Bir Arada Yaşamaya Dair Bir Bienal

YAĞMUR YILDIRIM

15. İstanbul Bienali komşuluğu ve bir arada yaşamayı sorguluyor, devam eden politikalara karşı sanatın tetikleyebilecekleri üzerine düşündürüyor. Yağmur Yıldırım, bu “dostane” bienali yazdı.

15.İstanbul Bienali’nin hararetli tartışmaları, henüz kendinden önceki bitmemişken başlamıştı. “Mega küratör”, süper-güç Carolyn Christov-Bakargiev’in, yüz ölçümünden kavramsal çerçeveye, prodüksiyondan oluşturduğu gündeme, her bakımdan devasa bir ölçeğe sahip ve dünya sanat çevrelerinde “tamamı ile gezilmesi imkansız” ilan edilen 14. İstanbul Bienali Tuzlu Su’yun ardından İstanbul Bienali nasıl bir yol izleyecekti? İki bienal arasında geçen sadece iki senede dünya ve ülke gündeminde yaşanan akıl almaz olayların ortasında, mevcut ortamda İstanbul’da nasıl bir bienal ortaya çıkacaktı? Önce İstanbul Bienali’nin küratörlerinin, -çok zekice bir kararla- bu kez bir sanatçı ikilisi, Elmgreen & Dragset olacağı açıklandı, daha sonra bienalin teması “İyi Bir Komşu” olarak ilan edildi. Şehrin her yanını donatan afişler aylar boyu bize komşularımızla, bir komşu olarak kendimizle ilgili sorular sordu ve ardından, geçtiğimiz ay bienal kapılarını açtı. Açılış çok tazeyken ve tartışmalar sürerken 15. İstanbul Bienali’ni ve çizdiği çerçeveyi okumak için hem sırası ile bu gelişmelerin hem de misafir olduğu kentle ilişkisi üzerinden bakmayı deneyelim.

Popüler sanatçı ikilisi Elmgreen & Dragset, İstanbullu sanat ilgililerinin de yakından tanıdığı isimler. Sanat, tasarım ve mimarlık arasında gezinen pratiklerinde beyaz küp sanat anlayışını ve ölçekleri alaşağı edip mikro mimarilerde kamusal alana temas ediyor ve sosyal-kültürel endişeleri kendilerine has hınzır mizahlarıyla kurcalıyorlar. Pek çok kez gelip iş ürettikleri İstanbul’da yaptıklarını hatırlamak, ikilinin meselelere yaklaşımları için aydınlatıcı olacaktır: İstanbul’da inşa ettikleri, kendi tabirleri ile “ilk yıkıntı”, 2001 bienali için Darphane-i Amire binasının önündeki çimenlik alana yarı gömülmüş devasa bir “beyaz küp”tü. Üzerinde “contemporary art” yazan bu “hijyenik mini müze”, talihsizce gömüldüğü tarihi yarımadanın toprağında ilk hecesini kaybedip kendisini İstanbullulara “…temporary art” olarak tanıtıyordu. Yakın gelecekte taşınacak olan, İstanbul’un ilk modern ve çağdaş sanat müzesinin henüz var olmadığı zamanlara ait olan bu görüntüyü bugün anmak gülümsetiyor. Müzenin taşınacak olmasının mesulü kıyı dönüşümü “tam anlamıyla” henüz gündemde değilken alana yerleşen ikilinin bir başka İstanbul “yıkıntı”sı ise, 2005 yılına ait; 2013 İstanbul Bienali’nin de küratörü olan Fulya Erdemci’nin ve Emre Baykal’ın küratörlüğündeki Yaya Projeleri kapsamındaydı. Karaköy sahilindeki, o günlerdeki müdavimleri balıkçılar ve evsizler olan “tekinsiz” parka kondurdukları, tamamlanmamış bir baraka, çevredekilerin herhangi bir amaçla kullanımı için yapılmıştı, üzerinde hiçbir açıklama ya da işaret yoktu, içinde bir şömine ve bir kanepe vardı. Barakanın tanık olduklarını ve kopan patırtıyı tahmin etmek zor olmasa gerek.

Kil Ayaklı Dev Heykel, Rayyane Tabet
D8M, Alper Aydın
Cennetin En Tepesinden Cehennemin En Dibine Kadar, Lydia Ourahmane
Toplama Merkezi, Olaf Metzel
Objelerin Sessizliği ve Belagatı, Young-Jun Tak

12.ve 13. İstanbul Bienali’nde de katılımcı olarak gördüğümüz Elmgreen & Dragset’in, bu sık seyahatleriyle İstanbul’un karmaşık dinamiklerine ve İstanbullulara fazlasıyla aşina olduklarını, 15. İstanbul Bienali’nde kolayca hissetmek mümkün. Geçtiğimiz günlerde, bu denemenin “geleceğin küratörleri için bir model olacağı”ndan söz eden bir yazı yayımlandı.1 Küratörlüklerini, sanatçı olarak konumları ve pratikleri üzerinden kuran ikilinin 15. İstanbul Bienali yatay gelişen, sanatçılara bolca söz bırakıp alan açan, izleyiciye temastan kaçınmayan, fakat bu sırada didaktik olmamayı başaran “dostane” bir sergi. Bu yapı, bienalin hem temasıyla hem de politik yaklaşımıyla son derece örtüşüyor.

İyi Bir Komşu, içine yerleştiği politik gündemin gerilimleriyle doğmuş politik bir bienal. Esas sorusu çok basit ve bir o kadar güçlü: tüm kimliklerimizle ve farklılıklarımızla bir arada nasıl yaşarız? Elmgreen ve Dragset’in bienal için kaleme aldıkları sunuş metni, çarpıcı verilere değiniyor: Dünya Değerler Araştırması’nın 2009 yılında Türkiye’de yürüttüğü istatiksel anket çalışmasında, insanlara komşu olarak en son kimi tercih ettikleri soruluyor. En çok verilen yanıtlar homoseksüeller, alkolikler, Amerikalılar, Hıristiyanlar ve Yahudiler. Bienal, toplumsal travmaların, kutuplaşmaların ve çatışmaların ahvalinde, tüm dünyada milliyetçiliğin ve zenofobinin tırmandığı, özgürlüklerin kısıtlandığı bir iklimde İstanbullulara “iyi” komşularını soruyor. Bir arada yaşamanın mümkünlüğünü ve yollarını arıyor, soruyor ve sormaya dahil ediyor. “Komşuluk” kavramı üzerinden, dikkatleri bir barınaktan öte bir yapı olarak “ev”e çekiyor. Kenti, aidiyeti düşünüyor; tüm bunlara dair değişen algımızın peşinden gidiyor. İkilinin pratiklerinde sıklıkla kurcaladıkları konulardan, yaşam biçimlerimizi ve kimliklerimizi, bir aradayken bunları nasıl sürdürdüğümüzü ya da sakındığımızı araştırıyor. Küratörler, bugünün süper-güçler, keskinleşen sınırlar, baskılarla dolu ahvalinde, yüz binlerce insanın gezeceği bir bienalde bu soruları sormayı özellikle önemli bulduklarını belirtiyor; “politik sorunların gözümüze biz bireylerin yakalayamayacağı, nüfuz edemeyeceği ve akıl sır erdiremeyeceği kadar büyük göründüğü bir zamanda, politikayı eve, yani köklerine geri getirebilmeyi ümit ediyoruz. Mikrokozmos makrokozmosu yansıtır ve tersi”2 diye açıklıyorlar yaklaşımlarını. Küçük durumların ve gerilimlerin, toplumdaki daha büyük gerilimlerin belirtisi olduğunu söylüyor bu bienal, bir başka deyişle, “bireysel olan, politiktir” diyor.

Wilkommen Varsayımı: Ya da Özel Mülkiyetsizlik ve Ahbaplar, Stephen G. Rhodes
İsimsiz, Fernando Lanhas
Gölgede Senaryo, Jonah Freeman & Justin Lowe; fotoğraf: İlgin Eraslan Yanmaz
Boşluk Korkusu, Alejandro Almanza Pereda
Eşyaların Etki Alanı, Pedro Gomez Egana; fotoğraf: İlgin Eraslan Yanmaz
Sıçan Kabilesi, Sim Chi Yin

İyi Bir Komşu, bu anlayışla, birbirine yürüme mesafesinde altı mekana yerleşerek farklı kimliklerin, dönemlerin ve arayışların bir arada yaşadığı bir “mahalle” oluşturuyor. Sembolik bir ölçekteki bu hayali topluluk fikrinin arkasında, gerçek hayattaki daha büyük ölçekli toplulukların inşasına ilham verebileceğine dair inançları olduğunu belirtiyor küratörler. Eve dair meselelerin ve komşuluk ilişkilerinin evrenselliğinden yola çıkıyor; kendi hikayelerini anlatan, bambaşka yerlerden, dönemlerden ve arka planlardan işler izleyiciyle rahatlıkla diyalog kurabiliyor. Ya da izleyici tüm bu işlerle, kendi ev ve aidiyet meseleleri üzerinden bağ kuruyor; zira bir arada yaşamakla ilgili meseleler, herkes için ortak soruları içeriyor. Belki de bu yüzden, içerdiği yoğun kişisel hikayelerden ötürü bir rehberle ya da katalogla gezilmesini önereceğim 15. İstanbul Bienali’ni, öncesinde künyelere dahi bakmadan, yalnızca işlerin doğrudan aktardıkları ile kişisel bir yol çıkararak gezmek ilginç bir deneyim olabilir.

Eski bir liman sahasındaki antrepoya yerleşmiş, buradaki son günlerini yaşayan bir modern sanat müzesi, neoklasik bir Rum ilkokulu, yine bir 19. yüzyıl otelinden dönüştürülen, oryantalist koleksiyonuyla bir müze, bahçe içinde modernist bir köşk, İstanbul’un en eski Osmanlı hamamlarından biri ve bir apartman dairesindeki sanatçı atölyesi olarak bu “mahalle”nin mekanları da, kendi komşuluk hikayelerine sahip. İyi Bir Komşu, dönüşen Beyoğlu’nun ve Karaköy-Haliç hattının değişen komşuluk ilişkilerinin tam da göbeğine yerleşiyor. Atölyelerin ve hırdavatçıların yerini butik otel ve kafeteryaların, kültür sanat kurumlarının yerini mağazaların aldığı, eski liman sahasının bugün erişimi olmayan, denizle bağlantısı kesilmiş bir halde yeni bir limanın şantiyesine dönüştüğü yollarda, bienal mekanları arasında duvarlar ve şantiyeler içinde yürürken ister istemez İstanbul’daki komşularını düşünüyor insan. Kentsel dönüşüm, soylulaştırma, emlak spekülasyonları, değişen mahalleler ve ortak yaşam alanları, sanatçıların da bienalde ağırlıkla işlediği bir konu. Kimi sanatçılar İstanbul’un dönüşümüne eğilirken kimi sanatçılar da, kendi şehirlerinden oldukça tanıdık bulacağımız hikayeler aktarıyor. Devasa inşaat kepçesi ile Alper Aydın, buluntu nesneler ve inşaat bariyerleri ile yok olan kamusal alanları sorgulayan Klara Lidén gibi sanatçıların eserleri, kentsel mekanın dönüşümüne dair işlerden bazıları. Pekin’de devletin kiraladığı yer altı sığınaklarında düşük kiralarla yaşayanları, halkın taktığı ismiyle “Sıçan Kabilesi”ni kendi evlerinde fotoğraflayan Sim Chi Yin, Seul’de hızla yükselen kiralar ve dönüşen mahallelerin yarattığı yeni yaşam alanlarını İstanbul Modern’in tavanına taşıyan Young-Jun Tak gibi sanatçılar, neoliberal kapitalizmin dönüştürdüğü yaşam alanlarına bakıyor. Emlak piyasası, mülkiyet hakları gibi meselelere temas eden pek çok iş, İyi Bir Komşu’da yer buluyor; Cezayir’de toprağı kirlendiği için çok ucuza aldığı bir araziyi, beton platformla İstanbul Modern’de yeniden oluşturarak, toprak mülkiyetini ve gayrimenkul piyasasını araştıran Lydia Ourahmane’nin Cennetin En Tepesinden Cehennemin En Dibine Kadar işi gibi. Beyrut’ta bir hurdacıdan bulduğu sütunların, rant ve yasal imkanlar yüzünden yıkılan ve yerine bir gökdelen inşa edilen eski bir aile evine ait olduğunu öğrenen Rayyane Tabet’in, yıkılan evin parçalarıyla oluşturduğu Kil Ayaklı Dev Heykel yerleştirmesi, hepimize tanıdık hikayesi ve atmosferiyle, bienalin etkileyici işlerinden. Zeyno Pekünlü’nün özenli koordinatörlüğündeki bienal kamusal programı kapsamında da geçtiğimiz Eylül ayında bir Mahalleler Birliği toplantısı gerçekleştiğini, bu toplantıda kentsel dönüşüm sürecindeki mahalle örgütlenmelerinin mücadelelerini anlatan bir “mahalleler sözlüğü”nün de tanıtıldığını bu noktada eklemeliyim.

Bienalin odaklandığı konulardan başkası, güvenli “ev”in yitirildiği, aidiyetin yeniden kurulduğu meseleler üzerinden “göç”ler. Olaf Metzel’in, Galata Rum Okulu’nun bir bölümünü dönüştürdüğü, döner kapılardan girilen ve metal levhalarla kaplanmış Toplama Merkezi, etkileyici olduğu kadar rahatsız edici. Bienaldeki işlerden şüphesiz en çarpıcı olanı ise, Kobane’den kaçan sağır ve dilsiz bir çocuğun, yaşadıklarını ve yıkıntılar altında kalmış evini anlattığı, gördüğümden beri aklımdan çıkmayan videosu, Erkan Özgen’in Harikalar Diyarı isimli işi.

Aidiyet arayışları ve kimliklere temas eden bir bienal, kaçınılmaz olarak, feminist ve kuir yaklaşımlara da yer açıyor. Louise Bourgeois’nın ikonik Femme Maison çizimlerinin karşısına, çizimlere Monica Bonvoncini’nin ünlü yanıtı Hausfrau Swinging videosunu yerleştiren bienalde Candeğer Furtun, Gözde İlkin gibi kadın sanatçıların işleri ilgiye şayan. 2001 yılında, Mısır’da bir disko teknesine yapılan baskının ardından tutuklanan eşcinsellerin hikayesinden yola çıkan Mahmoud Khaled’in, tüm mekanını bir müze-eve dönüştürdüğü, ARK Kültür’den, bienalin en çarpıcı yapıtlarından biri olarak bahsedildiğini, bu yazıyı yazarken mekanı henüz gezmemiş olsam da, eklemeliyim.

Fakat “İyi Bir Komşu” 15. İstanbul Bienali’nin, hayvanlara pek de iyi bir komşu olmadığını söylemeliyim. İstanbul Modern’in girişinde, Xiao Yu’nun bir çalışması olarak açık havada saban çekerek “performans yapan” eşek, gördüğümde beni dehşete düşürdü. İKSV, eşeğin son derece iyi şartlarda ve veteriner kontrolünde barındığını belirten bir açıklama yaptıysa da, şartlarından bağımsız, bienalin bir parçası olarak birkaç gün boyunca saban çekerek performans yapmak isteyip isteyeceğine dair eşeğin fikri ya da rızası alınmamış olsa gerek. Birkaç gün kalması planlanan eşek, sergide geçirdiği beş günün ardından dönmüşse ve şu an alan boşsa da, hayvan hakları savunucularının tartıştığı, etik olarak çok sorunlu bulduğum bir başkası hala İstanbul Modern’de görülebilir. Adel Abdessemed’in, Vietnamlı bir çocuğun üzerinden ortak bir dehşeti somutlaştırdığı heykeli, gerçek fildişinden yapılmış olduğunu öğrenmemle birlikte dehşetini katladı. Yine hayvanların kullanıldığı bir başka eser Pera Müzesi’nde; Aude Pariset’in yerleştirdiği bir bebek beşiğinin içinde on binlerce un kurtçuğu bulunuyor. Bu yazının yazıldığı sırada, Guggenheim Müzesi’ndeki bir sergide yer alan, bağlı köpeklerin bulunduğu bir video üzerine hayvan hakları savunucuları büyük protestolar gerçekleştirmiş ve Guggenheim, eseri sergiden çekeceğini açıklamıştı. Bizde ise Hayvan Hakları İzleme Komitesi ve Dört Ayaklı Şehir, bienaldeki söz konusu eserlerin çekilmesi ile ilgili resmi yollara başvurdu.3

İyi bir Komşu, hem “ev”e odaklanan teması, hem de küratörleri Elmgreen & Dragset’in mikro mimariyle haşır neşir pratikleri gereğince, mimariyi kullanan ve mimariyi düşünen bir bienal. Mekanlarının etkileyiciliğiyle her sergide çok çarpıcı olmayı sağlayan Galata Rum Okulu, içindeki mekansal müdahalelerle bu bienalde özel bir ilgiyi hak ediyor. Leander Schönweger’in çatı katını dönüştürdüğü labirent; Jonah Freeman ve Justin Lowe’ın seyyar bir tuvalet kapısının ardında, bir bilimkurgu romanının karakterlerinin yaşadığı mekanlardan kurdukları hayali dünya gibi, içinde uzun zaman geçirmek istenecek ilginç mekanlar var. Okulun girişinde Pedro Gómez-Egaña’nın oluşturduğu, hareket eden, dağılan, kendini yeniden oluşturan yeraltı evi çok etkileyici; bir “haz merkezi” ve özgürlük alanı olarak kurulan bu evle ilgili, bienali birlikte gezdiğim arkadaşım Fisun, “Evimize çekilip kötü günlerin geçmesini beklediğimiz zamanları çağrıştırıyor.” demişti. “Yaşamlarımızın kendiliğinden gerçek sabit mekanlar sunmadığını, sabit ve huzur verici bir yere dair anılarımızın bile daima zamanın geçişinin tehdidi altında olduğunu kabullenebilirsek eğer, dış kuvvetlerin meydan okumasına açık, öngörülemez gibi duran mekanları ve gerçeğe ait gerçeklikleri de belki daha kolay kabullenebiliriz, tanıdık olmayandan belki daha korkmaya başlarız,” diyor Elmgreen & Dragset.4 Georges Perec’in kulaklarını bolca çınlatan bienal, durağan mekanlardan söz edilemeyeceğini, bu yüzden mekanı sürekli yeniden değerlendirmek, yeniden fethetmek gerektiğini söylüyor.

Son olarak, Türkiye’de bir bienal yapmaya dair, Elmgreen & Dragset’in, benimsedikleri “ince” politik yaklaşımla ilgili söylediklerini de burada anmakta fayda var. İkili, The Guardian’a verdikleri bir söyleşide,5 günümüz politikalarının ve ortamının insanları dikkatle kurgulanmış, üstü kapalı yeni başka yollar yaratmaya yönlendirdiğini, bienale bu açıdan bir bütün duruş olarak bakmak gerektiğini söylemişlerdi. “Sanat, popülist politikaları doğrudan cevaplamaya ya da komplike meselelere çok basit tepkiler vermeye indirilmemeli. Türkiye’de olup bitenlerden hoşnut değiliz, fakat ‘evet, bir meselemiz var ve hadi birtakım sanatçıları çağıralım ve onlar buna bir cevap versin’ zihniyetinin de faydalı olduğunu düşünmüyoruz. Politik durumlara sanatın doğrudan tepkisi, politik arenada pek de iyi sonuçlar vermiyor. Ortaya çıkan şey iyi sanat olabiliyor, fakat genellikle çok kötü bir politika oluyor. Sanat, politikacılar ya da medya gibi tepki vermek, aynı popülist dili kullanmak için değil.” sözleri ve sanat üretiminin, kişisel ifadenin bu yeni “ince” yolları, İstanbul’da, İstanbullu sanatçılar arasında da birkaç yıldır sıcak bir tartışma konusu. Bu yollara ve yeni üretimlere dair, önümüzdeki günlerde daha pek çok tartışma ve iş göreceğiz gibi görünüyor. Zira İstanbul Bienali’nin ve şehri dolduran sayısız sergi ve etkinliğin açılış haftasındaki kalabalık ve güçlü enerjisi, İstanbul’da uzun süredir özlediğimiz bir canlılıkla hepimize iyi geldi, devam etme ve üretme hevesimizi tazeledi; bienalin en kıymetli etkisi bu belki de.6

NOTLAR
1 Milliard, Coline, “Elmgreen & Dragset’s Artist-Driven Istanbul Biennial Is a Model for Future Curators” https://www.artsy.net/article/artsy-editorial-elmgreen-dragsets-artist-driven-istanbul-biennial-model-future-curators
2 15. İstanbul Bienali katalog sunuş metninden, s.31
3 Bu yazının yazıldığı sırada güncelliğini koruyan, bienalde hayvan kullanımı üzerine daha detaylı bir yazı için: http://www.milliyet.com.tr/hayvanlari-konu-edin-malzeme-gundem-2524845/
4 15. İstanbul Bienali katalog sunuş metninden, s.33
5 Ellis-Petersen, Hannah, “Istanbul biennial hires provocative curators, but where's the political art?” https://www.theguardian.com/world/2017/sep/15/istanbul-biennial-hires-provocative-curators-but-wheres-the-political-art
6 Son olarak, 15. İstanbul Bienali’nin kavramsal çerçevesine daha yakından bakmak isteyenlerin, Elmgreen & Dragset’in bienal için oluşturduğu özenli okuma listesine göz atmasında fayda var. Aaron Betsky’den Nurdan Gürbilek’e uzanan bu liste, tek başına dahi İyi Bir Komşu’nun omurgasını çıkarıyor: http://15b.iksv.org/iyibirkomsu#readinglist

Etiketler:

İlgili İçerikler: