Dijital Çağda Mimarlığın Akışkanlıkla İmtihanı

ERAY ÇAYLI

Sinan Logie bu köşede geçtiğimiz ay yer alan ve “akışkanlık” teması üzerine çeşitlemelerle sonlandırdığı yazısına Victor Hugo’nun matbaa ve mimarlık arasındaki ilişkiye dair Notre Dame’ın Kamburu romanında düştüğü notlarla başlamıştı. Bana öyle geliyor ki, Başdiyakoz karakteri üzerinden “Kitap, mabedi öldürecek.” diyen Hugo’nun kayıt altına aldığı tarihsel dönüm noktası, “mimarlığın yok oluşu”ndan ziyade, mimari üretim süreçlerinin iki boyutlu bir görselliğe hapsolunmasıyla ilgiliydi. Ve bunda matbaanın 15. yüzyılın ilk yarısındaki icadı kadar, onunla neredeyse eş zamanlı olarak gerçekleşen bir diğer gelişme de başlıca rol oynadı: içinde yaşanılan çevreyi iki boyutlu bir mecraya “gerçekçi” olarak -yani insan gözünden görüldüğü haliyle- aktarma iddiasındaki çizgisel perspektifin Filippo Brunelleschi tarafından keşfi. “Çizim” böylece hem bir mecra hem de bir eylem olarak bugün hala geçerli olan anlamıyla “mimarlık” pratiğini tanımlar hale gelirken olan, bu dönüm noktasına kadar mimari üretim süreçlerinde başlıca rol oynayan “metinsellik” ve “birebirlik” olgularına oldu. Açmak gerekirse, mimarlık, önceleri ustabaşıların çoğunlukla sözlü ya da yazılı (ve dolayısıyla usta ve kalfaların kişisel yorumuna hayli açık olan) metinsel yönergeleri ile bu yönergelerin iletildiği usta ve kalfaların şantiyede gerçekleştirdikleri “birebir” maddi üretime (hem “1:1 ölçek” hem de “bedensel ve şahsi angajman” anlamında) dayanan bir pratikti. Ancak, 15. yüzyıl ve sonrasında tekil bir müellif olarak mimar figürünün ölçek kullanarak, iki boyutlu bir görsellik üzerinden ve şantiye yerine adına stüdyo dediğimiz ortamda gerçekleştirdiği fikri üretime dayanan, inşaat işçilerininse bu fikri üretimi edilgence -yani ona yorum katmaksızın- ete kemiğe büründürmelerinin beklendiği yeni bir paradigmaya geçiş yapıldı. Zihinsel üretimle maddesel üretim, sanatla zanaat, temsille deneyim ve süreçle son ürün arasındaki akışkanlığı yok eden de bu yeni paradigma oldu.

wikihouse,alastair parvin
wikihouse - alastair parvin
ingot - jack self

Günümüzdeyse, teknolojik gelişmelerin mimarlığa olan etkilerini art zamanlı olarak ele alan Mario Carpo gibi tarihçilere bakılırsa, gittikçe yaygınlaşan dijital tasarım ve imalat yöntemleri sayesinde bu paradigma değişiminin alaşağı edilmesi söz konusu. Nasıl mı? Öncelikle, bu yöntemlerin bayraktarlığını yapanların “mimari üretim”i çizimden çok metinselliğe dayanıyor. Mimarlar artık kod yazıyor, yazılım üretiyorlar. Dahası, bu kodlarla ve yazılımlarla bağlantılı olarak iş görebilen üç boyutlu tarayıcı ve yazıcı benzeri aletler, fikri ve fiziksel üretim arasındaki akışkanlığı yeniden tesis ediyor. Ortaya çıkan her bir ürünün diğerlerinden biçimsel olarak farklı olabildiği, özgün kopyalardan oluşan bir mimarlık ve tasarım üretimi böylece mümkün oluyor; sürecin sonuca ve onun da sürekli yeni süreçlerle sonuçlara “akabildiği” bir pratikle karşı karşıyayız.

Akışkanlık mevhumunun Rönesans civarında gerçekleşen paradigma değişiminin tersine çevrilmesiyle yeniden mimarlığın başat karakteri haline geldiği kesin. Ancak, kanımca, bu gelişmenin tanım itibariyle özgürleştirici ve eşitlikçi olduğu fikrine şüpheci yaklaşmak gerekiyor. Gelişmeyi böyle bir yöne evriltmeye çalışan girişimler elbette yok değil. Örneğin, Paperhouses projesi, dijital imkanları kullanarak, profesyonel mimarların nitelikli konut tasarımlarını kendi rızalarıyla kamuoyuyla ücretsiz olarak paylaşmalarına imkan tanıyor. Bundan çok daha iddialı bir projeyse, Alastair Parvin’in başını çektiği WikiHouse. Her isteyenin kendi konutunu dijital altyapılar yardımıyla ve yerel toplumsal ağlara dayanarak inşa etmesine imkan tanımayı amaçlayan WikiHouse, tasarımların açık kaynak ilkesiyle tüm dünyayla paylaşılmasını ve özel bir yazılım sayesinde ihtiyaca göre üzerlerinde değişiklik yapılabilmesini mümkün kılan bir proje. Google himayesinde 2010’da başlatılan Flux da yine küresel ölçekteki nitelikli konut açığını sürdürülebilirlik ilkesini de gözeterek kapatmayı amaçlıyor. Proje bunu, mimar, müteahhit ve inşaat mühendislerinin mimari plan, program ve tasarım şablonlarını birbirleriyle paylaşabilecekleri bulut tabanlı bir platform aracılığıyla gerçekleştirmenin peşinde.

bad taste, megabytes - edith fung
paperhouses - dekleva & gregoric mimarlık'ın seriye katkısı

Ancak, bu tür girişimler kağıt üzerinde ne kadar iyi niyetli olsalar da, uygulamadaki etkilerine dair birkaç çekinceyi belirtmeden geçmemek gerekiyor. Yatırımın nesnesinin hızlıca endüstriyel üretimden kentteki arsalara kaydığı günümüz gelişmiş ekonomilerinde, bu tür projelerin planlandıkları ölçekte yaygınlaşmaları halinde, konut imalatı masrafını düşürmek suretiyle arsa fiyatlarına ayrılacak kaynakların artması beklentisine yol açma gibi bir yan etki yapacaklarını ön görmek zor değil. Dahası, bu tarz modellerin, dijital teknoloji ve ağlara dayanan ve geniş ölçekte yaygınlaşarak başarıya ulaşan hemen tüm diğer platformlarda görüldüğü gibi, tekelleşme riski taşıdığı da söylenebilir. Bu da katılımcılıkla üretilen akışkan değerlerin er ya da geç tek elde toplandığı ve iletişim felsefecisi Matteo Pasquinelli’nin “dijital neofeodalism” adını verdiği ve de ortaçağdakine benzer yeni bir sömürü düzenine geçişe ön ayak olabilir.

Nitekim güncel mimarlık ortamı, benzer tehlikelere dikkat çeken üretimlere de -kurmaca ve istihza düzeyinde de olsa- sahne olmakta. Bu anlamda yakın geçmişte Londra’da geliştirilen ve bahsettiğimiz anlamda akışkanlığa getirdikleri eleştirel yaklaşımı “Biçim finansı takip eder.” sloganıyla özetleyen iki yüksek lisans tez projesini anmak gerekiyor. Projelerden ilki, Jack Self imzalı Ingot. Proje, küresel finans merkezlerinin başında gelen Londra’nın City bölgesindeki bir dizi iş merkezinin arasında konumlanan, düşük maaşlı ve güvencesiz işlerde çalışan bireylerden oluşan “prekarya” sınıfının konut ihtiyacını borç ekonomisini manipüle ederek karşılamayı amaçlayan ve de farklı toplumsal politikalara göre biçimsel esneklik gösterebilen bir gökdelen olarak tasarlanmış. Bad Taste, Megabytes isimli ve Edith Fung imzalı ikinci projeyse, açık kaynak ilkesine dayanan tasarım projelerinin mimarları prekaryalaştırdığı ve yaratıcılıktan yoksun kıldığı bir yakın geleceği konu alıyor. Fung, yapılı çevrenin biçimsel çeşitliliğinin sınırları üzerindeki tasarruf hakkı gibi inşaat sektöründen elde edilen gelirin de Google benzeri dijital tekellerde toplandığı bu gelecekte kent mekanları ve konuta ilişkin bir dizi tahayyül geliştiriyor. Benzer projelerin de ima ettiği gibi, teknoloji özgürleştirici ve eşitlikçi amaçlar doğrultusunda kullanılacaksa bu, akışkanlığın, mimarlık kadar, farklı toplumsal kesimlerin ortak yarattığı değerlere ilişkin de bir özellik haline geldiği günümüzde, bahsi geçen değerlerin herkesin faydalanmasına açık havzalar yerine belirli tekellerin inisiyatifindeki kapalı havzalarda birikiyor olma ihtimalini akılda tutarak mümkün olacak.

Etiketler:

İlgili İçerikler: