Zamansız

Bir hamam... İki büyük göz. Bir de giriş mekanı. Her göz dört duvarla çevrili, bir kubbe ile örtülü.

Bu tarihi hamamda tarihin dışına taşan bir şey var. Arketipal formların da ötesinde bir şey: İnsanın maddeyi, maddenin boşluğu ve ışığı biçimlendirme gücü. Mimarlığın zamanlar ötesi çekirdeği, insanın madde ve ışıkla kurduğu bu ilişkiden çıkıyor. Yapının hangi yüzyılda yapıldığına, onun içine giren insanın hangi zamanda yaşadığına bakmaksızın, mimarlığın gücü insanın varlığına dokunuyor.

Hamam bir kentin, tarihin, bağlamın içinde duruyor: Bugünün Antalya’sında 19. yüzyıldan kalma bir yapı. Fakat soğukluğa adımımızı attığımız ilk anda bugünün bağlamı dışarıda kalıyor. Mekanı bugünün zamanına bağlayan tek şey kalın duvarlardan içeriye süzülen gün ışığı. Bir göz daha içeriye, ılıklığa girdiğimizde ışık bu sefer kubbedeki deliklerden mekana iniyor. Güneşin konumuna göre yoğunlaşıp seyrelerek, biçimlenerek kubbeden geçip duvara vuruyor. Tıpkı bir güneş saati gibi. Fakat ışığın zamanı olur mu?

Şimdi bir adım daha atıyoruz ve sıcaklığa giriyoruz. Burası hamamın kalbi. Yine bir göz, mekanı örten göz göz olmuş bir kubbe. Fakat dışarıdaki zamandan iz yok bu sefer burada. Kubbeden içeri süzülen ışık, bugün ile bağını koparmış; zamandan azade davranıyor. Zaman, dünya zaman-mekanından başka bir biçimde akıyor. Adeta kendi varlığını geri çekiyor. Mekan, bu dünyadan olmayan bir zaman rejimi içinde deviniyor. Zamansızlaşıyor.

Böylece zamansız olan, akıp giden zamanın kendisinden bile arınıyor. Geriye yalnızca nüfuz edilemez bir öz kalıyor. Hem zamana, hem de maddeye dair...

Etiketler:

İlgili İçerikler: