Bağlamı Yeniden Düşünmek

HÜLYA ERTAŞ BERNARD KHOURY

Geçtiğimiz Temmuz ayında Bilgi Üniversitesi Mimari Tasarım Yüksek Lisans Programı’nın düzenlediği yaz okulu atölyelerinde yürütücülük yapan mimar Bernard Khoury ile Beyrut’u, değişen paradigmalara karşı geliştirdiği eleştirel tutumunu ve bunu yansıtan işlerini konuştuk.

Hülya Ertaş: Mimari tartışmalarda, bağlam genellikle kentsel doku, topoğrafya vs. ile ilişkilendirilir ancak Bilgi Üniversitesi’nde yaptığınız sunumda fark ettim ki bağlam sizin için daha ötesini ifade ediyor. Bankacılar, işverenler gibi hak sahipleriyle de ilişkilendirdiniz ki ben mimarlığın bilinenden fazla sır barındırdığını düşünmüşümdür her zaman. Sizce bu bakış, mimarlık mesleğine biraz daha dürüstlük getirir mi?
Bernard Khoury: Bunun dürüstlükle ilgili olup olmadığını bilmiyorum. Bu çoğunlukla, merakını doğru ya da yanlış yere yöneltmekle ilgili. Sunumumun birinci kısmında, özellikle en temel kavramlar üzerine ortak alan tanımları üreten sabit çevrelerde, mimarların bağlama ve genel anlamda tarihe karşı ilgili olma sorumluluklarından bahsettim. Örneğin Fransa’da sizi kamu yapısı için görevlendiren cumhuriyetin temel değerlerini anlamazsanız, devlet için proje üretemezsiniz. Benim geldiğim yerde ise bunların hiçbiri yok. Beyrut’ta, bütünüyle düzensiz ve farklı bir çevreden gelen çok çeşitli durumlara maruz kalırsınız. Bu, Batı dünyası ya da daha istikrarlı çevreler müthiş düzenlenmiş olduğu için değil. Şehirlerin özel sektör tarafından yönetildiğini hemen her yerde görüyoruz ama benim geldiğim yerde bu, karikatürize bir orana ulaşmış durumda. Devlet kesinlikle yok, artık kentsel dokuyu oluşturan oyunculardan biri değil. Bu yüzden de kimi zaman birbiriyle oldukça çelişen gerçekliklere çarpmanız kesin. Ve şunu kabul etmelisiniz ki bazen çok benzer programlara cevaben ve oldukça yakın coğrafyalarda, belki de sokağın iki köşesi arasında bile, biri diğerinden bütünüyle farklılaşan tanımlar üretebilirsiniz.

Özel olanı, sıradan olmayanı inşa etme merakım yüzünden kendimle hiç şüphe duymadan çeliştim. Açıkçası genel bir kesinlik ifade etmeyen şeyler bunlar; durumun kendisine yönelik, özel takıntılarla verilmiş özel karşılıklar. Durumun kendisi çok nadir olarak projeyi gerçekleştiren tarafından yönlendirilir. Kimi zaman birbiriyle çelişen ilgileri ve gündemleri vardır ki bence bu, bağlama çok daha ilginç bir yaklaşım. Başta bu tür bir Ortodoks sorumluluğuna tabi tutmayan, zaman içinde, çok özel bir anda, çok özel bir coğrafik konumda, çok özel bir durumun derinlerine inmene izin veren bir bağlam…

japon restoran ve barı yabani projesi, beyrut, 2002
zemin altında kurgulanmış b108 müzik ve gece kulübü, beyrut, 1998
ib3 konutu, beyrut, 2006
plot 2251 konutu, beyrut, 2013
beyrut’un etrafında kurulduğu limanla ilişki kurmayı amaçlayan plot 450 (saifi) konut projesi, beyrut, yapım aşamasında

HE: Peki devlet olmadığında kamu hakkını kim savunuyor? Kamusal alan nasıl oluşturuluyor?
BK: Beyrut’ta, terimin geleneksel tanımında bir kamusal alan yok. Hatta kent içinde görünür kamusal yapılar da yok. Beyrut’ta yolunuzu gaz istasyonlarına, alışveriş merkezlerine göre bulursunuz; müzelere, operalara ya da kamusal parklara göre değil.

HE: Bu sistemde mimar nasıl çalışıyor?
BK: Belirli bir bağışıklık geliştirmeye çalışıyoruz. Konuşmamda öngörülemeyen olayların tehlikelerini açıkça ortaya koyan örnekler gösterdim. Bu yerler, kelimenin tam anlamıyla sizin arazinizin eşiğinde olabilir çünkü hiçbir alan herhangi bir düzenleme sistemi ya da ana planlamaya tabi değil. Oldukça karmaşık, sıradan ve bir o kadar da artık modası geçmiş kanunlara tabi.

Maksimum yükseklik vb. birtakım düzenlemelerimiz var ama her şehirde olduğu gibi belirli bölgeleri ya da mahalleleri ele alan ciddi bir kentsel planlama yok. Kent dokusunu değerlendiren hiçbir ciddi çalışma yok. Dokunun, kentin kendisinin, çevrenin etkisi üzerine adam akıllı çalışmalar yapmadan sömürü çarpanlarını artırıyorlar. Biz de bu koşullardan türeyen katastrofik dokuyu seyrediyoruz. Bu sebeple mimarlar, her bir alan için bir savunma mekanizması geliştirmek zorunda. Her bir proje, sonunda bağlamı kuracak belirli, özel bir strateji gerektirir.

HE: Beyrut’ta çalışan yabancı mimarlar hakkında ne düşünüyorsunuz?
BK: Berbat ettiler. Pek çoğu, sözüm ona kilit alanlarda anlamlı projeler üretmekte başarısız oldular, özellikle şehir merkezinin yeniden inşası projesi olan Solidere’de. Uluslararası mimarlar listesi vardı, bir noktada yirmi kişi oldular; kentin kilit noktalarında, birbiri ardına yaptıkları geçit törenlerini izledik ama işleri berbat ettiler. Çünkü çok basit, yüzeysel bağlam ve tarih anlayışlarıyla genelleyici kesinlikler ürettiler. Çevresine karşı merak duyması beklenenler bile ayakuçlarına basarak yürüdüler ve çok kısır, anlamsız projeler yaptılar. Bunlar bazen de zaten var olan tariflerin ikinci ya da üçüncü kalitede pişirilmesiyle ortaya çıkan farklı ürünler gibi oldu. Tüm bunlar Çin’de, Hong Kong’da, Dubai’de ya da Houston’da işledikleri küresel kesinliklerden geldi ve Beyrut’u da işlediler. Meraklı olması beklenenden kendine güven duyması beklenene kadar hepsi anlamsız, yerle alakalı bir bağ kurmayan, üretildikleri zamanı yansıtmayan projeler ortaya çıkardı.

HE: Peki ticari olarak? Bu açıdan başardılar mı?
BK: Hayır, sanmıyorum. Bence, her katmanda sınıfta kaldılar. Steven Holl’un Marina Projesi’nden, Norman Foster’ın yakınlarda tamamlanan konut kulesine, Herzog & de Meuron’un Beyrut Terasları’na kadar. Bu sonuncusu, kendi çevresi içinde biraz ilginç bir kütle gibi görünüyor ama felaket bir şeye dönüştü. Planlar, dışarıdan görünenle çelişerek oldukça derin döşemeler üretiyor ve aslında dışarıyla etkileşimi okumasının çok yüzeysel olduğunu anlamaya başlıyorsunuz. Cephede yansıtılan iç ve dış arasındaki ilişki oldukça sembolikken, planda oldukça derin bir döşeme görüyoruz. Bu çok uluslararası bina, üretildiği yer ve zamandan bütünüyle kopuk.

HE: İstanbul’da, üçüncü havaalanı ya da Galataport gibi oldukça tartışmalı büyük projeler yapım aşamasında. Ve bunların çoğu, yerel mimarların projelerle ilgili bilgi sızdırma riski yüzünden yabancı mimarlar tarafından tasarlanıyor.
BK: Evet, üçüncü dünyanın çapraşıklığı… Ben yerele yürekten inanıyorum. Çünkü yerel yürüdüğü sokağı bilir ve sahiplenir. Kötü çocukları, artıları, eksileri, hileleri bilir. Yerli, kendine ait olanları bilir. Sizi arabanın arkasına atabilir, boğazınızı kesebilir, kendi saçmalıklarını bilirler. Yerel kendini/kendi şeylerini bilir. Meraklı yabancıların bilemeyeceğini düşündüğüm şeyleri, kentin görünmeyen katmanlarında ne olduğunu bilirler. Bu bilgiler, kalın kitaplardan toplanıp şirin grafiklere dönüşen verilerle elde edilemez. 500 sayfalık genel bilgilerin ardından bağlamı anlamak değil bu. Bu tavır, bölgeyle ilgili karar verilmiş tanımlar üretir; çok karmaşık olan tarihi yalınlaştırır. Mimarlık alanının karmaşıklığı, mimarın hakkında hiçbir şey bilmediği bağlama karşı yükümlülüğüdür. Benim böyle bir problemim yok. Ben bağlamsal olmaya çalışmıyorum. Çünkü bağlamı, genel terimlerle tanımlamaya çalışmayı bıraktım. Sorumlu olduğum her özel durumda her sokak köşesini yeniden keşfetmekten, bu durum etrafında inşa etmekten gurur duyuyorum. Durumun ne kadar zor ve keskin olduğu fark etmez.

HE: Pratikle eleştiri geliştirmek en zorlu olanlardan biri. Bunu başarmak için araçlarınız, taktikleriniz, stratejileriniz neler?
BK: En yerinde eleştirilerin en zor durumlardan çıktığını düşünmeyi seviyorum. İmkansız olan şey ilginçleşir; kolay ve açıksa ilginç değildir. Müze, opera binası gibi ortak bir güç simgesi olan ve ortak bir tarihin ürünü olduğuna herkesin demokratik bir şekilde hemfikir olduğu diğer yapıları yapmaktan vazgeçtim. Bunlarla ilgilenmiyorum. Projeleri mümkün kılan ustaca ve durumla bağlantılı ilişkiler kurmakla ilgileniyorum. Ve bu, her seferinde çok karmaşık bir hikayedir; tekrar edebileceğin mucizevi bir strateji ya da reçetesi yoktur. Çalıştığın her duruma ve kişiye göre keşfetmen gerekir.

İşverenler aptal değil, anlamak zorunda olduğun belirli zeka biçimleri, gündemleri var. Pragmatikler ama bu, mülteciler tarafından yerleşilmiş berbat bir binanın bitişiğindeki bir araziye suşi restoranı yapmanın anlam üretemeyeceği anlamına gelmez. Büyük, çirkin, kötü sermaye makinesinin bize dayattığı saçma değerlerden vazgeçmiş değiliz. Bu doğru değil. Projelerimiz hala oldukça eleştirel ama eleştiri, sadece teorik bir duruşla oturduğun buluttan, neyin iyi neyin kötü olduğunu söylemekle yapılmıyor. Bana göre çamurun dışında çalışmak, o bütünüyle mayhoş ortamların dışında çalışmak, bazen çok daha yaratıcı anlamlar üretebilir. Şekerle kaplanmamış, tatlı ya da saf bir iyimserlik içinde olmayan, ama benim çok ilgilendiğim kesin bir formu var gerçekliğin.

HE: Hiç o çamurdan uzak durmaya çalışırken içine düşeceğinizi hissettiğiniz oldu mu?
BK: Ben çok endişeli bir insanım. Her deneyimden zevk üretmeye ve her birini zevkle yaşamaya çalışıyorum çünkü bu oldukça önemli. Deneyimlerden zevk almazsam, bugün bırakırım. Tehlikeli olabilirler ama tehlikeden kaynaklanan bir zevk de var. Bir manastırda hapsedilmek, iyi değerlere dair vaaz dinlemek istemiyorum. Hayır, sokakları seviyorum. Tehlikeli denizleri ve korsanları seviyorum.

HE: İşvereni ikna edemeyeceğiniz ve bu yüzden de sonucun iyi olamayacağı bir nokta olabilir.
BK: Bu ikili bir durum değil. Bir projeye kesinlikler ile başlamam. Daha başlamadan yanlışı doğrudan ayırmak ilginç değil. Her proje için özel parametreler üretmen gerekir. Onun için, bir projeye başladığımda bir şeyler düşünürüm ama deneyimle, çok sert ve çatışmalı süreç sonunda bunlar değişebilir. Çünkü oldukça çelişkili durumlar yaşıyoruz. Bu ilk görüşte aşk değil. Bu baştan sona romantik, istikrarlı bir ilişki değil. Çok fazla baskı var. Çok fazla zıtlık/uyuşmazlık var. İleri geri iten ve çeken çok fazla şey var. Mümkün olanın sınırlarıyla flört etme var. Her zaman. Ama ayrıca çok fazla baştan çıkarma var ve her zaman müşterini güvende tutmak, onunla ilgilenmek zorundasın. Bir yönden ittin ve aniden fark ettin ki sana karşı gelen güç bambaşka bir yere yönlendirdi, o zaman onunla gitmelisin. Bu yolda birkaç dişini kırabilir, biraz çizik alabilirsin ama önemi yok. Benim vücudumda çok fazla yara var ama bunun hiçbir önemi yok çünkü bu pratik yapmanın bir parçası. Zamanımdan yirmi yıl önce öleceğim belki ama sorun değil.

HE: Modern zamanlardan beri, mimarlığın bir çeşit gücü olduğuna inanılır. Günümüzde mimarın yeteneği hakkında ne düşünüyorsunuz?
BK: Etrafımda gördüğüm kadarıyla çok yok. Seni geçmişe götürmek istemem ama 1980’lerde Fransız teorisyen Paul Virilio’nun dediği gibi “Her şey hızla ilgilidir.” Virilio, makine çağının mekanik devrimine kadar, 19. yüzyıla dek diyelim, hayvan hızında hareket edildiğinden bahseder. Bu noktaya dek hayvan hızında, yürüme, koşma hızında, eşek, deve ya da at sırtında, rüzgarın gücüyle, yelken ve kürek aracılığıyla denizin hızında evrildik. Fakat sonra ani bir kırılma, hareket hızımızda artış gerçekleşti. Bu durum, tıptan bilimin her alanına kadar, büyük demografik devrimlere neden oldu. Bu da yanında iki dünya savaşı getirdi. Mimari düşünceler bu devrimin bir parçası sayılabilir. Mimar, makine çağına dek hakim olanın sağ koluyken, yerini kaybetmeye başladı. Modern zamanların başında bu hızı yakalayabileceğimizi, bu devrimin bir parçası olabileceğimizi, anlam üretebileceğimizi, kültür üretiminin parçası olabileceğimizi düşündük. Sonuçta, düşündüğümüz gibi olmadı. Bunu sorgulamaya 50-60’larda başladık. Modernizmin -modernitenin değil- en azından çalışma alanımızda ne ürettiğine dair ciddi eleştiriler zaten vardı.

Ama sonrasında, mekanik hızdan elektronik hıza geçişle çok daha dramatik bir ivme geldi. Bu, bizim kuşağın tanıklık ettiği devrim. Bence bu, bedenlerimiz bir mekandan diğerine hareket bile etmeden, onları deneyimlemeden, mekanı ve zamanı nasıl algıladığımızı şekillendiren önemli bir kırılma. Bugünlerde anlam, diğer anlamlar üzerinden üretiliyor. Çok daha dinamik, çok daha dalgalı ve çok daha hızlı bir tempoda ortaya çıkıp yok olan fenomenler üretiyorlar. Bizim mimarlık pratiğinin nasıl hayatta kaldığına şaşırıyorum. Bazılarına göre bizler hıza karşı son direnişçileriz. Ama ben bu fenomeni reddetmek istemiyorum; onu kabul etmeli ve rahat taş devrimizde oturmaktan vazgeçmeliyiz. Savaşmalıyız. Eğer buna direneceksek, direnişin akıllı, yapıcı formlarını geliştirecek araçları üretmeliyiz. Kültürün üretimine katılabilirsin ama o durumda kalıcı olamazsın, bugün hissettiğim bu. Mimarlık, kültürel fenomenler üretmek yerine kültürel fenomenlerin temsilinin aracı haline geldi; oldukça üzücü bir durum. Günümüzde mimarlık, binaları eğip bükerek, vardiya düzenleyerek ya da ilkel araçlarla ve basit sembolik yollarla temsil ediyor kendini. Oysa gerçekleşen fenomenler karmaşık sistemleriyle çok daha dinamikler.

HE: Güncel mimarlığı, diğer her şeyden daha muhafazakar buluyorum. Toplumda, teknolojide vs. tüm değişimlere direnç gösteriyor.
BK: Evet. Mimarlığın kültürle ilişkisi çok yüzeysel; politik, sosyal, teknolojik, bilimsel, felsefi bileşenlerin temsilleri yüzeysel… Ve mimari üretimin olduğundan daha karmaşık görünmesini sağlayan şey sentakslar… O çok karmaşık cephelerin, çizimlerin yüzeyini kazırsanız, altındaki anlatının ya da duruşun tehlikeli bir biçimde basit olduğunu görürsünüz.

HE: Bence sizin en büyük şansınız deneyimlerin her şeyden daha önemli olduğu eğlence sektöründe bu işe başlamanız. Bana göre bu günümüz mimarlığında çoğunlukla unutulan bir şey. Mekanın deneyimi önemli değil artık günümüz mimarlığında.
BK: Eğlence sektörünün yeni bir şey üretmeyi sağladığı konusunda haklısın çünkü onlar geçici projelerdir, kalıcı olma sorumluluğuyla sınırlanmamışlardır, program tanımları ciddiye alınmaz. Geleneksel olarak, eğlencenin mimarisi, binaların bodrum katlarındadır. Ona bina adayamazsınız çünkü programı asil değildir, bayağıdır. Bu alanda çok daha fazlasını yapabilirsiniz çünkü sorumlu değilsiniz, gelenekle sınırlı değilsiniz. Eğer eğlence sektöründen geçmeseydim, konut projelerine başladığımda bu kadar radikal olamazdım, belirli seviyede bir itibarım olmazdı. Bundan dolayı da konut sektöründen aforoz edildim çünkü onlar, insanların yaşayabileceği ve yaşamayacağı biçimler olduğunu düşünüyorlar. İki üç saatliğine bir gece kulübüne gidebileceğinizi, birkaç içki ile saçma bir duruma düşebileceğinizi, bunların yapılabileceğini ama yaşamanın makul yolları olduğunu düşünüyorlar. Çocuklarınızı büyütürken ve kapalı duvarlar ardında yaşarken bu belirli bir mantığa karşılık gelmeli. Aslında kötü toplum, kötü doku, kötü mekan üreten çok katı bir ahlak anlayışı var. Son birkaç yıldır geçicilik konularını ele alabildiğimiz bir savaşa öncülük ediyoruz. Konut projelerine başladığımda, mimardan konut bloklarının çekirdek ve kabuklarının tasarlanmasının istendiği ve geri kalan her şeyin daireleri satın alanlara bırakıldığı “çekirdek ve kabuk” tipolojisi vardı. Bu tipoloji, geliştiriciler tarafından empoze edildi. Bu egemen tipolojiyi tamamen yok edene kadar istikrarlı bir savaş verdik. Ancak aynı zamanda politik bir savaş da vardı. Eğlence sektöründe çalışırken deneyimlediklerimden daha karmaşık ve zor bir savaş.

HE: Terörist saldırıları, mülteciler ve kent kullanıcısı akışı, Beyrut için yeni değil. Neredeyse otuz yıldır böyle. Fakat şimdi dünyanın pek çok şehri bunu deneyimliyor. Almanya’da küçük bir kasaba bile istikrarlı sayılmıyor. Bu konuda öteki şehirler Beyrut’tan neler öğrenebilir?
BK: Bugün, kentlerin hiç bağışıklığının olmadığı güvenlik korkusu yüzünden, mimarlığın da daha önce hiç kullanmadığı diğer araçlarla uğraşacağız: Demir kablolardan beton bloklara, askeri ve güvenlik aygıtlarına kadar mimarların bugüne dek herhangi bir mimari ifade yüklemediği öğeleri yeniden düşünmemiz gerekecek. Plot #450 projemde, kontrol odasını zeminden çıkardım ve onu şehre sunulan, görünür bir araca dönüştürdüm. Mekanın ve şehrin pozitivist düşüncesine uymayan bu tür öğelerle ilgilenmek zorunda kalacağız. Mimarlık tarihinin erken zamanlarından beri, kentleri serbest akışta olan alanlar olarak tanımlamayı sevdik. Fakat bugün, tehlikeli bir biçimde birlikte yaşamaya mecbur olduğumuz gerçeklikler var ve öncelikle bunları fark etmeliyiz. Bu yüzden belki de şehircilerin ve mimarların araçları artık geleneksel araçlar değildir. Kontrol noktalarıyla, elektronik zekayla, mekanik aygıtlarla, tanımlanmış sınırlarla, tel çubuklu beton bloklarla ilgilenmeli ve onları ustalıkla dönüştürmeliyiz. Güvenlik korkusuyla üretilmiş kurallara sadık kalmaktan bahsetmiyorum, ancak sınırlar ve diğer araçlarla öncelikle flört etmemiz gerek ki manipüle etmeye başlayabilelim. Bence mimarlar bunları reddetmektense anlamakla yükümlüler. Bunları reddetmek onları oyun dışı bırakabilir.

Arkadaşlarımdan birinin yakın zamanda, Beyrut’taki bir üniversite için tasarladığı muhteşem projeye bakıyordum: Esasen, binasını saran bir dolaşım şemasıyla yaya trafiğini kampüsten kendi binasına yönlendiren olağanüstü bir oyun tasarladı. Yapısının bir sünger misali yaya dolaşımını ve kentin yapısını gözeteceğini tasavvur ederek, çok güzel ve naif bir çember çizmişti. Bina tamamlandıktan hemen sonra üniversite, onun serbest planı üzerine duvarlar dikmeye başladı. Bugün tam anlamıyla gülünç görünüyor. Mimarın naifliğinin felaketi… Oyunun kurallarının değiştiği yerde, ideal bir dünya kurmaya devam edemezsiniz. Uymak zorunda değilsiniz ama farkına varmak zorundasınız. Ancak bu farkındalıkla eleştirel bir duruş çizebilirsiniz. Çünkü reddetmek tek başına eleştirel değildir.

Etiketler: