları katılıma açma işlevinin üstü örtülür. Neoliberal sistem mecrayı görünmez kılan “de facto” bir yönetim modelidir. Mecrayı yok saymak, hukuksuzluğu görünmez kılmak demektir. Kamunun erişilmez, tahakkümcü ve keyfi bir güç halini almasıdır. Kamusal niteliğini kaybetmesidir. Bilgiyi erişime kapatan içerikleştirici şiddet mecrayı yok sayar, erişilmez ve görünmez kılmaya çalışır. Piyasa işi imar uygulama planları, şehircilik faaliyetleri örneğin süreç halindeki etkileşim yerine anlık bir bakış üzerinde simgeselliğini yoğunlaştırır. Süreçle ilişkili, erişilebilir halde olmanın, iletişimin bu ayrıcalıklı konumu sarsacağını bilir.

MUHALEFETİN TERS KÖŞEYE YATIRILMASI
Asimetrik bir sistem üzerine kurulan neoliberal modelde (sanki mümkünmüş gibi) kamudan içerik üretmesi beklenir. İtaat edenler de, itiraz edenler de bu konuda uzlaşma halindedirler: İtirazlar da, eleştiriler de özenle içerik alanına taşınır. Böylece itirazların, alternatiflerin mecrayı dönüştürme kabiliyeti felç edilir. Muhalefetin ters köşeye yatırıldığı konu tam burasıdır. İtirazların da, eleştirinin de içerik üzerinden gerçekleşmesi: “Doğa yok ediliyor, kültür mirasına zarar veriliyor…” Bunlar zaten görünen şeyler. Oysa eleştirinin yalnızca görüneni değil, görünmeyeni ortaya çıkarması gerekir.

ÇÖZÜM: MECRANIN VE İÇERİĞİN YENİDEN YAPILANDIRILMASI
Nesneleştirici irade şu şekilde devreye girer: “Şimdi ben içeriğe bakacağım ve onun için ne gerekli söyleyeceğim.” Nesneleştirici söylemin farkı kendisini merkeze yerleştirmesidir. Bu koşulları sorgulayan, değiştiren, dışına çıkan girişimler de (AKM’de, Gezi’de, Sulukule’de vs. olduğu gibi) bu temsil alanına güç kullanılarak çekilir.

Buradaki fark gösterilen tarafın gösterene dahil edilmiş olmasıdır. Böylece mekan bir nesne olarak iktidar iradesinin içine gizlenmiş bir güç tarafından ele geçirilmiş, ölü bir varlığa dönüşür. Çoğu zaman sanki süreç o aşamada başlamış gibi bir projenin üzerinde gerçekleşir değerlendirmeler, tartışmalar ve itirazlar. Çünkü elimizde başka bir bilgi yoktur. Projeye bakıp bir mekanın neye benzeyeceğini anlamaya çalışırız. Bu mümkün değilse, bu defa da ürüne, binaya bakıp değerlendiririz. Oysa proje eğer binanın bir temsiliyse, aynı zamanda başka bir şeylerin de nedenli bir göstergesidir. Mecra, “proje ötesi safha” projenin amacının, nasıl yönetileceğinin ve mimari yaklaşımın belirlenmesini içerir.

Bu nedenle kent politikalarındaki dönüşümün, mecranın çok işlevli bir yönetsel yapı ve eşitlikçi ilişkiler içinde örgütlenmesini gerekir. Diğer taraftan bu kurumlar kendi politikalarını geliştirebilmek için geçmişte olduğu gibi yalnızca kendi hizmet verdikleri sivil toplumla ilişkili olarak değil, kentle ilgili konular, farklı toplum kesimleriyle ilgili ve ilişkili olmak zorundadırlar. Ayrıca bu dönüşümü gerçekleştirebilmek için çalışmalarına kamu dışı kurumları, kişileri de katmak, farklı ilişki ağları içinde yer almak sorumluluğu taşırlar. Aynı şekilde finansal açıdan çok farklı kaynaklara yönelmek, yeni işbirlikleri geliştirmek konumundadırlar.

NOTLAR
1 Keller Easterling, Devletdışı Güç, Altyapı Mekanı ve İktidar, Metis yayınları 2017, sayfa 15.
2 Narmanlı Hanı, Emek Sineması, Demirören gibi projelerde “restorasyon” yöntemi eleştirilir. Ancak mimarlığı belirleyen koşullar, mecra göz ardı edilir. Oysa mimari proje işletim sisteminin bir semptomudur. Daha önce hazırlanan ve üzerine kat çıkılarak gerçekleştirilmesi planlanan rezidansa dönüşüm projesinin idare mahkemesi tarafından iptal edilmesinde ve Emek Sineması’nı AVM’ye dönüştürmeyi amaçlayan projelerin engellenmesinde 80’li yıllardan sonra gelişen, Birleşmiş Milletler Konferansı, 1999 Depremi gibi faaliyetlerde mecrayı düzenlemeyi başaran bağımsız sivil toplum hareketinin büyük payı oldu. Ancak aradan geçen 20 yıl süresince İstiklal Caddesi için bir yönetim planı hazırlama ve çok aktörlü yapı oluşturma çabası sivil toplumdan geldi. O sırada akademik kurumlarda hakim olan anlayış Güzel Beyoğlu başlığı altında bir fasadizm projesidir. Bir başka örnek olarak Kabataş’taki martı projesinin ”bilimsel” olmadığı iddia edilir, meslek kuruluşu tarafından yapılan itirazlarda. Oysa bu nedeni örtmeye yarayan bir başka nedendir: Transfer merkezinin çok öncelikli bir yapı içinde yönetimi. Nitekim projenin bir sonraki safhasında, yani itirazlar sona erdiğinde, deniz canlılarından kentsel peyzaja ve tarihi çevreye etkiden tutun aklınıza gelebilecek bir dolu konuda uzman projeye dahil olmuştur.

Etiketler:

İlgili İçerikler: