Müzede Kahve İçmek veya Yeni Ritüeller

EVRİM SEKMEN

Müzelerin birer tüketim mekanı olarak tanımlanmaya başlaması ICOM’un mevzuata “Müzeler kar amacı gütmeyen kurumlardır.” ibaresini koymasından sonra başlar. Bu tarihten sonra müzeler, devlet desteği almadan kendi kendine yetebilen kurumlar olmanın yolunu aradılar. Sponsorluk ve halkla ilişkiler faaliyetleri bu anlamda müzeler için hayati olmaya başladı; zamanın ruhunu yakalamak, sonsuzluğun mekanlarını “şimdide” yaşamaya zorladı. Kuşkusuz zaman algısı, sanata bakış ve görme biçimleri değişti; kapitalizmin tüketime zorlayan motivasyonu, Baudrillard’ın teorileştirdiği gibi simgesel bir biçim aldı. Aynı ürünün farklı etiketlerle sunulup aralarında fiyat uçurumu bulunması, marka imtiyazına sahip olmak isteyenler için icat edilmiş kimlikler sunuyordu.

museums are now, scott reinhard
museums are now (fotoğraf: scott reinhard)

Yaşama derin bakışın uzaklarda kaldığı; bilgilerin hap gibi başkalarına güç ve otorite kurmak üzere kullanıldığı bir çağda müzelerin bu kozmosun dışında kalması düşünülemezdi. Gösteri toplumu, edinilmiş semboller ve eğlence kültürüyle yeni bir “makine” yaratmıştı. Gösterinin dışında kalmak istemeyenler bu ritme ayak uydurmak zorunda kaldılarsa da kuşaklar arasında derin uçurumlar oluştu ve bazı temel değerler, popüler ve kitlesel olma yolunda bozulmaya uğradı. Örneğin; bugün sol eleştirinin önemli filozoflarından Zizek, okuyucularına “Starbucks’ta kahvenizi keyifle yudumlayabilirsiniz.” önerisinde bulunuyor. Zizek’te düşüncelerine karşı bir nihilizm de başlamış olabilir. Zizek’in bu düşüncesi üzerine dünyanın karamsar sürüklenişine karşı çareyi, kahve yudumlamak ve biraz da rahatlamakta bulacağız gibi yorumlar yapılabilir.

Ritüel mekanları olarak görülen müzeler önce monarşinin sonra demokrasinin yönetimi altına girdi. Ulusallığın inşa edildiği bir “güç sembolü”ne dönüştü. Fransa krallarının savaşlar sonucunda yağmaladığı dünya hazineleri bir devrim ertesi Fransız halkının oldu. Louvre Müzesi bugün kültür hazinelerinin koruyucusu en büyük kültür, sanat tapınağıdır. Bu dönüşüm sosyal ekonomik sistemlerle uyum içinde ve paralel, birbirine bağımlı bir yol izledi.

Müzeler, bugün ister gösteri toplumu diyelim istersek de “kültür endüstrisi”, yine bu sistemlerin aracısı olarak topluma sunulmaya devam edecektir.

Müzenin ruhunu bu araçlardan ayrı tutmak gerekir. Bir ritüel alanı olarak müzenin ruhu aslında bizim, müzelerin tüketim ve simge mekanı olmalarına karşı olmamızın nedenidir. Müzenin tarihsel ve kültürel yanı insanın tarihiyle birleşir. Sonsuzluk çağrıştıran ve “değişmeyen” mekanlar olarak kalmalarını istememizin nedeni, değişimin yaşamlarımızda yarattığı tahribatları bu eski zaman mekanlarında görmek istemememizdir. Belki de zaman selinde son sığınak müzelerdir. İşte müze eleştirisi, müzelerin zamanla, mekanla ve sosyal olaylarla girdiği bu diyalektikle başlar. Modernizmin sistemleştirip biçimsel içerik kazandırdığı “nadire kabineleri” ruhunu çeşitli dönüşümler geçirerek devam ettirecektir.

Zizek gibi kurumsal açıdan konuya güler yüzlü yaklaşımı ayırmak gerekir. Müze, otoritesini artık kendi üzerinde kurmuyor; ziyaretçi odaklı olma anlayışıyla kendi imajını yeniden kurguluyor. Bu ziyaretçi odaklı yaklaşımı tüketici odaklı kavramlardan devşirdiğini kolaylıkla anlayabiliriz. Yalnız müze ziyaretçilerinin “müşterilerden” farkı, kendilerini girdikleri mekanın sahibi gibi hissetmelerinden kaynaklanıyor ya da en azından böyle olması gerekir. Müzelerin soğuk otoritesi, topluma faydalı sağlıklı bireyler yetişmesi adına kırılmalıdır. Ziyaretçilerin bir ritüel mekanına dair aidiyet hissi güçlendirilmelidir.

Günümüzde müzeler, ritüel alanlarından sosyalleşme mekanlarına dönüştü. Mekanların kutsallığı ve tinselliği kamusal olana tasfiye edildi. Müzelerin yaşam alanı olarak kavranması insanlığın geçirdiği dönüşümün bir sonucudur.

Tate Modern müdürünün “İnsanların müzede bir kahve içmelerinin ne sakıncası olur?” sözü, müzelerin birer sosyalleşme mekanına dönüştüğünün en önemli göstergesidir. Oysa bir kahveyle başlayan süreç müzeleri, kapitalist toplumun gerektirdiği yaşam şekillerinin rahatlatıcısı rolü oynamaya itebilir. Müzeler bu işleyişle yaşamlarını sürdürmek zorunda kalabilirler. Sosyalleşme; çoğulcu bakış açıları üretme yolunda bilinç kazandıracağı yerde kaliteli boş zaman geçirmenin bir yolu olarak görülebilir. Müzenin taşıdığı bu riskler sosyal, ekonomik ve siyasi çatışmaların içinde gün geçtikçe farklı boyutlara taşınıyor. İstersek sistemin baskılayıcı taraflarına karşı Zizek’in dediği gibi Starbucks’da kahve yudumlayalım, istersek de Tate’deki müze deneyimimiz sırasında bir kahve içimlik soluklanalım; müzenin geleceğe taşıdığı soyut ve somut değerlere bir katkı sağlamadıkça ve müzeye eleştirel bakmadıkça müzenin ruhunu anlamak ve bir bilinç kazanmak zorlaşacaktır.

Etiketler: