Tasarım, Aydınlanma, Cesaret

OTTO VON BUSCH

Her ne kadar tasarımların çoğu zamansız görünse de en güncel akımları takip ettiği göz önünde bulundurulduğunda genellikle kendi zamanlarıyla oldukça bağlantılıdır. Dergilerimiz ve tartışmalarımız son çıkan malzemelerle ve havalı ürünlerin görselleriyle dolu. Yine de tasarım bazen geriye dönüp bakar ve içyüzünü tarihte arar. Belki de tasarımcılar için kadim filozof Immanuel Kant’ı yeniden ziyaret etme zamanıdır, hiç değilse onun en ünlü ve kolay okunabilir metni “Aydınlanma Nedir?” e bakmak gerekir.

Kant, yazısında bu soruya şöyle yanıt verir: “Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. Bu ergin olmayış durumu ise, insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır. İşte bu ergin olmayışa insan kendi suçu ile düşmüştür; bunun nedenini de aklın kendisinde değil, fakat aklını başkasının kılavuzluğu ve yardımı olmaksızın kullanmak kararlılığını ve yürekliliğini gösteremeyen insanda aramalıdır.”1

Bu metin, tasarımcılar için önemli bir kaynak çünkü bizler çoğunlukla başkaları için kılavuzluk yapması beklenen kişileriz. Biz tasarlarız, başkalarının davranış ve düşüncelerini belirler ve yönlendiririz, işverenlerimiz ya da kullanıcılarımız için pürüzsüz eylem akışları üretiriz. Bizler insanların hayatlarına ergin olmadan devam ettiklerinden emin olmak, bize bağımlı kalmalarını sağlamak ve sürekli olarak meta ekonomisi bağımlılığına yönlendirilmeleri için işe alınırız. Kant tarafından vurgulanan fikri otonomi, bugün belki de eylem otonomisiyle tamamlanmalıdır: Çağdaş tasarım dünyasında aydınlanmak bizim için sunulan ya da gösterilenin ötesinde eyleme geçmenin kararlılığı ve cesaretine sahip olmaktır, en azından her gün karşılaştığımız gündelik “kullanıcı dostu” pazarda rast geldiğimiz tasarımın ötesine geçmektir.

İnsanlar, dünyadaki koşulların bizleri daha parlak bir geleceğe götürmediğinin genel olarak farkındalar: Adaletsizlik gitgide büyüyor, insanlar makul yargılanma olmaksızın hapse giriyorlar, piyasa ve devlet genel bir korku kültürü yürütüyor. Kant’ın da söylediği gibi, eksik olan bilgi ya da kavrayış değil, bu gidişattan sorumlu olan iktidar sahiplerine karşı gelme kararlılığı ve cesareti. Birçoğumuz tembel olduğumuz kadar korkağız da. Öyle sanıyorum ki Kant bu durumda, aydınlanmamızın kendimizden çalınmasına izin verdiğimizi söylerdi.

Ve belki de tasarımcılar olarak bizler, düşündüğümüzden daha suçlu olabiliriz. Toplumu korkak ve tembel tutmak tasarımın görevi. İnsanlara mallarının sağladığı konfordan mahrum kalma korkusu işlemek ve tüketici toplumunun “kullanıcı dostu” ürünler sayesinde mümkün olduğunca tepkisiz kalmasına neden olarak herhangi alternatif eylem biçiminin tehlikeli ve kabul edilemez görünmesini sağlamak da. Biz, kullanıcıları kaygılı ve pasif tutmak için tasarlıyoruz.

Jean-Jacques Rousseau’nün “Toplum Sözleşmesi” metninde ifade ettiği gibi, insan özgür doğar, oysa her yerde zincire vurulmuştur. Bugünse özgür doğuyoruz ancak her yer zincir mağazalanmış halde. Hala kendi suçumuzla düşmüş olduğumuz bir ergin olmama halinde yaşıyoruz, tasarım bizim korkuyla yönlendirilmemize neden oluyor.

Arada bir kurallara karşı gelen, gözü kara ve özgür düşünceli cesur insanlarla karşılaşabiliriz. Yine de her gün, tasarımın konvansiyonelliğiyle yönlendirilen ya da bunun tam tersi olarak korkuyla hareket eden insanlarla karşılaşmak biraz ürkütücü. Korku ruhu sarar ve bizleri bencil narsistlere dönüştürür. Nihayetinde herhangi bir merhamet besleyemeyecek, mantık yürütemeyecek hale geliriz. Açık Tasarım, Kendin-Yap gibi birçok karşı akım ya da sosyal meselelere odaklanan ofis olsa da bunlar dahi bizi bireyci, pürüzsüz ve korku dolu yöne doğru iter. Spot ışıklarını kendimize doğrulttuğumuz anda, tüketici veya kullanıcı fark etmeksizin eşzamanlı bir şekilde diğer yaşamları ve fikirleri karanlığa gömeriz. Ortak yarar, adalet, cesaret ve konvansiyonel olmayan için mücadele etmekte başarısız oluruz.

Kant’a göre, insanların dışardan gelen bir kılavuza bağımlı olmasının en temel nedeni tembellik ve korkaklık. Atılacak ilk adım, kendi korkularımızla yüzleşmek, konvansiyonel olmayanı, “kullanıcı dostu olmama”yı düşünmek; bu sayede adalet, erdem, dürüstlük arayışımıza başlayabiliriz.

Tembel olma. Korkak olma. Harekete geç. Tasarım kendini tanımaya başlamalıdır. Tasarım kendisinden dışarı açılmak için kendini bilmek zorundadır. Adalet dağıtmak, barışı teşvik etmek ve toplumsal dostluğu sağlamak için bu gerekli. Gerçek bir dostluk: konvansiyonel olmayan ve muhtemelen çaba gerektiren.

Eyleme geçmeye cüret et! Kendi yetini kullanmaya cesaretin olsun! İşte, tasarım aydınlanmasının mottosu bu olmalıdır.


1 Felsefe Yazıları “Aydınlanma Nedir” (1784) - Immanuel Kant; Türkçesi: Nejat Bozkurt –Felsefe Yazıları-1983

Etiketler: