Yoksa Siz Sürdürüremediklerimizden Misiniz?

HAZAL KAYA

Kelimeleri severiz, yazının icadından beri aklımızdakini dile getirmek için mükemmel bir araç olmuşlardır. Sonra kelimeleri birleştiririz, anlatmak istediğimizi daha da tanımlayarak cümleleri, cümlelerle metni, metin ile fikri, fikir ile dünyaları fethederiz. Hele fikir insanlığın naifliğinin altını çiziyorsa hemen benimseriz. İyi bir fikir kitleleri hareketlendirir bunu da iyi biliriz.

Sürdürülebilirlik kelimesi ise birçok fikrin özeti gibi. O kadar çok şeyi çağrıştırıyor ki günlük hayatta artık herkesin farkettiği iklim değişikliğinin çözümünü, insanlığın daha insancıl koşullarda barınma/yaşama haklarını, ekolojik bir yaşama örüntüsünü, baş köşeye konmuş ekonominin yerinin değişmesi gerektiğini vs. Kısacası bu çağın sorunlarına çare olabilecek bir formül gibi. Ama bir saniye, biraz bakalım neymiş.

Sürdürülebilirlik kavramını ilk duyduğumda araştırmalara başladığımı hatırlıyorum. Modern mimarlığın neye evrilebileceğine dair güzel örnekler o kadar aklımı başımdan almıştı ki mimarlık eğitiminin üstüne cilayı bu konuyla çektim. Yüksek lisans ile konuyu enine boyuna incelerken ise “Zaten atalarımızın bir yerde nasihatıymış da biz unutmuşuz” duygusu yayıldı mimarlığa bakış açımda. Eskiye baktım, şimdiye baktım, sürece baktım. Peki ya sonra? Sonrası insan hakları, ilim, teknoloji, yaratıcılık...

Önce yaşama haklarımızın farkında mıyız? Daha doğrusu şöyle sorayım, doğadan ne kadar koparıldık? Bunu herkes o kadar hissediyor ki haftasonları azıcık güneş ve ta taa tüm park bahçeler (sözüm özellikle İstanbul’a) bazen hareket edemeyecek kadar dolu. Doğadan payımıza düşecek olan ise bir minik çimen üstü alandan ibaret, şanslıysanız ağaç gölgeli, bir de kuş cıvıltılı.

İlim ve teknoloji ise sürdürülebilirliğin en önemli aracı. Artık bir yapı inşası öncesinde analizler öyle iyi yapılabiliyor ki yapının performansı /konforu daha inşası başlamadan incelenebiliyor. Ama sektörün teknolojiyi kullanma amacı pazarlama gücü, yani modelleme makyajlamada. İçini bilenler ise yapıda yaşayanlar. Kaç kişi çalıştığı/yaşadığı ortamın konforundan mutlu? İşte bu da sürdürülebilirliğin kapsama alanı.

Yaratıcılık ise atalardan kalan mirası günümüz teknolojilerine entegre edebilme beceresinde; tasarımda. Ama tasarımın engelleri hali hazır sektör algısında o kadar fazla ki, tasarlayan da çoğu zaman rotasını değiştirmek zorunda kalıyor. Nadiren sonuna kadar gidebilen tasarımcılara saygım sonsuz orası apayrı.

Sürdürülebilirlik fikir olarak kuvvetli olduğu için benimsendi evet, ama onu hangi cümleleri oluştururken kullanıyoruz, o cümleler ile ne metinler hazırlıyoruz ve bu hangi fikri tanımlıyor? Peki fikirlerimizin temeli ne kadar sağlam? İşte tam da burada ipler kopuyor. Fikri benimseyenler, üzerine çıkabilecek bir düzlem arıyor ama yok. Bu düzlemde neler olsa iyi? Devlet desteği olsa iyi ama devlet bununla uğraşmıyor, uğraşamıyor.

İşini bilen ustalar olsa iyi ama kalifiye usta sayısı çok az.

Bilinçli bir işveren şahane ama işverenlerin çok büyük kısmı hala işin maliyetinde.

Kısacası zincirleme bir kaza oluyor ve sonuç olarak sürdürülebilirlik kelimesinin içi boşalıyor, modası geçiyor. Kelime artık tek başına fikirleri kaldıramıyor. Sönüyor...

Etiketler:

İlgili İçerikler: