Zarafetle İnşa Etmek

AYDAN VOLKAN ERSEN GÜRSEL

Ersen Gürsel ile beş sayıdır devam eden tefrikamız boyunca mimarlığa giden yolda kendisini etkileyen unsurları, mimarlık pratiğinde 50 yıla aşkın deneyimini, bu süreç içinde ülkenin, mimarlık üretiminin ve eğitiminin dönüşümünü, konuştuk. Bu ay Gürsel, mimari tasarım süreci, mimarlığın diğer disiplinlerle ilişkisi ve modern anlayışla kurulan mekan ve yaşam üzerine duygu ve düşüncelerini paylaşıyor.

Aydan Volkan: 50 yıllık mimarlık serüveninizde merakınızın hiç yitmediğini, hatta katmerlendiğini görüyorum; hala çok hevesli ve meraklısınız. Bir de özgüvenden bahsetmiştiniz ki onun içinde de tasarımda gerekli olduğunu söylediğiniz ego faktörü var. Bu çok öznel bir bakış açısı ama size göre o özgüven sınırları içinde, mimarın egosu nasıl bir şeydir? Mimari üretim için gerekli olan ego nerede duruyor ve nasıl kontrol edilebilir?

güler sabancı evi, ayvalık
barut-sensatori sorgun oteli, sokak cephesi, antalya
sensatori sorgun oteli
queen ada oteli, denize açılan sokaklar, bodrum
epa proje grubu, 2014
the marmara, bodrum
andız otel, side
lara otel, avlu
quinada eskiz
se evi eskiz bodrum

Ersen Gürsel: Bazı dergilerde rastlıyorum bu soruya, mimarlara ve sanatçılara sorulduğunu görüp bana sorulsa ne cevap verebilirim diye düşünüyorum. Bu cevaplanması gereken ama cevaplaması da zor olan bir soru. Bundan hep kaçmıştım, çünkü buna cevap vermek konuyu kapatmak gibi geliyor ve ben bu işi yapmaya devam etmek istiyorum. Kapatmak gibi geliyor çünkü yıllar önce bir yazı yazmıştım 20. yüzyıldan Aklımızda Ne Kaldı? diye, "Mimarlık hayatına son mu veriyorsun?" diye soranlar oldu.

Yapılı çevrede gerçekleşen mimarlık mesleği, toplumsal yaşamın bir parçasıdır. Ülkelerin tarihinde mimarinin, toplumsal, ekonomik, sosyal ve siyasi hayatın içinde kendini korumak için sağlam bir temel üzerine inşa edildiğini görürüz. Bu bağlamda mimari, farklı özellikleri barındıran ve geliştiren, yaşam çevresiyle bütünleşen çağdaş bir meslek alanıdır. Mimarlık eğitimi de bana geniş bir özgürlük alanı açmıştı ve ben de bu özgürlük alanının sınırlarını, mesleğin bahsettiğim evrensel sorumluluk alanı içinde arıyorum. Bugün bana göre modern mimarinin sorunu biçime önem vererek, insanı tasarımın öznesi olmaktan çıkarmasıdır. Oysa ben hesaplaşırım, sorgularım kendimi. Yapı bağlamının kurduğu doğal ve fiziksel çevre içinde biçimsel kaygılardan uzaklaşırım. Yapının görsel bir zenginliği olmayabilir ama duygusal zenginliği vardır. Örneğin dans eden bir yapı tasarlamakla, içinde dans edilen bir yapı tasarlamak aynı şey değildir.

Öyle bir noktaya geldik ki insansız hava araçları gibi insansız binalar dergilerde giderek önem kazanmaya başladı. Benzer tasarımlarla öğrenci projelerinde de karşılaşıyorum. Öğrenciye maket üzerinde, projenin neresinde yaşamak isterdin diye soramıyorsunuz, öğrenci bu soruyu düşünemiyor, beklemiyor; oysa ancak bir yapıyı kimin için tasarladığınızı düşündüğünüzde ego kontrol edilebilir hale gelir. Burada coğrafi yapı, çevre ya da toplumsal değerler, ego yüklü tasarımlardan uzaklaşmak için önemli eşiklerdir. Bütün fantezi tasarımlar, magazin dünyasının nesnesi olarak ilgi çekici olabilir ama sorunuzda belirttiğiniz mimar egosunu yenmenin yolları, tasarımın yer aldığı bağlam ve kurduğu çevresel değerler üzerinde aranabilir. Ayrıca kavramları da içselleştiremiyor ve yanlış okuyoruz. Bugün okudum, “sürdürülebilir mimarlık”, “sürdürülebilir turizm yapıları” diyorlar, turizm yapılarının nesini sürdürüyorsun? Bir yapı çevreyle, bağlamla ilişkisini kurmuşsa, doğayı tahrip etmiyorsa zaten çevre içinde kendine yer bulur. Özellikle bu kavramı gelişi güzel kullanarak tüketmeye başladık.

Aydan Volkan: Siz müthiş bir tevazu ile egonuzu kontrol etmeye çalışıyorsunuz; yapının insana dair olduğunu, doğa ve coğrafya içinde bir bağlama oturması gerektiğini düşünüyorsunuz. Peki, egonun da iki tarafı var, işveren size gelip "Öyle bir yapı yap ki beni taçlandırsın." demiyor mu? Böyle egosantrik taleplerle karşılaşıyor musunuz?
Ersen Gürsel: Böyle bir taleple hiç karşılaşmadım ya da belki de bana bunları söylemekten çekiniyorlar. Bu dönemde mimari, ekonominin ve ticaretin çok önemli bir aracı haline geldi. Mimarın kazanımları da işverenle kurduğu dostluğa bağlı olarak gelişiyor. Mimarlığı gelip geçici heveslerle nereye kadar sürdürebilirsiniz? Mesleğe başlayalı 50 yıl olmuş, mezun olur olmaz bir bina yapmış olsaydım, yapı statiği bakımından ömrünü tamamlayıp yıkılabilirdi. Mimarların yaptığı binalarla yaşam sürdürmeleri doğal olabilir; duygularla geliştirdiğimiz tasarımların duygu yüklü olmasından daha doğal ne olabilir ki? Her yeni proje benim için de farklı bir deneydir. Projeler inşa edildiğinde kamusal kimlik kazanır, bina üzerinde insanların konuşma hakkı olur, çünkü eleştiriye hak kazanmıştır. Mimarlar için bunun önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü kaçınılmazdır. Şehrin bir yerinde bir yapıya imza atmak kolay mı? Mimar istese de istemese de egolarından uzaklaşamaz. Yaratıcı duygularını ne kadar geri çekse de sanatsal nitelikli ürünü yıllarca ayakta kalacaktır. Mimarların bu toplumsal sorumlulukları, egolarının da oluşma, gelişme nedeni olabilir. Yoğunlaşmış duyguların sınırı yok. İmgeler üzerine tasarlanmış mimari yapılar marjinal, fakat tektir; imgelere matematiksel boyut katıldığında işin tadı kaçar, önemli olan yapılanın bilincinde olmaktır.

Mimarların tasarımlarının gerçekleşmesinde mühendisliğin, teknolojik ürünlerin payını da yok sayamayız. Mimari projeleri mühendislerle paylaşmanın uygulama sürecine katkısı, projenin kalitesini etkileyebilir. Birliktelikle oluşturulan projeler insana çok şey öğretiyor, yeni dostluklar da kazandırıyor. Günümüzde teknoloji ağırlıklı yapılara baktığımda, “Mimar nerede?” sorusuna mimarlar, projelerinin paydaşlarının isimlerini vermekten kaçınmıyorlar.

Aydan Volkan: Özellikle statik mühendisliğinde, 20. yüzyılın ilk otuz yılındaki ilerici gelişmelerin modern mimarlığa çok önemli katkıları olduğunu düşünüyorum. O mühendislik verileri sayesinde mimarlar, modernizmin ince detaylarını, kesitlerini oluşturabildi.
Ersen Gürsel: Teknoloji ve yapı malzemeleri, mühendisliğin strüktürel yapısı mimariyi de yönlendirdi, evet. Farklı boyut ve nitelikte projelerde uzmanlarla çalışmanın yeni düşün alanları açtığını söylemeliyim. Kafanızdaki imgeleri biçimlendirirken ileriye taşıyamadığınız bir çizgiye gelebilirsiniz. Bu yüzden tasarım sürecini ilgili mühendislerle paylaşmak projenin başarısı için önemlidir. Kalite ve zarafetin birlikteliği ile oluşan yapılar yapılı çevrede fark edilirler.

Aydan Volkan: 92 yıllık Cumhuriyet kurulmadan önce, İkinci Meşrutiyet'ten başlayan bir modernleşme süreci var. Sonraki dönemde ise, bir Türkiye modernleşmesinden bahsedebiliriz. Ancak buradaki modernleşme bana göre “modern olamama ama modern olmaya gayret etme” demek. Her alanda olduğu gibi, mimarlıkta da buna çaba harcanıyor. Belli noktalarda becerdiğimizi, başardığımızı görüyorum ama ülke geneline baktığımızda, nitelikleri üzerinden dikkate değer bulduğumuz mimarlık ürünleri, toplam yapı stokunun yüzde 5’ini geçmiyor. Geri kalanının da modern mimarlıkla uzaktan yakından alakası yok. Bu süreçte 50 yıl mimari ürün vermiş önemli aktörlerden biri olarak, size göre bu modernleşme süreci nasıl ilerledi ve bu süreç içinde kendinizi ve mimarlığınızı nasıl konumlandırıyorsunuz?
Ersen Gürsel: Sanıyorum Türkiye'de modern mimarinin kesikli kırılgan çizgisi sorunu, Cumhuriyet'ten günümüze doksan yıllık bir siyasetin yapısına göre değişen bir süreç içinde açıklanabilir.

Mimarlığı toplumun sosyal, ekonomik ve siyasal yaşamının dışında, toplum yapısından soyutlanmış sınırlı bir alanda düşünmenin, modern mimarlığı açıklamak için yeterli olmadığını düşünüyorum. Toplum yapısının tümü içinde mimarlık mesleğinin rolü nedir? Mimarinin toplumla bütünleşmesini, kamusal binaları mimari üslupları üzerinden konuşmayı, aydınlatmayı deneyimleyemedik. Ben de merak ediyorum.

Mimari eleştiri ya yapılmaz ya da “sevdim- sevmedim” yaklaşımlı sığ eleştirilerdir. Yapılaşma kültürünün toplum içinde önemi üzerine düşünceler akademik yayınlarla sınırlı. Türkiye'de Cumhuriyet Dönemi toplumsal kalkınma ve yenilenme sürecinin de, kamu binaları ile sınırlı olduğu görülür. Dönemin siyasi ideolojisinin yapılaşma çevresi üzerindeki etkisine, toplumun aidiyet duygusuyla özleşmesine önem verilir. 1930’da başlayan modernleşme döneminin binalarını hayranlıkla izlerim, ben de dönemin Cumhuriyet okullarında okudum; okulumuz, Vilayet Konağı, kaymakamlık binamız, parkımız… Ancak kanımca, mimaride modernizm olgusunu tekil ya da kamu yapıları üzerinde değil, kentsel yaşamla bütünleşmiş, çokça üretilen yerleşik çevrelerde, konut binalarının bütünü üzerinde aramak gerekiyor.

Toplumun benimsediği, aydın kesimin tartıştığı bu “yeni mimari”, Demokrat Parti’nin iktidara geçmesiyle aniden kesilir; kapitalist ekonomiye geçiş politikasının etkileri yapılı çevrede, şehirlerin yenilenmesinde görülür. İkinci Dünya Savaşı sonrasında enternasyonal mimari örnekleri mimarlarımızı da etkilemiştir. Enternasyonal üslupla tasarlanmış konut binaları, modern çizgilerin farklılıklarıyla öne çıktılar, görünür oldular. 1960-70 planlı kalkınma döneminde ise, bir önceki dönemde filizlenen enternasyonal üslup tamamen terk edilmiş, rasyonellik ve işlevsellik öne çıkmıştır; mimari yarışma yöntemiyle elde edilmiş olmalarına karşın modern mimari içindeki konumları tartışılabilir. Ayrıca, devletin yönlendirdiği kamusal yatırımlarla oluşan fiziksel çevrenin, Özal’ın başlattığı liberal ekonomi politikası ile özel sermayenin yatırım alanlarında rol aldığı görülür. Modern mimarinin toplum yapısına bütünleşmesi görülmez.

Mimarlar Odası’nın "Çevrenin Tasarımda Mimar Vardır" sloganının toplumla paylaşılması bence mümkün olmadı. Cumhuriyet Dönemi gazetelerinden okuduğumuz, uzman metinleri ile sınırlı kalan modern mimari yazılarını bugün bilgi kaynağı olarak kullanıyoruz. Günümüzde kentlerin çehresi değişmeye devam ediyor. Ve buna karşın, kentlerimiz üzerine gölge düşüren cam yüzeyli binalar için siyasetçi, yatırımcı ve mimarın “Neden olmasın” dilini kullanmalarını yadırgıyorum. Düşün alanı bu kadarla mı sınırlı oldu?

Liberal ekonomi ve siyasetin etkisiyle oluşan postmodern düşünce yapısının dışında kaldım ve postmodern mimarinin de moda olarak geçici olduğu düşünenler içindeydim. Az önce bahsettiğim, 20. yüzyıldan Aklımızda Ne Kaldı? başlıklı yazı da bu dönem mimarisiyle ilgili sert bir yazıydı. 20.yüzyılda şehirlerimiz üzerinde, her gün yüz yüze geldiğimiz binalar üzerine düşüncelerimi yazmıştım.

Postmodern felsefesinin özgür düşünce yapısının sınır tanımayan, planlama ve çevresel değerlerle bağlam kurmayı reddeden söylemi, özellikle bireysel özgür düşünce oluşumu, yapı teknolojisindeki gelişmelerin paralelinde postmodern söylemle çelişkileri ortaya çıkardı. Küresel ekonominin yönlendirdiği projeler, toplum değerlerini ve kentlerimizi kimliksizleştirmeye hızla devam ediyor. Toplumun varoluş ve yaşam idealleri erozyona uğramaya başladı. Yatırımcıların yönlendirdiği programlar, yeni yerleşim alanlarında konut proje ve planlamalarından yaşam çevresine değin benzerlikler, bireysel tercihleri ortadan kaldırdı. İnsan yaşamını robotlaştıran teknolojinin nerede, ne zaman, nasıl yürütecekleri, nerelere ilgi duyacakları kamuoyuna modern yaşam biçimi olarak sunulurken birey olma ve özgürlük alanları tipleştirildi. Fiziksel çevrenin yeniden planlamasında yapılı çevrenin aşırı yoğunlaşmaya öncelik veren, yaşam alanlarını tarifleyen, özgürlük alanlarını sınırlayan, insanı yapılı çevrenin öznesi olarak öngörmeyen planlamanın modernizminden söz edebilir mi?

Türkiye’de modern mimarinin, modernizmi çağdaş yaşam kavramı olarak düşünerek; felsefesinin de, toplum yaşamını ilgilendiren doğal, kültürel ve sosyal tüm varlıkların öncülüğünde, fiziksel çevrenin planlama ve düzenlenmesi bağlamında, mimari toplumsal değerlerle paylaşıldığında süreklilik kazanacağını düşünüyorum. Ben postmodern felsefesi düşüncesinin dışında kalarak Ege, Akdeniz, İstanbul üçgeninde proje üretimine devam ediyorum. Şimdi yeni bir modernizm sürecini, toplum ve insan yaşamı üzerine inşa ederek yaşamamızı sürdürebiliriz.

Geçenlerde katıldığım bir yarışma jürisinin çalışma konusu “Kentsel Tasarımda Kalite” idi. Bu yarışma konusuyla ilgili küçük bir yazı yazdım: Kentsel Planlama Kalitesinden Kentsel Tasarım Kalitesine. Metinde değindiğim temel düşünce şu idi: Kalite konsepti planlama sürecinde oluşur, planlama ve tasarımın birlikteliği de insanı özne alan projeler üzerinde. Bunun aynı zamanda, özgür ve özgün projelerin oluşmasını sağlayacağını düşünüyorum.

Aydan Volkan: Kendimize ve sizin döneminizden hala üretim yapan mimarlara şu soruyu sorabiliriz öyleyse: Bugün İstanbul’da Ataköy ve 4. Levent, Ankara'da Saraçoğlu Mahallesi gibi modern yaşamı mimaride kurabilmiş başarılı örnekler olarak okuduğumuz yerleşimler az sayıda, yeterli kalmamış, geliştirilememiş, sürdürülememiş. Üç tane saydık, belki daha bulabiliriz ama yine de yeterli olmaz sanıyorum. Biz mimarlar bu konuda ilgisiz mi kaldık, ilgisiz mi bırakıldık? Hedefi modernleşmek olan bir ülkede, politikacıları ya da toplumu suçlamadan mimarları sorunun muhatabı yapmak istiyorum, mimarlık serüveninde çoğunlukla tekil yapı üretmekle mi yetindik? Kent ölçeğinde planlama pratiklerine ilgi duymadık mı? Bugün hala elimizde az da olsa bu çok iyi örnekleri varken bunları çoğaltamıyor, kopya bile edemiyor muyuz?
Ersen Gürsel: Bu geniş kapsamlı, ciddi bir araştırma ve inceleme konusudur. Kentlerimizin doğal çevreleri, kültürel varlıkları ve kimlikleri giderek kaybolurken, sorunun çözümünü geleneksel imar planlama konsepti içinde mi, yoksa geleneksel norm ve standartları reddeden yeni planlama stratejisi konseptinde mi bulabiliriz? Sorunu, tüketim ekonomisi geliştirmek, kent arazilerinde artı değerler üzerine inşa edilen yeni konut ekonomi politikasıyla çözmeye çalışan örnekler ortada. Kentsel dönüşüm modeliyle parsel veya yapı adalarının yapılanma koşullarını keyfi kararlarla üreten, müteahhit üzerinden yapılan iyileştirmenin yaşam çevresiyle uzaktan yakın bir ilişkisi yok. Kentlerimiz yok olmadan ele almalıyız.

Sorunuzda verdiğiniz örneklerin kent arazisi kullanım kararları; modern yaşam için belirlenen normlar ve yaşam standartları üzerinden arazi normları ve yapılaşma standartları kuran Atina antlaşması planlama ilkeleriyle gerçekleştirilmiştir. Bu süreç, yaşam kalitesini ölçmek ve ardından, o çevrenin insan yaşamı için gereksinim duyduğu yeşil alan, yapısal dengeler, ulaşım ilişkileri gibi kriterler üzerine düşünmek, tartışmaktır. Zaman içinde bunlar çok değişti: Arazi değerleri arttı ve kentlerin büyümesi kontrol edilemez hale geldi.

Ben bir kent üzerine okumayı planlama kararları üzerinde yaparım, binaların görsel nitelikleri ikinci plandadır. Bu sebeple eleştirilerimi çevresel değerler ve objektif kriterler üzerinde yapmayı yeğlerim. Yapıların kalitesi onu tasarlayan mimara aittir ama yaşam kalitesi dediğimiz şey, planlama, kamusal alanlar dengesi üzerine oluşur. Ve az önce örnek verdiğiniz, yarım asır önce yapılmış modern projelerin kalitelerine maalesef bugün bile ulaşamadık.

Yürürlükte olmasına rağmen geleneksel planlama öngörüleri yerine küresel ekonominin yönlendirdiği ekonomiyi geliştirecek yapılaşma oranları, emsal değerleri, fiziksel planlamanın temel kriteri, düzenleyicisi oldu. İnsan yaşamını, kentlerin doğal ve kültürel kimliklerini önemsemeden gelişim, yapılaşma oranları ve emsal değerler üzerinden hazırlanan konut bölgeleri planlanma projeleri çağdaş yaşamın geleceğinin örnekleri olabilir mi? Planlama ancak, omurgası yaşam alanları normlarıyla kurulursa modernizmin öngördüğü tasarım kalitesine ulaşabilir.

Şehirler ve binalar inşa etmekle değil, insan yaşamı üzerine kurulur…

Editörün Notu: Bizlerle deneyimlerini, duygularını, düşüncelerini ve arşivindeki eşsiz fotoğrafları paylaşan mimar Ersen Gürsel’e ve bu tefrikaya emek veren Aydan Volkan’a, mimarlık tartışmalarının kayıtsız kalamayacağı kavram ve sorunları beş ay boyunca süregiden söyleşilerinde ele aldıkları ve bir döneme tanıklık etmemize aracılık ettikleri için teşekkür ederiz.

Etiketler:

İlgili İçerikler: