Planlı Eskitilen Mimarlık: Yap, Yık, At

BERRAK KIRBAŞ AKYÜREK

Sıklıkla değiştirilen cep telefonları, tamir edilemeyen teknolojik ürünler; yazıcılar, bilgisayarlar, fotoğraf makineleri… Hızla yıprandıkları için bir mevsimden fazla kullanılamayan kıyafetler, aksesuarlar ve “eskidiği” için “yenisi” ile değiştirdiğimiz sayısız ürün… Tüm bu durumlara aşina olduğumuzdan, bunların günlük ve sıradan meseleler haline geldiklerinden bahsetmek sanıyorum ki yanlış olmayacaktır. Çünkü tüketerek üretimin devamlılığını sağlamaya yönelik bir ekonomi stratejisi olan planlı eskitme, uzun yıllardır kasıtlı ve öngörülmüş biçimde tüketicileri “yeni” olanı satın almaya yönlendiriyor.1

Kişisel deneyimlerimiz günümüzde planlı eskitmenin varlığını kanıtlarken, farklı türlerine de işaret eder. Öyle ki yeni aldığımız bir kıyafetin birkaç yıkama sonrası giyilemez hale gelmesi üretim aşamasında planlanmış fiziksel bir eskitmedir. Aldığımız bir kıyafeti hala kullanılabilir olmasına karşın modası geçtiği için giymeyi bırakıp başka ürünler satın almamız ise arzuların eskimesidir. Telefonumuza gelen son güncelleme ile bir anda batarya ömrünün kısalması ise “bilişsel” bir eskitme olarak günümüze ait bir uygulamadır. Ürünlerin yeniden ve tekrar tekrar tasarlanma zorunluluğu teknolojik gelişmelere ortam sağlıyor. Diğer yandan, bir anda yok ol(a)mayacağı için varlığını “atık” halde devam ettiren “eskimiş” elektronik aletler ve onların oluşturdukları çöp adaları planlı eskitmenin bir ekonomi stratejisinden küresel bir soruna evrildiğinin bir göstergesi.

Gana'daki elektronik atıklar
Okyanuslardaki çöp adaları
Yap, Yık, At

Bu noktada, bir mimar olarak, mimarlığın eskimesi ve planlı olarak eskitilmesi üzerine aklımda çok sayıda soru beliriyor. Elbette ki mimarlık, yapılar ve kentler, eski bir parça kumaş veya bozuk bir telefon gibi atılamaz. Mimarlığın içinde barındırdığı sayısız yöntem ve teknikle, fiziksel eskime ve malzeme ömrü ile mücadele etmek mümkün. Peki ya o zaman neden binalar yıkılıp yerine tekrar ve tekrar yenileri inşa edilir? Ürünlerdeki kullan-at stratejisi mimarlıkta "yap-yık-at"a mı dönüşmüştür? Bir binanın ömrü ne kadardır? Ekonomi, endüstri ve toplum planlı eskitmenin böylesine etkisi altındayken binalar da önceden belirlenmiş ömürler ile mi tasarlanırlar? Mimarlık eskir mi eskitilir mi?

Mimarlık literatüründe bu ve benzeri sorularının olası yanıtlarını tartışan oldukça az sayıda çalışma bulunuyor.2 Bina ömürlerini tahmin etmek üzere, ilki 1911 yılında ikincisi ise 1930 yılında iki öncü çalışma yapılmış. Bu çalışmalarda tespit edilen bina ömürleri yapıların tektonik özellikleri ile değil ekonomik değerlerindeki azalma ile belirlenmiş. Fakat her iki çalışma da bilimsel gerçekliklerden ziyade kişisel gözlem ve tahminlere dayandıkları için eleştirilmiş. Belki de bu sebeptendir ki bu tarihlerden sonra bina ömürleri üzerine benzer araştırmalara devam edilmedi. Hatta, binaların yapım tarihlerine kıyasla yıkım yıllı kayıtlarının dahi düzenli tutulmadığı da iddia edilebilir. Çünkü binaların ölümlerinin, yani yıkımlarının heyecan verici ve hatırlanmak istenen olaylar olmadığı söylenebilir.3

Yirminci yüzyılda modern düşünce çerçevesinde şekillenen mimarlık, adaptasyon ve sağlamlığın benimsenmesi, estetiğin geçiciliğinin reddi ile eskime ve eskitmenin karşıtı olarak görülebilir. Fakat eskime karşıtı olarak modernizimi ele almak başka çelişkilere dikkat çeker. Öyle ki, Louis Sullivan’ı dinlersek, form fonksiyonu takip eder, peki fonksiyon eskidiğinde forma ne olacaktır? Fonksiyon ve tipolojiler, binanın formundan ve yapısal özelliklerden ayrı olarak eskiyebilir.

Mimarlıkta eskitmenin karşıtı olarak öne çıkan bir diğer önemli kavram ise sürdürülebilirlik. Genel anlamda yapılarda daha az enerji kullanımını ve çevreye verilen zararın en aza indirilmesini amaç edinen sürdürebilir mimari eskimenin ve eskitmenin karşıtlığı ve hatta panzehri olarak düşünülebilir. Fakat bir diğer açıdan da, sürdürülebilir yapılar ve araziler sürdürülebilir özellikler taşımayan yapıları ve arazileri “eski” hale getirir. Ayrıca gelişen teknolojiler ile desteklenen ve farklılaşan sürdürülebilir yapılar kendi özellerinde “eskiyen” ve “eskitilen” teknolojiler barındırabilir. Eskitme, doğrusal zaman çizelgesi içerisinde yapıların yıkılıp yerine yenilerinin inşa edilmesini önerirken, sürdürülebilirlik daha yavaş bir adaptasyon ve yenilenme döngüsü içerir. Bu anlamda hem planlı eskitme teorisinde hem de sürdürülebilirlik kavramı içerisinde eskime ve yenilenmeden söz edilebilir; farklılık, önerilen süreçlerdedir. Tüm bu çelişkiler beraberinde yine çok sayıda uyuşmazlık ve soruyu getiriyor. Sürdürülebilirliğin bina ve arazi değerleri ile ekonomiyle olan bağları, onu bir planlı eskitme stratejisine mi dönüştürdü? Sürdürülebilirlik eskitmenin başka bir formu mu? Barındırdıkları teknolojik sistemler ile yeşil binalar da planlı eskitme stratejinin bir parçası mı?

Tüm bu soruların sayısı çoğaltılabilir. Fakat ne yazık ki ortadaki çelişkileri açıklığa kavuşturabilecek yanıtlar verebilmek en azından şu an için mümkün görünmüyor. Belki de bu noktada asıl önemli olan, soruların salt cevaplarını aramaktan ziyade bu soruları sorarak mimarlıktaki çok sayıda kavram ve tartışmayı daha önceden irdelenmemiş ilişkiler çerçevesinde yeniden sorgulamak. Böylelikle yap, yık ve at şeklide süre gelen sistemi tamamen değiştirecek çözüm ve öneriler geliştirilebilir.

NOTLAR
1 Planlı eskitme teorisi ilk olarak 1929 yılında, Amerika’da başlayan Petrol Krizine çözüm üretmek amacıyla ekonomist Bernard London tarafından ortaya atılmıştır. Bknz. London B. (1932) “Ending the Depression Through Planned Obsolescence”. Bernard London’ın teorisi hiçbir zaman kanunlar çerçevesinde kabul edilmemiş ve yasal olarak uygulanmamıştır. Ancak bu durumun aksine, planlı eskitme tarihsel gelişimine devam etmiş ve günümüze kadar gerçekliğini korumuştur. Planlı eskitme ile ilgili tartışmalar ekonomi ve endüstriyel ürün tasarımda özellikle 1930-1960’lı yıllar arasında yoğunlaşmaktadır. Daha sonra ise bu tartışmaların gözlerden uzaklaştığını söylemek, planlı eskitmenin söz edilmeyen ancak kabul gören bir gerçeklik halini aldığını söylemek mümkündür. The Light Bulb Conspiracy (Ampul Komplosu) isimli belgesel planlı eskitmenin tarihsel süreceni aktarmanın yanı sıra teorinin gerçekliliğini günümüz tartışmalarına taşıması ile kritik bir önem taşır. Bknz. Dannoritzer, M. (Director) (2010) The Light Bulb Conspiracy [Documentary], Spain.
Ek olarak, Gürpınar’ın planlı eskitme kavramını “planlı iş yaramazlık” olarak ele aldığı ilgili yazı için bknz. Gürpınar, A. (2016) Planlı işe Yaramazlık Çağında Tasarım, son erişim 31.10.2017, https://www.xxi.com.tr/yazilar/planli-ise-yaramazlik-caginda-tasarim
2Abramson kitabında mimarlıkta eskime ve planlı eskitme ile ilgili tüm çalışma ve tartışmaları tarihsel bir akış içerisinde aktarmıştır. Bknz. Abramson, D. M. (2016) Obsolescence: An Architectural History, The University of Chicago Press, Chicago and London.
3 Cairns ve Jacobs’a göre yapıların yıpranma ve yıkımları ile ilgili tarih ve kayıtlarının düzenli tutulmamasının sebebi mimarlığın “yetersizliğini” gizlemek amaçlıdır. Bknz. Cairns, S., Jacobs, J. (2014) Buildings Must Die: A Perverse View of Architecture, The MIT Press, USA.

Etiketler:

İlgili İçerikler: