Ölçeklerarası Müzakere

EZGİ TEZCAN PETER BARBER

“Geleceğin Kentleri, Kentlerin Geleceği” başlıklı 3. Yeşil Binalar ve Ötesi Konferansı’na konuk olan Peter Barber ile neoliberal kentsel politikalar altında şekillenen sosyal konutları ve katılımcı mimarlık olanaklarını konuştuk.

Ezgi Tezcan: Londra ya da İstanbul gibi neoliberal politikalarla şekillenen kentlerde, mimarlığın bu tip üretim süreçlerinin dışına çıkma ve bu politikalara yönelik eleştiri geliştirme yolları neler olabilir sizce?
Peter Barber: Bana kalırsa, Londra belediye başkanı iyi kentsel politikalar üretiyor; kentsel yoğunlaşmayı vurguluyor. Fakat sorun şu ki, sahip olduğu güç kentin dışında kalan ilçelere uzanamıyor. Banliyö ilçeleri, yoğunlaşma fikrine karşı direniyor. Biz de işlerimizin çoğunu, pek çok konut inşa edebileceğimizi düşündüğüm Londra çeperlerinde gerçekleştiriyoruz. Londra’da devasa bir konut sorunu var şu anda ve bu nedenle pek çok kötü olay yaşanıyor ama bana kalırsa bu meseleyi çözecek kilit, ihtiyaç duyulan konutları inşa edeceksek şayet, çeper ilçelerdir. Ne yazık ki ne kadar iyi politika üretirse üretsin merkezi bir güce sahip olan başkanın sesi buralarda duyulmuyor. Londra’da merkezin dışında düşük bir nüfus yoğunluğu var ve bu şekilde kalsın istiyorlar. Bu nedenle de üretilen kentsel politikalara karşı çıkıyorlar. Başkanın etkin bir yol izleyebilmesi için hükümetin Enfield, Greenwich, Newham gibi ilçeleri otopark gerekliliklerini, mahremiyet anlayışlarını, sahip oldukları yeşil alanları esnetmeleri ve yoğunluğun bir kısmını yüklenmeyi kabul etmeleri yönünde zorlaması gerekiyor.

ET: Peki bu noktada mimarlık sahip olduğu tasarım yetisi ile bu sürece nasıl dahil olabilir? Sosyal dinamikleri ve etkileşimleri konut üretimi ile düzenleyip yeniden üretebilir miyiz?
PB: Oldukça yalın terimlerle ifade etmek gerekirse, yapı stokunun yüzde yetmişinin konut olduğu Londra gibi bir şehirde, konut tasarlamak demek şehri tasarlamak demek. Hangi ölçekte olursa olsun şehirde konut tasarlıyorsanız bunun olası tüm sonuçlarını düşünmeniz gerekir. Burada toplumdan anladığımız, gelir dağılımı dengeli olan ve farklı arka planlarla sahip insanları, sosyoekonomik grupları ve farklı etnik kökenleri barındıran bir toplumsa şayet, sokak-tabanlı bir şehir, sokak-tabanlı bir yerleşim ve konutların etrafında yarattığımız kamusal mekanlar bu toplumun anahtarıdır bana kalırsa. Bunu söylerken konutların iç mekanını kastetmiyorum, daha ziyade üst ölçekte nasıl organize olunması gerektiğinden bahsediyorum.

Grahame Park, Pegasus Court, 2016
Donnybrook konut projesi, 2006
Hafer Road Paylaşımlı Konut Projesi, 2016

ET: Fakat sosyal etkileşimleri ve birlikteliği kuracak çözümleri tasarım yöntemlerinizle üretmeye çalıştığınızı düşünüyorum. Dolayısıyla bu türden ilişkileri kentsel organizasyonun yanı sıra daha küçük ölçeklerde tesis etmek de mümkün, öyle değil mi?
PB: Tabi. Bazen büyük apartmanlar tasarlasak da konut projelerimizin çoğu nispeten alçak katlı fakat yüksek yoğunluklu çünkü program, proje alanının tümünü kapsıyor. Sokaklar da oldukça dar. Dolayısıyla imar planındaki rakamlara, bu yüksekliklerde alanın tümünü kullanarak ulaşabiliyoruz. Gençken kamu eliyle üretilen konut projelerinde çalıştım ve gördüm ki insanların evleri konusunda çok çeşitli görüşleri var ama ortak bir noktada buluşuluyor: Pek çok insan “Evimin sokağa açılmasını isterim.” diyor. Buna bağlı olarak da projelerimizde tekil birimlerin bizzat sokakla nasıl ilişki kuracağı üzerine kafa yoruyoruz. Bazı projelerimizde oldukça temel bir mimari eleman olan kemerli arkadlar tasarladık. Evin sokakla kurduğu ilişkiyi okuyabilir, insanların buraya saksılarıyla çiçeklerini çıkardıklarını ve burada oturduklarını görürsünüz. Bu arkadlar insanların mahalleleriyle bağ kurdukları mekanlar haline gelir. Sonuç olarak evet, stratejik bir konut planının ve sokakla kurulan ilişkinin ardından sıra detaylara gelir: tıpkı bir cumba gibi. Biri evin içinde otururken sokağı izleyebilir ve hatta bu cumbalar çoğu zaman birer vitrine dönüşür. İnsanlar buraya çiçeklerini, çocuklarının oyuncak ayılarını koyarlar, otururlar ve böylece kendileri de dışarıdan görülebilir olurlar. Bu mimari detaylar da oldukça önemli.

ET: Konut üretiminde, tüm paydaşlar değil, yalnızca bazı aktörler etkin rol oynuyor. Dolayısıyla uzun zamandır kendi yaşam alanlarını tasarlama yetisine sahip olmuş olan bireyler bu sürece yabancılaşıyor. Katılımcı mimarlık pratikleri bağlamında bütün paydaşların sürece katılımını sağlamak için ne yapılabilir sizce?
PB: Evet, bu oldukça zor, öyle değil mi? Her şeyden önce iyi bir planınız olmalı; ekonomik ve aynı zamanda stratejik bir plan. Bu, yukarıdan aşağı uzanan bir fikir akışı ve bence çok önemli. Bir yandan da bu süreçte kimlerin yetkin olduğunu tespit edebilmekle de ilgili ki bu da çok zor. Demek istediğim, katılımcı süreçleri gerçekleştirmenin birçok yolu var gibi görünüyor. Amsterdam’ın banliyölerinde gerçekleştirilmiş bir proje var örneğin. Alanı ızgara sistemle bölerek parçaları teker teker sattılar. Master plana, sokak ve bölgelemelere sadık kalarak herkes kendi alanında istediğini yapmakta özgürdü. Yeteri kadar parası olan insanlar mimar tuttular. Sonunda renkli ve çeşitlilik içeren bir sokak ortaya çıktı.

Yakınlarda Uruguay’da yapılan sosyal konutları keşfetme fırsatı buldum. Orada küçük bir kooperatif kurmuşlar; devlet eliyle konut üretiminden ziyade ev yapmak için paraya ihtiyaç duyanlar bu kooperatife başvuruyor, devlet fonundan faydalanarak kendi mimarlarını tutuyorlar ve evlerinin tasarımında söz sahibi oluyorlar. Ayrıca Elemental’in evlerin yarısını tamamlayıp diğer yarısını evin sahiplerinin tamamlaması üzere ayırdığı dünyaca bilinen projesi de bunun bir örneği. Benim çok sevdiğim, 1960’larda Londra’nın çeperlerinde hükümete vergilendirme yoluyla ucuz ve ücretsiz konut inşa eden bir grup var. Camden’de, çok güzel bir iş bu. Bunların her biri farklı stratejiler. Haklısınız, kullanıcıların tasarımda söz sahibi olacakları yeni bir sosyal konut yöntemi bulmalıyız. Kullanıcılar bugün de tercihlerini belirtiyorlar ama bu çoğunlukla giriş kapısının rengini seçmekten öteye geçmiyor ve esas mesele kesinlikle bu değil.

ET: Yaşama ve çalışma alışkanlıklarımız sürekli değişiyor, teknolojik gelişmeler de bunda etkili oluyor. 21. yüzyıl yaşama biçimlerinin kentlerin geleceğindeki önemi nedir sizce?
PB: Bazıları dijital teknolojilerin her şeyi değiştirdiğini düşünüyor. Ki belli noktalarda öyle, fakat bu tümüyle teknolojiyle mi alakalı emin değilim. Bence, teknoloji kenti daha önemli bir yere yerleştiriyor. Kent, teknolojinin etkisiyle izole olmuş insanları bir araya getirmek için bir potansiyel sunuyor. Eskiden insanlar büyük fabrikalarda yüzlerce başka insanla beraber çalışırdı. İletişim kurarlar, sendikalar kurarlar ve güçlü olurlardı; herkesin ayrı yerlerde yaşayıp çalıştığı günümüz koşullarına kıyasla son derece kolektif. Bu nedenle kentin, fiziki mekanın, toplanmak için her geçen gün daha fazla önem kazandığını düşünüyorum. Yaşam kalıpları Londra’da küçük evler lehine değişiyor. Fakat hala iki ebeveyn, iki çocuk ve güzel bir eve yönelik muhafazakar aile görüşü de hüküm sürüyor. Bana kalırsa gelecek bundan oldukça farklı olacak. Bu nedenle müşterek mekanların bulunduğu kooperatif evlerine bakmamız lazım. Özel alanlarımıza ve mahremiyete duyduğumuz ihtiyacın yanı sıra birbirimize de ihtiyacımız var.

ET: Londra’da, koruma yaklaşımı ve kentsel dönüşüm arasındaki gerilimde bir mimar olarak nasıl stratejiler geliştiriyorsunuz. Bu gerilimi nasıl yönetiyorsunuz?
PB: Evet, oldukça gelişmiş bir koruma sistemimiz var, tarihi ve tescilli yapıları koruma altına alıyoruz. Bunun yapılı çevrenin sürekliliği için çok önemli olduğunu düşünüyorum ve bu yalnızca tarihi anıtların korunmasıyla ilgili değil, mevcut toplulukların korunmasıyla da alakalı. Konutun metalaşması ve toprağa dayalı ekonominin kızışmasıyla gerçekleşen şeylerden bir tanesi de büyük kurumsal ve küresel sermayenin kente girip bütün mahalleleri yerle bir etmesi. Toplulukları ve yerleşmiş işletmeleri yerlerinden etmesi… Sıradan insanları korurken bir yandan da yeni binalar inşa etmeyi mümkün kılacak planlara ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Hükümetimizin “laissez faire” (bırakınız yapsınlar) düşüncesiyle hareket ettiğini görüyorum. Oysa yapılması gereken gelişme için kaynakları nereye yatıracağımızı ortaya koyan akılcı bir kent planı.

Etiketler:

İlgili İçerikler: