Ortaklaşa Çalışma ve Diyalog Süreçleri

MARY NASSİ

16.Venedik Mimarlık Bienali’nin, bu yılın küratörleri Yvonne Farrell ve Shelley McNamara tarafından belirlenmiş başlığı ve bir şekilde müphem olan manifestosu, ulusal ve bireysel katılımcılara yorum yapmaları için epey serbest mekan bıraktı.

Çok defa yüksek sesli manifestoların ve şatafatlı mimari beyanların mekanları olan Giardini ve Arsenale’nin sergi mekanları ve ulusal pavyonlar bu sene, serbest mekanla karşılaşmak için sınırlı imkan sunuyor. Yine de, temanın hayli politik çağrışımlarını kapan projeler ve katılımcılar da yok değildi. Açılış manifestosunun belirsizliğiyle saman altı edilmiş bu politik çağrışımlar, serbest mekanın mimarlık ve toplumlar için neyi işaret ettiğine, ne olduğuna ve olabileceğine göz atma imkanı verdi.

Serbest mekan kavramı ile alanları (territory) bölen, uyruk ve vatandaşlık tanımlarıyla erişimi kısıtlayan “sınır” kavramından daha güçlü çelişen bir imge yok. Bu sene Dimensions of Citizenship (Vatandaşlığın Boyutları) ile bienale katılan Amerika Birleşik Devletleri konuyu, sadece ABD’de (sınır duvarı gerçeği göz önüne alındığında) değil, küresel olarak da bugüne uygun, taze ve derinlikli bir biçimde ele alıyor. “Mimarlık, vatandaşlığın rizomatik ve paradoksal hallerine nasıl karşılık verebilir, onları nasıl şekillendirebilir ve ifade edebilir?” Bu soruyla mimarlığın (mekansal) eşitsizliklerin baskılayıcı halleriyle karşılaştığında disiplinlerarası ve politik olarak daha bilinçli mekan yaklaşımlarına bir adım daha yaklaşabileceğini (ve yaklaşması gerektiğini) öneriyor. Pavyonda vatandaşlığın yasal, kültürel ve ekolojik yönlerini çeşitli medyalar üzerinden ve farklı ölçeklerde izlemek mümkün. Bu da bizi bu meseleye “tasarım için potansiyel mekanları aktive etmenin” tek yolu olarak taze bir bakışla bir kez daha incelemeye davet ediyor.

Belçika Pavyonu, Eurotopie, fotoğraf: Italo Rondinella
Picnic on Liberty Bridge, fotoğraf: Norbert Hartyanyi
İngiltere Pavyonu, Island, fotoğraf: Italo Rondinella
Litvanya Pavyonu, The Swamp School, fotoğraf: Andrea Avezzù
Türkiye Pavyonu, Vardiya, fotoğraf: Francesco Galli
Türkiye Pavyonu, Vardiya, fotoğraf: Francesco Galli

Bu bağlamda, Belçikalı küratör ekibinin yaklaşımı ise en hafif tabirle başka telden çalıyor. Bu seneki serginin hayli Avrupa merkezli yaklaşımı, şakacı başlığıyla Eurotopie, Avrupa Birliği ofislerinin yoğun olarak konumlandığı mahallelerdeki demokratik ve kentli mekanların yetersizliğini vurguluyor. Pavyonun içinde masmavi bir “agora”, diyalog ve tefekkür mekanı yaratıyor. Avrupa kurumlarının radikal(?) bir şekilde demokratikleşmesi ve vatandaşlarıyla arasındaki müzakere mekanlarının çoğaltılması için yapılan bu çağrı ilk başta, Avrupa’daki statükoya yönelik oldukça iyi bir duruş gibi geliyor. Ancak bir kez daha bakınca Avrupa’nın içindeki ve özellikle sınırları boyunca vuku bulan acı gerçeklere tamamen duyarsız kaldığı görülüyor. Serbest mekan kavramına Avrupa düzleminden yaklaşıldığında bir başka gerçeklikte kan döken sınır “duvarları”nı yükselten ve utanç verici mülteci merkezlerini inşa eden Avrupa Kalesi, içine hapsedilmiş Avrupa vatandaşlığı kavramının güçlendirilmesiyle pek de uyuşmuyor sanki.

Gerçi mimarlığı her zaman için olduğu gibi bugün de tanımlayan çeşitli küresel gerçeklikler ve iktidar ilişkileri düşünüldüğünde böylesi bir tereddüt hiç de şaşırtıcı değil, hele de Venedik Mimarlık Bienali’nin korunaklı elit buluşmasında. Varşova’dan Filistin’e, pek çoklarının mekansal gerçekliklerini tanımlayan yükselen milliyetçilikler, serbest mekan mozaiğinin bugünü küresel olarak nasıl şekillendirdiğine dair tanımlayıcı parametreler olarak ortalıkta yok. Ama yine de, serbest mekanın tanımlarını başarıyla yorumlayan ya da mekanın nasıl yaşanabileceğine ya da özgürleştirici olabileceğine dair süreçlere odaklanan projeler mevcut.

Başlıca mimarlık sorularından biri olan “Kamusal alanı serbest kılan nedir?”i soran Macaristan ekibi bize, şehrin köprülerinden birinin “özgürleşme” hikayesinin iyi tasarlanmış ve nokta atışı yapan anlatısını veriyor. Özgürlüğün ve isyanın simgesi olan Liberty (Özgürlük) Köprüsü grevler, protestolara ev sahipliği yapmasıyla biliniyor. Bu mekansal deneyimler 2016’da kentlilerin yeni bir kamusal alan talepleriyle köprüyü işgal etmesiyle sonuçlanmış. Köprü, yenileme çalışmaları için trafiğe kapatıldıktan sonra gençlerle, bisikletçilerle, yayalarla dolu; pikniklere, yoga derslerine ve canlı müziğe ev sahipliği yapan kendiliğinden bir açık kamusal alan haline gelmiş. İncelikle tasarlanmış sergi dışında göze çarpan şey, pavyonun atriyumundan başlayarak çatıya çıkan metal merdiven yerleştirmesi. Ziyaretçiler inip çıktıkça metal strüktüre çarpan ayak sesleri, bir şekilde Özgürlük Köprüsü’ne ya da kentsel altyapının başka büyük bir parçasına tırmanıyormuş gibi yankılanıyor ve kentsel mekanı yeniden talep etme, ona yeniden yerleşme ve onu yeniden keşfetme fantezisini besliyor.

Mekana yerleşmenin bu kendiliğinden, enformel biçiminin verdiği his, İngiliz Pavyonu’nu çevreleyen ve çatıya tırmanan, bir tür yeni kamusal mekan olarak hayal edilmiş benzer bir metal strüktür tasarlayan İngiliz Caruso St John ve sanatçı Marcus Taylor’ın da niyeti. Pavyon kendi başına boş ama hepten boş kalmayacak zira küratörler “şiir, performans ve filmin yanı sıra mimari tartışmaları da barındıran bir etkinlik programı” planlamışlar. Bu iki zıt “serbest” mekan bazı ilginç metaforlar üretiyor (esasen çoğu Brexit üzerine) ama fikir bu serbestlikten aldığı tüm ivmesini bienalin bilet ödeyip girilen alanı içine yerleştirilmiş olmasıyla kaybediyor hemen hemen.

Türkiye Pavyonu ekibi bu sene Vardiya projesi aracılığıyla, diğer şeylerin yanı sıra, bienalin kendisinin doğrudan mekansal doğası üzerine bir yorum yapmayı amaçlamış. İnovatif proje, farklı ülkelerden 122 öğrenciyi atölyeler, seminerler ve buluşmalar serisine katılmaya ve sergi malzemelerinin etkin üreticisi olmaya davet ederek “Türkiye Pavyonu’nu geçici konaklama, üretim ve karşılaşmaya yönelik bir açık mekana dönüştürecek kamusal etkinliklerle dolu bir program öneriyor”.

Benzer şekilde, Arsenale’nin hemen dışına yerleşen, Mimarlık Bienali’nin ilk Litvanya Pavyonu’nda The Swamp School (Bataklık Okulu) projesiyle tanışıyoruz; atölyelere, tartışmalara ve diğer işbirlikçi deneme pratiklerine ev sahipliği yapan, yaratıcılarının tanımladığı sözlerle “mimari ve sanatsal pratiğin beklenmedik karşılaşmaları için bir serbest mekan”. Proje, sergi mekanının kendisinin farklı kullanımını önerirken ulus-aşırı krizler çağında, ulusa özgü temsil fikrine karşı eleştirel bir bakış kuruyor.

Daha çok Vardiya örneğinde de olduğu gibi, mimarlığın ne olduğuna ya da ne olması gerektiğine dair kapalı, sonu belli önermeler bulamayacaksınız ülke pavyonlarında. Bunun yerine ortaklaşa, işbirlikçi çalışmalar ve anlamlı diyalog süreçleriyle karşılaşacaksınız. Erişilebilirlik ya da açıklık meselelerine kafa yorarken, büyük olasılıkla serbest mekan söylemine en büyük katkıları, bir açık öğrenme ortamı ve kısıtlanmamış etkileşim ve yaratım mekanları olarak mimarlık ve sanata karşı hem teorik hem de uygulamalı yaklaşımları. Biz mimarların bu geniş ve heyecan verici kavram olan olan serbest mekanı nasıl yorumlayacağımıza dair çok çeşitli görüşler arasından keşfetmeye değer olanı bu bence.

Etiketler:

İlgili İçerikler: