“Normal” Ezberler ve “Normal-Dışı” Değerler Üzerinden Koruma Cesaretine Dair

SENEM DOYDUK

Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi “Menekşe Kibrit Fabrikası ve Yakın Çevresi Yeniden Canlandırma” başlıklı bir ulusal öğrenci proje yarışması düzenledi, Ulusal Öğrenci Mimari “Fikir” Yarışması. 2018 Aralık ayında sonlanan yarışmaya başvuran proje ekibi sayısı da 14 Aralık günü gerçekleştirilen kolokyuma katılan izleyici sayısı da oldukça fazlaydı.

Yarışmanın jüri üyelerinin çoğunluğunu; Yıldız Teknik Üniversitesi’nde halen çalışan, Yıldız Teknik Üniversitesi’nden emekli ve Yıldız Teknik Üniversitesi’ne dışarıdan derse giden meslektaşlar oluşturuyor. Yarışmanın kolokyumuna jüri üyelerinin yanı sıra Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Genel Sekreteri ve Yönetim Kurulu İkinci Başkanı da katılmışlar. Yarışmaya katılan 121 proje içerisinde ödül verilen ilk 8 projeden 4’ü Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Bölümü’nden katılan gruplardan oluşurken ilk 8’de yer alan 80 numaralı proje kolokyumda hararetli tartışmaların yaşanmasına neden olmuş. Kolokyuma katılanlar, projenin tarihi fabrika yapılarına geliştirilen mimari tasarım fikrini, koruma anlayışı çerçevesinde fazla müdahaleci bulduklarını ve böyle bir müdahaleye nasıl ödül verilebildiğini sormuşlar. Kolokyum katılımcılarının bu konu hakkındaki eleştirileri yoğunlaşınca jüride yer alan koruma uzmanı üyenin yaptığı açıklamanın bir kısmı yarışmo (“yarışma” kelimesi ile Mimarlar Odası’nın baş harflerinin birleşimi) adlı web sitesinde şu şekilde alıntılanmış: “[…]Jüri üyelerine yöneltilen sorular, Kibrit Fabrikası’na ne kadar müdahale edilebileceği ile ilgili tartışma ortamı yarattı. Konuyu korumacı Uzay Yergün değerlendirdi. 80 numaralı proje ile ilgili konuşan Yergün, normalde böyle bir müdahalenin mümkün olmayacağını; fakat yarışma sürecinde proje fikrinin çok kuvvetli olmasının projeyi oy çokluğuyla mansiyon ödülüne layık görmelerine imkan verdiğini, jüri raporunda da belirtildiği üzere Kibrit Fabrikası’nın özgün yapısına yapılan müdahalelerin olumsuz bulunduğunun belirtildiğini söyledi.”1

Yarışma jüri üyesinin verdiği yanıt, salondaki harareti yüksek “tepkileri” ve “eleştirileri” onaylayan, tansiyonu indirme çabası içinde olan, tarihi bir yapıya yaklaşımın “normal”inin bu projedeki gibi olmadığını, olamayacağını anlatan bir açıklama.

Yarışma kolokyumunda öğrenci grubuna karşı gerçekleşen, sözlü saldırı-konuşmalarına fırsat vermeme-salonu terk etme gibi tepkiler zincirinin iki boyutu üzerinde durulabilir. Biri, daha kısaca değineceğim koruma bilgi alanının “normal”leri. Diğeri, mimarlık ortamındaki tartışma zemininin niteliği, kullanılan terminoloji ve ev sahibi Mimarlar Odası’nın, bünyesinde kurguladığı bir yarışmanın kolokyumunda gerçekleşen bu duruma karşın katılımcılarını sahiplenmemesi ve olağan tepkisizliği.

Birincilik ödülü alan proje görseli; ekip: Ceren Pehlivan
İkincilik ödülü alan proje görseli; ekip: Ufuk Şencanlı, Sena Şeyma Can
Teşvik ödülü alan proje görseli; ekip: Gökhan Yıldız, Yeşim Akbulak
Eşdeğer mansiyon ödülü alan proje görseli; ekip: Gülşah Güneş, Burak Bozkurt, Sümeyye Karakaya

Kolokyumda yaşanan tartışmaya sebep olan projenin koruma yaklaşımı kabaca şöyle: Öğrenci Fikir Yarışması’na katılan (ve hatta ödül alan) öğrencilerin “kiremit fabrikası” iç duvarlarını tamamen kaldırma, var olan yapı strüktürünün çerçevelerini peyzaja taşıma gibi müdahaleleri arasında 80 numaralı projenin, yapının dış kabuğunu ve çatı kaplamasının bir kısmını kaldıran müdahale önerisi diğer önerilerden farklılaşıyor. Yani, tüm iç duvarların yıkılıp, yapıyı bir kabuk olarak kullanmak böylesi bir hezeyana neden olmazken, dış cephenin bir bölümünün kaldırılması-derisinin soyulması, müdahalenin “görünür” olması nedeniyle oldukça radikal, daha doğrusu “normal olmayan” bir yaklaşım olarak değerlendiriliyor ve tepki çekiyor.

Kolokyumda izleyici olarak bulunan bir mimar, 80 numaralı proje öğrencileriyle karşılıklı diyaloğa geçip, aldıkları eğitimin niteliğini, eğitimleri kapsamındaki koruma dersinin yerini sorguluyor. Böylelikle aslında bu yaklaşımın sorumlusunun öğrencilerden ziyade eğitimciler olduğunu belirtiyor. Bunun üzerine 80 numaralı proje grubunun öğrencileri, esasen amaçlarının verimli bir tartışma ortamı yaratmaya çalışmak olduğunu, bu tartışmayı da koruma düşüncesinin kendisini, temellerini ve saiklerini sorgulayarak, çoklukla karşılaşılan “yıktım=korumadım, yıkmadım=korudum” denkleminin indirgeyici çerçevesinden çıkarma girişimiyle açtıklarını, yarışma projesinde ise bu tartışma ekseninde oradaki tarihi dokuya yeni bir katman eklemeyi hedeflediklerini söylemeye çalışıyor. Söylemeye çalışıyor diyorum, çünkü izleyiciler öğrencilerin sözünü kesip, arkaya doğru dönüp, kolunu kaldırıp: “Yıktın mı? Yıktın. Tamam. Konuşulacak bir şey yok. Konu bitmiştir” diyor. Alkışlar eşliğinde salondan bu önermeye karşı bir destek olduğu görünüyor. Görünüyor diyorum, çünkü kolokyumun video görüntülerinde, salonda bulunan çok sayıdaki “üniversite çalışanı-öğretim üyesi” gülüyor, gülümsüyor, başını sallayarak onaylıyor, oldukça memnun bir görüntü sergiliyor. Bir öğrenci grubunun sözünü kesme, hevesini kırma tavrı oradaki meslektaşları rahatsız etmiyor. Salondaki tepkileri bir nebze yatıştırmak için, jürideki koruma uzmanı, isim de belirterek, yukarıdaki alıntıda da geçtiği üzere bu müdahalenin “normalde” “normal” olmadığını, ortamı yatıştırıcı, sakinleştirici, “normalleştirici” açıklamalar yapıyor.

Yarışma kolokyumunda eğitimi sorgulanan kurum Sakarya Üniversitesi Mimarlık Bölümü olduğu için ve kurumdaki koruma derslerinin yürütücüsü ben olduğum için, kendisinin ithamlarına ve ortamdaki bu koruma hassasiyetine, bu hassasiyetlerin hangi şartlarda dile getirilebildiğine, meslek odası yönetimi, yarışma jüri üyeleri ve dinleyicilerin öğrenciye karşı alınan bu tavra karşı en ufak bir tepki vermek, rahatsız olmak şöyle dursun, memnuniyet içerisindeki halleri hakkındaki görüşlerimi bildirmek isterim.

Getirilen eleştirilerin aktarımında kullanılan dili saldırganca bulup, buna rağmen bu üslubu kişinin kendisini bağlar diyerek konuyu geçmeyi anlamlı bulmuyorum. Çünkü, bu örnekteki iki unsur son derece dikkat çekici. Bir; koruma konusundaki bu olağanüstü hassasiyet, iki; mesleki ve akademik ortamlarda öğrenciye karşı alınan tutumun pervasızlığının kimseyi rahatsız etmemesi.

Kültür varlıklarının yıkılması çok kötü bir şey. Hiç şüphesiz. Yıkımların birbiri ardına yaşandığı bu günlerde, kültür varlıklarımızın yıkılması her birimizin yüreğini dağlıyor. Üzülüyoruz. Yıkımlara karşı böylesi bir hassasiyet, böylesi yükselmeler bize alanımızın ve kentimizin meslektaşlarımız tarafından coşkuyla sahiplenildiğini gösteriyor. Ve dolayısıyla günümüzde hunharca gerçekleştirilen bu yıkımlar karşısında bahsi geçen yarışma kolokyumundaki gibi yüksek tonda reaksiyonlar verildiğini görmek, duymak, okumak istiyoruz…

Örneğin AKM… Yıkılmaması için meslek örgütleri ve uzmanlar türlü bilgilendirici açıklamalar yaptılar; ancak yıkım engellenemedi. Yıkımın ardından şu tahrik edici açıklama yapıldı: “Çatlayın, patlayın, AKM’yi yıktık.” Bakıyoruz, öğrencilere bağırıp çağıran kişiler bu konuyla ilgili herhangi bir duygu kabarması yaşamış mı, bir yerde yükselmiş mi? Yok.

Örneğin İller Bankası… Başta Mimarlar Odası Ankara Şubesi olmak üzere pek çok kurum ve uzman kişi görüş bildirip yapının yıkılmaması gerektiği konusunda açıklamalar yaptılar; ancak yıkımı ne yazık ki engelleyemediler. Dönemin belediye başkanı, zafer sarhoşluğuyla yıkım esnasında dozerin önünde ağız dolusu gülerek hatıra fotoğrafı çektirdi. Oldukça kışkırtıcı sayılabilecek bu harekete karşı, öğrencilere bağırıp çağıran bu insanlar, öğrenciler azarlanırken gülümseyen üniversite çalışanları bir reaksiyon göstermiş, bir yerde bir metin, bir görüş paylaşmış mı? Yok.

Örneğin Diyarbakır Suriçi mahallesi… Buldozerlerle dümdüz edildi. Koruma alanının bu duyarlı ve duyguları taşıp öğrenci susturan kişileri bir reaksiyon vermişler mi? Yok. Mimarlar Odası Diyarbakır Şubesi’nin ICOMOS Türkiye ve Uluslararası ICOMOS’a bir açıklama yapmaları talebiyle yazdıkları mektuplara bir cevap dahi gelmediği böylesi günlerde, Kürt yoğunluklu bir bölgede gerçekleşen olağanüstü yıkıcılıkta bir müdahaleye tepki vermek, siyaseten, hukuken ve hatta sosyal anlamda “biraz” riskli… Korumayı seviyoruz, koruma önemli, keşke her şey, her yer korunsa; ancak, o kadar uzun boylu değil elbette… Bu konular zaten korumayla birebir ilgili konular sayılmayabilir; daha siyasi, nasıl desem biraz muhalif, sivri ve uç örnekler. Biz koruma dünyasındaki hassasiyetle ilgilenmek için “siyasi olmayan” konulara geri dönelim en iyisi…

Örneğin İstanbul’da Likör Fabrikası olsun, Beşiktaş Astro Tütün Deposu olsun, Ankara’da Maltepe Havagazı Fabrikası olsun, örnekleri daha çoğaltılabilecek, korunması gerekirken korunamayan ve siyasi bir içeriği olmadığı için esasen mimarlık ve koruma dünyasının daha rahat tepki verebileceği binaların yıkımlarıyla ilgili bu coşkulu korumacı meslektaşların bir reaksiyon verip vermediklerine bakılabilir… Yok. Bu örnekler için de bir duygu kabarması, coşkulu bir korumacı dalgalanma oluşmamış. Hatta birçok skandal yıkımda üniversite kürsülerinde başkanlık yapan, üniversitelerde idari görevleri olan, koruma kurullarında üyelikler yapan koruma uzmanlarının imzaları var. Onlar bu imzaları atmış, ücret karşılığı danışmanlık hizmeti vermiş ve yıkılmaları onaylamışken, bu durumlara bir reaksiyon vermek, en basitinden yılların emeğiyle oluşmuş uzmanlık bilgilerine saygısızlık olurdu. Ayrıca bu uzmanlara eleştiri getirip onlarla ara bozmak pek akıllıca olmaz; ne de olsa camia küçük... Her yerde onlarla karşılaşılıyor; mesleki etkinliklerde, jüri üyeliklerinde, dergi hakem kurullarında, akademik iş başvurularında vs. bu hocalarımız yer alıyor. Bu yıkımlardan söz etmek, yıkımlara karşı bir eleştiri getirmek, siyasi bir eleştiriden dahi tehlikeli olabilir yeri geldiğinde.

Hasılı, yine en güvenlisi ve en kolayı, fikir yarışması için sunulmuş olan bir öğrenci projesine saldırmak, bağırmak, eğitim aldığı bölümü, kurumu, hocasını eleştirmek; bu oldukça tercih edilesi (ve tabi emniyetli) bir yöntem. Bu yarışma kolokyumunda görülen, öğrenciye karşı yapıcı olmayan, bilakis yıpratıcı tutumun benzer örneklerine, mimarlık eğitiminde, proje jürilerinde de denk geliriz kimi zaman. Çünkü karşınızdaki aktör, yarın işinizin düşeceği bir pozisyon sahibi değildir, ne siyasi ne ekonomik ne de idari iktidarı yoktur. İktidar sizdedir ve gerek notla, gerekse kabul-ret kararları aracılığıyla neyin doğru neyin yanlış olduğunu, neyin “normal” neyin normal olmadığını siz bilirsiniz öğrenciden ziyade. Ama karşınızdaki aktörün gücü değiştiği an, doğrular da normaller de değişebilir, değişmese de seslerin tonu düşer, daha çok kapı arkalarında konuşulur.

Bir Anadolu üniversitesinden ödül almış bir grup öğrencinin sözlü saldırıya uğrayıp susturulduğu bir ortamda, o ortamın ev sahipliğini yapan meslek odasının bu duruma müdahale etmesi gerekmez mi? Henüz kendi delegesini sahiplenemeyen, sahiplenme gerekliliğini ve sorumluluğunu anlamamakta ısrar eden bir meslek odası yönetimi, yarışma katılımcısı, herhangi bir iktidarı olmayan bir öğrenci grubunu mu savunacaktı ki? O salonda bulunan ve üniversitelerde çalışan “akademisyenlerin”, öğrenci grubuna (ve bir mimarlık okulunda verilen eğitime) yapılan bu hararetli saldırı karşısındaki tepkisizliği yakışık alır mı? Mesleğini öğrencilerle birlikte, onlardan beslenerek ve onlarla birlikte öğrenerek geçirmeye adamış akademisyenler bir öğrenci grubunun susturulmasına nasıl kayıtsız kalabilir? Cevap Nazım’dan gelsin: “…hiçbir şeyi, hiç kimseyi sevmemiş, bir köpeklerle kedileri, ama yalnız kendininkileri.”2 İnanıyorum ki, orada bulunan her bir “akademisyen” kendi çalıştıkları kurumdaki bir öğrenci topluluğuna bu tarz bir davranışa kayıtsız kalamazdı.

Sakarya Üniversitesi Mimarlık Bölümü öğrencilerinin çok iyi bildiği gibi, herkes gibi olmayan tutumlar, “normal”in dışındaki arayışlar hiçbir yerde alkışlanıp takdir edilmemekte. Çoğunluğa uyulduğunda, “normal” olunduğunda; hayatın, mesleğin, akademinin ne kadar konforlu ve sorunsuz yaşanır olduğunu gözlemleyebiliyorlar. Kolayca ikna olmayan ve her durum için sorgulama alışkanlığı kazanan kişilerin pek çok farklı içeriklerde bedel ödemek zorunda olduğunu, Sakarya Üniversitesi Mimarlık Bölümü öğrencileri kadar yakından deneyimleyen bir öğrenci grubu olmadığını rahatlıkla iddia edebilirim.

Son olarak, böylesi bir koruma müdahalesine karşı bazı görüşler öne sürmek isterim, zira, kolokyumda ismim de zikredilerek, bana sorulsa bu müdahalenin “normal” ya da “doğru” olmadığını söyleyeceğim belirtilmiş.

Muhafazakar bir koruma “uzmanı” olarak değil, ama amatör bir koruma geleneği sempatizanı olarak, öğrencilerin yaptıkları açıklamaya ekleyeceğim pek de bir şey yok. Koruma bilgi ve pratik alanının, mimarlık tasarım alanından bu kadar mesafelenmesini, koruma konusunun binanın dış kabuğunun yıkılıp yıkılmamış olmasına indirgenmesiyle ve bu tür bir indirgemenin her türlü çifte standarda çanak tutma potansiyeliyle ilişkili görüyorum. Koruma eğitiminde sadece yasa ve tarih anlatıp, 55 yıl önceki tüzüğü anayasallaştırıp, geleneksel ve yerel pratiğe teması kısıtlayıp, değerler sistemine derinleşmeyen bir koruma eğitiminin tam da yıkmak-yıkmamak tartışması sığlığında kalacağını düşünüyorum. Çok şanslıyım ki, ben ufkumu açan kişilerden aldım koruma eğitimimi, biz de bölümümüzde öğrencilerimize benzer bir zihin açıklığı kazandırmaya çaba gösteriyoruz. Değerlendirme yetilerini geliştirmelerine, kabul ve uzlaşıyı reddedip sürekli sorgulayıp onları sürekli araştırmaya sevk etmeye önem veriyoruz; çıkar durumuna göre değiştiğine tanık olageldiğimiz o malum normalleri ve sözde doğruları aktarmıyoruz. Doğruyu arayıp bulmalarını, onu değerler ve erdemler üzerinden kendilerinin inşa etmelerini sağlamaya çalışıyoruz. Bilgi sahibi uzman bir koruma ya da mimarlık insanı değil, koruma ve mimarlık değerleri yaratacak insanlar olmalarına katkı sağlamak önceliğimiz.

Koruma bilgi kuramı ve metodolojisi, bizlerden bağımsız, kuru bir kurallar ve kararlar kümesi değildir. Değerler sistemine temellenir ve bu değerleri zaman içinde değiştirecek ve geliştirecek olanlar da öğrenciler ve genç akademisyenlerdir. Dolayısıyla “Senem hocanıza sorsaydınız, o size bunun yanlış olduğunu söylerdi,” sözü doğru bir tahmin değil; ne kadar kötüye kullanılabildiğini defalarca gördüğümüz “yanlışlar ve doğrular” kılavuzunu vermiyoruz, doğruyu inşa etmeye cüret etmeleri için yüreklendiriyoruz. Koruma bilincine yerleşmiş olan doktrinleri olduğu gibi kabul ettirmeyi değil, bu doktrinlerin anlamlarını değiştirecek cesareti göstermelerini talep ediyoruz. Bir şeyi ne “yıktırtarak” ne de “yıkılmasını zinhar yasaklayarak” yapıyoruz bunu. Göreli, değişen tutumlara ve denemelere kalkışabilirler öğrenciler; üniversiteler, hele ki yarışmalar tam da bunların gerçekleştirilmesi beklenen yerlerdir. Üniversitede bu yapılmayacaksa, konuyla ilgilenen kişiler, piyasada açılabilecek koruma kurslarına, dershanelerine gidip koruma literatüründen, tarihinden, kurallarından ve yasalarından oluşan “koruma normallerini” ya da “koruma doğrularını” öğrenebilirlerdi. Üniversiteler bu normallerin ve normların sarsılacağı, sorgulanacağı ve tam da bu sayede geliştirileceği yerlerdir. Bilgi ile bilgelik arasında sıkı ve karşılıklı, fakat belirli bir çizgisel artışa dayanmayan ilişkiden söz edilecek olursa, koruma bilgisine sahip olmanın, koruma konusundaki bilgeliği peşi sıra getirmediği görülecektir. Yazının başındaki skandal yıkımlara kapalı kapılar ardında verilen onaylar veya “yahu ben mi kurtarıcam” alt-metinli tepkisizlikler koruma bilgisizliğinden kaynaklanmıyor, bilgi yoğunlaşsa dahi içselleştirilerek değerlere oturmadığından damıtılamamasından, bilgeliğe erişememekten kaynaklanıyor.

Yeni fikirlere önyargılı, hatta neredeyse düşmanca yaklaşım sadece korumanın muhafazakar tarafıyla açıklanmaya kalkışılırsa eksik kalır. Bu aynı zamanda “yeni bir şey söyleme, yeni bir şey söylemeyi sakın deneme bile, sakin ve güvenli suları bulandırma, dokunma yani koru, yıkacaksan da içten yık görünür olmasın, kafaları karıştırma” tutumundan kaynaklanıyor.

Gerektiğinde ve günü geldiğinde her ama her şey yıkılabilir ve hatta yıkılacaktır, hem de tam olarak “korumayı” gerçekleştirebilmek için... Aydınlığı, bilimi, özgürlüğü, akademik ortamı kurmak ve yeniden inşa etmek için “yıkmak” gerekecektir. Einstein, “Eğer cesaret edemez ve istemezsen yapamazsın”3 diyor. Herhangi bir tür cesareti olmayan, itiraz etme cüretleri sadece öğrenciye yeten hararetli meslektaşların, korumaya en ufak faydaları olabileceğini düşünmüyorum. Dünyadaki tüm kültür varlıklarının yıkılmasını engelleyebilseler bile, koruma değerlerine ve koruma bilgi alanına katkıları olamayacaktır.

Özelde koruma bilgi alanının, genelde mimarlık mesleğinin cüretkar ve uzlaşı yoluna gitmeyen insanlara, fikirlere ve eylemliliklere çok ihtiyacı var. Mesleğini tam da bu doğrultuda gerçekleştiren meslektaşımız Cem Dursun aylardır halk için mimarlık yapması nedeniyle tutukluyken, Anadolu üniversitelerinden bir öğrenci grubunun cüretkar koruma denemeleri ve bunu ellerinden geldiğince savunmaya çalışmaları bence umut verici.

Mimar Cem Dursun 200 gündür tutuklu.

NOTLAR
1 https://yarismo.org/arsiv-detay.php?id=308&yarisma=menekse-kibrit-fabrikasi-ve-yakin-cevresi-yeniden-canlandirma--ulusal-ogrenci-mimari-fikir-projesi-yarismasi
2 Nazım Hikmet, İstanbul'dan Mektup
3 Einstein, 2006, Bilim ve Felsefe Yazıları, İstanbul: Say Yayınları

Etiketler: