“Tokileşme Dünyası”nın Sonuna Geldiğimizin Alametleri İyice Belirdi

KORHAN GÜMÜŞ

“Total tasarım” düşlerinin temel paradokslarından biri de başlangıç aşamasında yalıtılmış bir alanda iş görmesiydi. İktidar güçlerinin ürettiği “disiplinci zeka” şehirlerin çok az bir bölümünü, daha çok altyapısal diyebileceğimiz ulaşım, altyapı, gaz-enerji dağıtımı, güvenlik gibi alanlarını kontrol edebiliyordu, yalnızca. Şehirler, hayat ise farklı bir mantıkla, bir ağ sistemi içinde kendisini yeniden üretiyordu. Ne zaman ki kapitalizm hayatı piyasa diktatörlüğü altına aldı, o zaman dünya korkunç felaketlerle yüz yüze kaldı. Toplulukların sanayi ürünleri gibi tasarlanmasının yarattığı krizlerin üzeri, elitlerin arasındaki karşıtlıklarla örtüldü. Canlıların ve cansızların hiçleştirilmesinin, robotlaştırılmasının yarattığı “travmatik gerçeklik”, ideolojilerle bastırıldı. Bu bastırmanın sonucu ise mutlak beyin ölümü gerçekleşmiş, piyasa güçleri tarafından ele geçirilmiş bir kamu yapılanması oldu. “Disiplinci zeka” şehri, piyasa güçleri tarafından işgal edilmeye hazır bir boşluk haline getirdi.

cristoforo buondelmonti'nin 1422 tarihli istanbul haritasında surlar

Rüya görmek (Lacan’ın deyimiyle “arzunun gerçekliği”) çok daha tutarlıydı. Küçük bir elitin zihin dünyasında cereyan ediyordu ve şehri bu hayal dünyası içinde tanımlıyordu. Şehirleri uzmanlık alanlarına göre yeniden biçimlendirmeyi amaçlayan “disiplinci zeka” hayatın yerine geçtiğinde her şeyi araçsallaştırdı ve mutlak bir beyin ölümüne yol açtı.

Bu dönüşümü daha iyi anlatabilmek için semptomatik bir okuma yapmaya çalışalım: Muktedir rüyasında, şehri kurtarılması gereken bir yer olarak görür. Sürekli birileriyle cebelleşir, engellerle uğraşır. Ancak arzuladığı duruma bir türlü ulaşamaz. Uyanır ve rüyadan kurtulur, iktidarın elinde bulunduğunu hatırlar. Elindeki gücü kullanarak eyleme geçer. Ancak bu defa da kendisine itaat ediyormuş gibi yapan, çıkarlarını korumak için kendisine övgüler dizen kişilerle karşı karşıya kalır. Kendisi de aldatıldığının farkındadır ama yapabileceği bir şey yoktur, çaresizdir. Gerçeklerle yüzleşemez. Bu yüzden kendisine yalan söylemeyenleri düşmanı olarak algılar. Eylemlilikte bastırılması gereken “travmatik bir gerçeklik” olduğu içindir ki buna katlanamaz.

Lacan rüyanın uyanık olma haline, eylemliliğe göre daha tutarlı olduğunu söylüyor. Rüyada kişinin “gerçekliğin çekirdeği”ne temas ettiği için uyandığını söylüyor. Yani kişi gerçeklikten kaçmak, uzaklaşmak için uyanıyor (1). Muktedirin eylemi, uyanma hali, başkalarını robotlaştırıcı dünyası rüyasındaki gibi gerçekliği taşıyabilecek güçte değil.

Muktedirin hayatı tasarlama idealleri, eylemde şiddet üretiyor. Oysa herkesin rüya görme, hayal kurma özgürlüğü var. Ancak hayaller başkaları üzerinden gerçekleştiğinde tecavüzlere, ölümlere, felaketlere yol açıyor. Arkasına kamu gücünü aldığında özgürlüğe değil, saldırıya dönüşüyor. Başkaları için neyin iyi, neyin kötü olduğunu kendilerinin karar verebileceğini zannediyor.

Artık “Tokileşme Dünyası”nın sonuna geldiğimizin alametleri iyice belirdi: Bir tarafta fragmante olmuş, beyin ölümü gerçekleşmiş teknokratik kamu yapılanması, diğer tarafta kamu kılığına girmiş piyasa aktörleri, ayrıcalık sahipleri, fırsatçılar… Ancak umutsuz olmaya gerek yok. Ta işin başından beri bu beyin ölümünü engellemek için direnen ve üzerinde çalışılmaya açık bir modernleşme geçmişi, deneyimi var önümüzde.

ÖRNEKLER ÜZERİNDEN
İstanbul dünyanın en büyük kentsel sur varlığına sahip olan şehir. Kuzeye doğru yaşanan gelişme nedeniyle tarihsel topoğrafyası içinde ortaçağ surlarını koruyabilmiş bir şehir. İstanbul elindeki bu muazzam zenginliği bile deneyselliğe, araştırmaya açmak yerine müteahhitlik çalışmalarına açtığı için yalnızca gelir transferi yaratmayı amaçlıyor. Evet, İstanbul tarihsel topoğrafyası içinde ortaçağdan kalma sur varlığını çeşitli nedenlerle koruyabilmiş, dünyadaki en büyük kentsel sur varlığına sahip olan şehir. Zannedersem artık “şehirdi” dememiz daha doğru olacak, çünkü yönetimler şehrin bu değerli varlığını müteahhitlik projeleriyle dönüştürerek, çevresindeki dokuyu kazıyarak ve imara açarak, yakınına otoyollar inşa ederek tahrip ettiler.

Demek ki bir değerin varlığını sağlayan hazır bulunması değil; aynı zamanda onu işleyen, tanıyan, keşfeden insani emeğin bir sonucu. Öyleyse korunması gereken yalnızca surların nesne olarak varlığı mıdır, onu tanıyan, keşfeden, yorumlayan düşüncenin varlığı mıdır? Bu değeri, bilgiyi parayla ölçmek mümkün değil. En kapalı uçlu, teknik bir iş gibi gözüken mühendislik bile son derece yaratıcı bir çalışma alanı. Çok farklı yöntemlerle yaklaşmak mümkün. Kimisi bir heykel gibi kırılmış parçaların, çatlakların statik analizini yapabiliyor ve gözlem altına alabiliyor. Kimisi içindeki harçların tipolojisini çıkararak, esnekliğin higroskopik yapısının korunmasına bağlı olduğunu ve çevresindeki bostanların bununla ilişkili gösteriyor. Kimisi de çevresindeki üretim, yerleşim biçimleri üzerinde duruyor. Bunların surlar çevresindeki yaşamla bütünleştiğini, dolayısıyla çok öncelikli bir planlama metodolojisi öneriyor. Restorasyon çalışmalarındaki bilgi yönelimli süreçler ve alan yönetimi uygulamalarındaki çok öncelikli, çok taraflı çalışmalar şehri en çok zenginleştirecek konular. Yalnızca surları değil, çevresinde yer alan üretim faaliyetlerini ele alalım: Kara surlarının depremlerde esnekliğini sağlayan harçlarının higroskopik yapısının çevresindeki tarım faaliyetleriyle ilişkisi var, örneğin. Bu araştırmaları ihale sistemiyle gerçekleştirebilir misiniz? İstanbul’daki arkeolojik araştırmaları hafriyat şirketlerine yaptırabilir misiniz?

Bu yüzden surların yakınından gelişigüzel geçirilen otoyolların, gösteriş amaçlı park düzenlemelerinin, rezidans, lojman, spor salonu gibi inşaatların, her kuruluşun kendi kafasına göre gerçekleştirdiği projelerin verdikleri zarardan geri dönüş yok. Gene kara surlarının bazı bölümlerinde yapılan çalışmalar yıkılan bölümlerin tamamlanmak yerine kendi iç gerilimleri incelenerek yapılacak müdahalelerle çok daha sürdürülebilir olacağını kanıtlıyor. Restorasyon denen faaliyet sonuçta benzeterek taklit etme sanatı değil, değerleri keşfetmeye dayanan bir uğraş. Restorasyon adı altında inşaat çalışmalarını gerçekleştiren müteahhitlerin ve onlara güya danışmanlık hizmeti veren kurumların böyle bir ilişkisel yaklaşımı gözetmeleri, geliştirmeleri mümkün değil.

Bu yüzden yalnızca sonuçlara değil, “Tokileşme Dünyası”nın nasıl işlediğine bir bakalım:

Hiç şüphesiz herkesin olduğu gibi bu konularda çalışan kişilerin de hayal kurma hakları var. Ama halka kendi hayallerini dayatma hakları yok. Hayallerini dayatmaya, fiziksel şiddete dönüştüren ise kamu yönetiminden aldıkları icazet. Bu koşulda soru yalnızca şundan ibaret: Kamu yöneticisinin seçimle iktidara gelmiş olması acaba bu hayalin gerçeğe dönüştürülmesi için uzmanlara yeterli meşruiyeti sağlıyor mu? Demokratik yönetimlerde bunun cevabı “sağlamıyor!” Peki sağlamıyor ise nasıl bir yöntem izleniyor? Öncelikle müdahalenin amacını belirlemek için başka tür bir meşruiyet gerekiyor. Müdahale neden gerekiyor? Bunu bir piyasa aktörüyle belirlerseniz, cevabı belli: Para kazanmak için! Kime sorsanız, verecekleri cevap belli: “Hadi oradan!” Burada yaşayan halkın tapulu mülkünün, kiracısı olduğu binanın üzerinde böyle bir hayal kurabilir elbette ağzı sulanan bir yatırımcı. Bu arzunun hayattaki karşılığı şiddet.

Bu yüzden kamu yönetimlerinin görevi hayal dünyasını, eylemliliğin şiddetinden arındırmak.

Saldırıyı engellemenin cezalandırma dışındaki "önleyici" hukuki düzenlemesi ise şöyle: Birinci fazda, yani fizibilite aşamasında (kamusal nitelikli bir karar olan) müdahalenin çerçevesini belirlemek için meslek odalarından oluşan bir komite oluşturuluyor. Bu kuruluşlar programı belirliyor, halka danışarak. Çalışılacak bölgedeki halkın sorunları nelerdir, hangi konularda çalışmak gerekir, kimler bu işi yapabilir diyerek. Sonra bu program halkın onayını alarak, hizmet almak isteyen kişilerin tercihine bırakılarak ikinci faza geçiliyor. Bu aşamada kamu yönetimi ayıracağı bütçeyi belirliyor.

Altını çizelim birinci faz piyasa aktörlerine kapalı. Bu koşulu çiğneyen, şiddeti seyreden bir yönetim suç işlemiş oluyor.

Gelelim ikinci faza. Burada birinci fazdaki kuruluşların gözetiminde, açık uçlu bir çalışma sürecine geçiliyor. Diyelim kadınların kamusal hayata katılımıyla ilgili bir çalışma yapılacaksa kadın kuruluşları, küçük üreticilerle ilgili bir çalışma yapılacaksa istihdam geliştirmeyle ilgili kuruluşlar, eğitimse eğitim… Piyasa odaklı bir kentsel dönüşüm modeli öngörürseniz, planlama, tasarım gibi uğraşlar yatırımcıların mantığına göre gelişir. Örneğin İstanbul’un tarihsel varlıkları, surları için inşaatçı bir mantık hakim olur.

Bu nedenle sürecin de piyasa aktörlerine, yatırımcılara kapalı olduğunu söylemeye gerek yok. Ayrıca bu ikinci faz, kamu kuruluşlarına da kapalı. Çünkü onların ürettikleri bilgi kamuya ait ve herkese de açık olmak zorunda. Hakim konumlarını kötüye kullanarak Sulukule’de olduğu gibi ayrıcalık elde etme imkanları yok. Bu koşulu çiğneyen suç işlemiş oluyor. (Mesela İTÜ adına katılmaya kalkmıştı bir mimar. Avrupa Komisyonu adına projeyi yöneten sorumlular tarafından bu kişi dışarıda bırakıldı,Fener Balat projesinde.)

Üçüncü fazda ilişkisel bir yöntemle oluşan teklifler değerlendiriliyor ve semtte bir çalışma ofisi oluşturuluyor. Bu proje bürosu halka açık bir şekilde projeyi geliştiriyor. İsteyen bu hizmetten yararlanıyor, istemeyen yararlanmıyor. Zorla dayatmak da suç.

Projeler bittikten sonra uygulama aşamasına geçiliyor ve ondan sonra, rekabet koşulları oluştuktan sonra, bu proje yönetimi ofisinin denetiminde, müteahhitlerden veya STK’lardan hizmet alınıyor. Bu aşamada her konuda yapılacak işler tanımlandıktan sonra, ihale yapılabiliyor. Bunların da yalnızca fiziksel mekana ilişkin olmadığının tekrar altını çizelim. Örneğin; küçük üreticiler için geliştirilen projede satın alınacak alet, ekipman gibi.

REHABİLİTASYON İÇİN NE GEREKLİ?

  • Önce ihale sistemi değişmeli. Bugün kamu proje hizmetlerini ihale sistemiyle alıyor. İhale kamu ile piyasa aktörleri arasındaki ilişkileri düzenleyen bir sistem. Tasarım, ürün geliştirme, araştırma gibi yaratıcı faaliyetler tıpkı sanat ürünleri gibi piyasa-dışı ilişkiler içinde üretilir. Kereste bile satın alacak olsanız, miktarını, evsafını bilmeniz gerekir. Bu hizmetler ihale sistemiyle ölçülebilir emek türleri değil. Bilgi üretimi açık uçlu bir süreçtir ve farklı değerlendirme yöntemleriyle geliştirilir. Bürokratlardan oluşan değerlendirme organlarıyla yaratıcılık teşvik edilemez.
  • Tasarım alanı, ürün, fikir araştırma ve geliştirme alanı disipliner ayrımların ötesine geçecek bir yöntemle örgütlenmeli. İlişkisel bir çalışma alanı oluşturmak için çok öncelikli, çok taraflı yönetim organları, deneyimleri geliştirilmeli. Teknokratik kamu modelinin sınırları aşılmalı, yönetimler disipliner ayrımların ötesi bir konuma kavuşturulmalı. Bunun için yerelde çok-aktörlü yönlendirme yapısına sahip, entegre, “misyon odaklı” örgütlenmeler geliştirilmeli.
    -Şehirle ilgili projeler uluslararası kurumlara eşit koşullarda açılmalı. Nasıl başka yerde uzmanlar küresel rekabet koşullarında hareket ediyorsa, kamu ürünleri, hizmetleri de küresel rekabetten yoksun olmamalı.

Yani hayal kurmak serbest olmalı, şiddet yasaklanmalı!

*Slavoj Zizek, Marx Semptomu Nasıl İcat Etti? sf. 482, İdeolojiyi Haritalamak, Dipnot Yayınları, 2013

Etiketler:

İlgili İçerikler: