Ölçeksizlikte Yer Bulma

ARZU NUHOĞLU

Peyzaj, kentlerimiz dönüşürken meselenin hangi aşamasında, ne oranda, hangi şiddette yer alıyor? Aslında bir görünmezlik kılıfı ile hareket ediyor diyebiliriz. Görünür, tanınır ve istenir olduğu durumlarda ise sadece görsel kaygıları yok eden, yaratılması planlanan yaşam alanlarının alıcısı tarafından beğenilmesini sağlayan, cazibeyi arttıran, tasarımı biçimsel düzeyde sürdürülebilir/ekolojik/doğal kılan bir araç oluyor. Projeleri kurtaran kahraman peyzaj, kentsel ilişkiler yeniden kurgulanıp dönüştürülürken kentin yeni yüzüne canlılık getirmek için kullanılan kent botoksu.

Acımasız gelebilir ancak bunlar önümden gelip geçen ve halen çalışmakta olduğum projelerde meslek pratiğini hayata geçirirken yapılan işlere büyüteçle baktığım zaman gördüğüm detayların bir özeti. Kentler dönüşürken peyzaj “yapılı çevre mevzuatı” bariyerine çarpıyor; dönüşüm, adaların içlerinde hapsediliyor. Peyzaj enstrümanının kapsayıcısı olan; kent bütünü içinde ulaşım ağına yapılan bağlantılar, sosyal yaşam alanlarının tasarlanması, çevre ilişkilerinin kurulması, park ihtiyacının karşılanması ve donatılar gibi konular ıskalanıyor.

Yersiz, ölçeksiz, hoyrat ve kent ekolojisiyle ilişkilenemeyen projelerin ayrıca “biçerdöver” etkisi ile uygulanıyor olması, oyunu kuran, oynayan aktörlerin kontrolü yitirmelerine, hızlı üretim sürecinin olumsuzluklarını yüklenmelerine neden oluyor. Sonuç, amacı kentlinin yaşam kalitesini artırmak olan fiziksel, sosyal, kültürel dönüşüm değil, kullanıcının yabancılaştığı, sahiplenmekte zorlandığı bir çevre oluyor. Dönüşüm sürecindeki hız aynı zamanda sağlık koşullarını da tehdit eder nitelikte. Yıkımların oluşturduğu ortam “Kentsel Dönüşüm Kaynaklı Alerjik Astım” gibi hastalık tanılarını hayatımıza sokmuş durumda.

Sonuçlarını görmeye başladığımız dönüşüm hamlesi 1999’daki Marmara Depremi sonrası başlayan bir süreç. Dönüşüm çarkının ürünü olan fiziksel çevrenin plansız olduğu, eklektik yapı gösterdiği, kamusal alan kullanımlarına, çağdaş altyapı olanaklarına zarar vererek biçimlenmiş olduğu, büyük ölçekli projelerin kent belleğine zarar verdiği, kentle kurulan aidiyet ilişkilerinin zayıfladığı gibi tespitler, konunun bütüncül olarak ele alınmadığını, disiplinlerarası etkileşimin ise gereklilik düzeyinde kaldığını gösteriyor.

Yer aldığım projelerde konunun yoğun emsallerle kısırlaştığını, yatayda gelişen peyzaj alanlarının yapı strüktürleri üzerinde gelişmeye çalışan fiktif peyzajlar olduğunu, dikeyde vücut bulanların ise kat bahçesi ve/veya çatı bahçesi olamama hallerinin yönetmelikler, teknik çözümsüzlükler sarmalında döndüğünü görüyorum. Şu anda belli kesitlerde, katmanlar arasında tasarlanan mekanlarda, algıyı yönetmemize aracılık eden kolaj peyzajlar ürettiğimizi düşünüyorum. Yaptığımız işte sağlam demir atabilmek ise stratejisi geliştirilmiş, hikayesi yazılmış kentsel bir senaryo içinde, doğru rolü aldığımızda olacak.

Bizler, bu çağda üretenler, zamana karşı ve işveren için çalıştığımız yanılsamasını aşmalı ve esas işimizin insan odaklı olduğunu hep hatırlamalıyız. Kentin sahiplerini göz ardı eden, onların istek ve davranış biçimini yadsıyan planlama ve tasarım anlayışının mümkün olamayacağını kabul etmemiz gerekiyor. Etki ve etkileşimin formüle edildiği, sentezlendiği tasarım modelleri üzerinde çalışmalıyız. Müdahale edilecek alanların DNA’sını anlamalıyız. Peyzaj mimarı olarak farklı ve çeşitli ölçeklerdeki yaşam alanlarını deşifre etme, tanımlama, kurgulama, fiziki ve doğal çevreye adaptasyonunu sağlama konforuna sahip olduğumuzu hatırlamalı, çalışmalı ve bunu uygulamalıyız. Kendi içinde karma/disiplinlerarası bir özellik taşıyan bu yaratımı kullanmalıyız.

Sahip olduğum sıfat “peyzaj mimarı” ancak belki daha önemlisi bir “kentli” olarak farkındalık için bazı kentsel dönüşüm kararlarının uygulamaya geçmesi ile olabilecekleri gösteren Ekümenopolis: Ucu Olmayan Şehir belgeselini örnek gösterebilirim. Mimar Mücella Yapıcı’nın belgeselde Doğan Kuban’dan referansla ifade ettiği üzere: “İstanbul'daki ekolojik eşikleri aştınız, nüfus eşiklerini aştınız, ekonomik eşikleri aştınız. Nereye gidecek bunun sonu derseniz, Doğan Kuban'ın söylediği şeyi söyleyeceğim size: kaos.”

Altı yıl sonra neredeyiz?

Doğan Kuban’nın Eylül 2016’da yayınlanan yazısını okumanızı tavsiye ederim.

Tek görsel de Murat Germen’in Muta-morfoz serisinden.

Muta-morfoz - Gültepe, İstanbul (2014) / Murat Germen

Sonsöz ise Hüseyin Yanar’dan:
“Giderek özellikle bizim mimarlık dünyamızda kentlerimizin nefes alamaz hale geldiği, beton ormanlar peyzajına döndüğü bu ortamda, nasıl bina yapmaya değil tersine nasıl bina yapmamaya, daha az bina yapmaya, hatta var olanları her nasılsa kullanmaya yönelik bir sisteme, bir anlayışa ve eğitime doğru gitmek gerekiyor. Mimarlığı ekonomilerin lokomotifi olma durumundan kurtarmak gerekiyor; her yeri, yeri göğü para adına beton ormanlarına döndürmeden, tam anlamı ile yeşilsiz, doğasız bir dünyada yaşamak istemiyorsak belki de.”

Etiketler:

İlgili İçerikler: