James Turrell: Işığı Manüpile Eden Adam

ÖZLEM YALIM

Arter’de 13 Ağustos’a kadar devam edecek Görme Biçimleri sergisi vesilesiyle Özlem Yalım, hayatı boyunca ışıkla deneysel üretimler yapan James Turrell’e dair yazdı.

James Turrell’in 1968’de gerçekleştirdiği projeksiyon işi, Arter’deki Görme Biçimleri sergisi kapsamında izlenirken bu ışık dehasına yakından bir bakış ihtiyacı doğdu. New York’ta yer alan MoMA PS1 de, 30 Ekim 2017 tarihine kadar sanatçının Meeting (Buluşma) isimli gökyüzü yerleştirmesine yeniden ev sahipliği yapıyor. Aslen PS1’in kurucusu ve 2008’de emekli oluncaya kadar da direktörü olan Alanna Heiss tarafından 1970 yılında sanatçıya sipariş edilen bu eser, 1986’dan 2013 yılına dek en sevilen ve ilgi gören eserlerin başında geliyordu. Gerek Turrell’in zaman içinde gelişen kariyeri doğrultusunda eserin yeniden yorumlanabilmesi, gerekse teknolojik ve ekonomik bakımdan daha verimli hale getirilebilmesi için aradan geçen bu sürede çeşitli iyileştirme çalışmaları yapıldı.

İnternet sitesinde kendini, “hevesli bir pilot” olarak tanıtan Turrell, havada 12.000 saati aşkın vakit geçirmiş. Gökyüzünü çalışma stüdyosu, malzemesi ve kanvası olarak nitelendiriyor. Esas olarak tavanda yer alan bir kesik geometri içinden gökyüzü deneyimi sunan Meeting de, kapalı kısımlarda yer alan özel aydınlatma tasarımıyla birleşince doğal ışığın yapay ışık ile buluştuğu bir yerleştirme olarak dikkat çekiyor. Bir bakıma doğaya ve mimariye bir müdahale niteliği de taşıyan bu işi daha iyi okumak için Turrell’in de öncüleri arasında olduğu, 1970’lerde özellikle Los Angeles, Kaliforniya bölgesinde ortaya çıkan Light and Space Movement’a (Işık ve Alan Hareketi) bir göz atmak gerekir.

James Turrell, Görme Biçimleri sergisi,
James Turrell, projeksiyon işi, Görme Biçimleri sergisi, fotoğraf: Dirim Dinçer
Krater Gözü, Roden Krateri, James Turrell
Krater Çanağı, Roden Krateri, James Turrell
Vaziyet Planı, Roden Krateri, James Turrell

Sanat akımları arasında OpArt, minimalizm ve soyutlama ile iç içe geçmiş bu hareket, 1960’larda soyut ressam John McLaughlin öncülüğünde başlamış varsayılabilir. Hareketin başlıca özelliklerini hacimli-kütleli yerleştirmeler ve neon renkler ile cam, pleksiglas, floresan aydınlatmalar gibi farklı malzemelerin kullanımı oluşturuyor. Kuşkusuz ışık, bu eserlerde en çok tercih edilen unsur; doğal ışığın yansımaları, yapay ışığın mimari ve nesneler ile birlikte yorumlanması, ışığın geçirgenliği, dağılması ve yarattığı hacim duygusu gibi pek çok özellik, bu dönemin işlerinde başlıca rolü oynadı ve eserler oldukça dikkat çekici oldu. Sanatçılar ışıkla böylesine oynarken ilgili teknolojileri de yakından takip ediyor, üniversiteler ve bilim kuruluşlarıyla çeşitli işbirliklerine giriyorlardı.

Turrell ise “ışık ile dolu nesneler”, “ışık ile mimarinin buluşması” gibi temalar etrafında bu akımı günümüze taşıyan önde gelen sanatçılardan biri oldu. Başlangıçta sanatını icra ettiği Kaliforniya ve Avrupa’da üne kavuşan sanatçı, bugün dünyadaki en bilinir figürlerden.

1967’den bu yana, 160’tan fazla solo sergi açmış olan Turrell, Amerika’daki hatırı sayılır müzelerin ev sahipliği yaptığı bir retrospektif serisini de geride bıraktı. Işık ile ilgili çalışmaları hakkında daha yolun başındayken “Biz ışığı yiyoruz, hatta onu tenimizin altına doğru içiyoruz.“ diyen sanatçı, MoMA PS1’de yer alan Meeting yerleştirmesi için de “Hayatımda gerçekleştirdiğim en başarılı eserdir.“ diyor; zira buradaki performanstan sonra insanlar kendisinden daha çok -benzer- iş talep etmiş.

Turrell’in eserlerinde ışığın, aydınlattıklarından ziyade kendi özelliklerini ortaya çıkarmayı seçtiği söylenebilir. Hemen hemen tüm eserlerinde, ışığın kendisini salt bir nesne olarak manipüle eden, kalıplara sokan, ona form ve duygu yükleyen işleri izleyicisine sunmuştur. Bu işler, izleyici üzerinde oryantasyon duygusunu yer yer zedeler, algıları karıştırabilir ama mekan ve form alanında her zaman etkileyici ve aydınlatıcı bir değere sahiptir.

Sadece ışığa da değil, ister doğal ister yapay, ışık yardımıyla aslında mekan/alan olgusuna da dikkat çekiyor işleri. Alanın varlığı ile yakından ilgili olduğunu pek çok kez belirtir zaten sanatçı; hem alanın varlığıyla hem de varlığınızı hissettiğiniz alanla ilgili işleri, izleyicisine alanın/mekanın fiziksel gücünü hissettirir. Bu bağlamda doğal hacimler de sanatçının ilgi odağında kalır; kimi zaman bir krater, kimi zaman tüneller, volkanlar sanat eserine dönüşüverir. Sanatçının yaşam boyu yapıtı olarak nitelendirilen Roden Krateri örneğin, uluslararası sanat dünyasının efsaneleri arasında yer alıyor. Hayatı boyunca, insanın görme duyusuna ve ışık-hacim olgusu ile ilgili fiziki algıları üzerine araştırmalara adadığı çalışmaları sonucunda halen devam eden bu eser, Arizona Çölü’nün ortasında bulunuyor ve burayı, sanatçının belirlediği çok az sayıda kişi görebiliyor. 21 farklı izlek yeri bulunan, birbirine tünellerle bağlanmış bu yapı-eser için Turrell Sanat Vakfı tarafından bir de bağış programı yürütülüyor: 100 Amerikan Doları karşılığı istediğiniz bir kişiye “friend” (arkadaş) unvanı armağan edebiliyor ya da vakıf, şirket gibi kuruluşlarınız adına 1000 Amerikan Doları’ndan başlayıp sınırsız miktarlara uzanarak bu projeyi destekleyebiliyorsunuz.

2001 yılında gerçekleştirilen İstanbul Bienali’ne de davetli olan ve Kız Kulesi’nde bir ışık yerleştirmesi gerçekleştirmesi beklenen sanatçı, 11 Eylül olaylarını takiben, güvenlik gerekçesiyle gelmemişti maalesef. Elbet Türkiyeli sanatseverlerin yakından tanıdığı ve eminim takip ettiği bu sanatçı, çeşitli galeriler ve sergiler aracılığıyla buradaki izleyicisiyle ara sıra buluştu. Ne var ki Turrell’in etkileyici, sarsıcı performanslarını izlemek için çok daha fazlası gerek. Örneğin sanatçının 2013’te Guggenheim’daki sergisinde yer alan “Aten Reign“ isimli ışık yerleştirmesi, Frank Lloyd Wright’ın mimarisinin ışık ile yeniden yorumlanmasıydı adeta ve hafızalara inanılmaz bir deneyim olarak kazınmıştı.

Hayatını insanların algıları üzerinde deneyler yapmaya ve onların algılarını yönlendirmeye adamış olan bu sanatçıyı bir gün kapsamlı bir biçimde ülkemizde görebilmek dileğiyle…

Etiketler: