Koruma Felsefesi Yeterince Benimsendi mi?

FÜSUN ALİOĞLU

Koruma odaklı köşemizin ilk konuğu, alanın saygın isimlerinden değerli hocam Prof. Dr. Füsun Alioğlu... Koruma disiplini, tarihi mirasın geleceğe aktarılması konusunda kurumsallaşmış köklü bir yapıya sahip ve bu kurumsal denetim, akademi ağırlıklı uzman bireylerden oluşan koruma kurullarınca yürütülüyor. Oldukça geniş yetkilere sahip bu kurumlar, kendilerini oluşturan bireylerin bilgi birikimleri ve saygınlıkları nedeniyle bir tür koruma entelejansiyası oluşturuyorlar. Bu denetleme mekanizmasına rağmen, pek çok yasal düzenleme değişikliğiyle etki ve yetkileri değiştirilegelen bu kurulların onayından geçmiş pek çok yıkım, niteliksiz onarım ve eklenti gibi olumsuz uygulamalar alenen gerçekleşiyor. Bunu göz önünde bulundurarak, koruma meselesi ve (bu derece yetkili kurulların -ve bireylerin- özellikle çeşitli baskılar altında) yozlaşma olgusu arasındaki ilişkiyi sorgulamak istiyoruz ad infinitum'un bu ilk yazısında.
Murat Çetin

behiç ak
Görsel: Behiç Ak

Koruma kültürü çok uzun bir süreçte oluşagelmiştir. Tabi ki yine konunun kavramsal ve pratik olgunlaşması Batı Avrupa topraklarında gerçekleşti. Batının yüzyıllara dayanan deneyimleri, 19. ve 20. yüzyıllarda çeşitli sözleşme, tüzük ve kartaları ortaya çıkarmış, bu belgelerdeki görüşler ise çağımız koruma kriterlerinin esasını teşkil etmiştir. Konunun Osmanlı topraklarında ele alınması ise oldukça geç bir tarihe tekabül eder. İlk “farkındalık”, Osmanlı Devleti’nin “Batılılaşma” olarak da adlandırılan döneminde, özellikle de 19. yüzyılda oluşur. Ancak burada göz ardı edilmemesi gereken, farkındalığın devletin yönetim kademesinde olduğu. Gerçekte Osmanlı toplumunun kültürel miras kavramı ile tanışıklığı söz konusu değildi. Bu, 19.yüzyılda –her zaman olduğu ve daima olacağı gibi– devlet eli ile gerçekleşmiş yapılanmalardan biri. Koruma mevzuatı ve örgütlenme devletin üst düzey entelektüel yöneticileri tarafından Batılı ülkeler örnek alınarak oluşturuldu. Kültürel miras hukuku süreci yapılanmasında Avrupa’daki gelişmeler çok yakından takip edildi, Cumhuriyet'in kurulması ile de süreç devam ettirildi. Çeşitli yasal oluşumlardan sonra, olumlu son adım olarak 1983’de 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat varlıklarını Koruma Kanunu çıkarıldı. Bu son kanun, çeşitli değişikliklerle günümüzde de geçerli olan koruma mevzuatıdır. Bu mevzuat ve kapsamında geliştirilen ilkeler, yönetmelikler, koruma kurulları ülkemizde koruma konusunda karar verebilecek en üst derece yapılanmadır.

Bu son derece kapsamlı mevzuat ve örgütlenmenin yanı sıra, ülkemizde yine 1970’li yıllardan itibaren koruma yüksek lisans programları, 1982’li yıllardan itibaren doktora programları ve meslek yüksek okullarında konservasyon programları ile çok sayıda koruma uzmanı yetişti. Ayrıca 2005’te kültür varlıkları onarımına katkı payı ayrılması, 2010 İstanbul Avrupa Kültür Başkenti kapsamında yer alan fonlar ve benzeri bütçeler, restorasyon uygulamalarının bir anda patlamasını beraberinde getirdi. Çok sayıda vakıf, il özel idareler gibi kurum yapısı restorasyon sürecine girdi. Bu noktada bir adım daha atıldı, Koruma Kurulları ve İl Özel İdareler, Vakıflar Müdürlüğü gibi sorumlu kurumlar uygulamalarda farklı disiplinlerden bilim/danışma heyetleri oluşturulmasını da zorunlu kıldı.

Artık projelendirme ve uygulama süreci, akademik çevreleri temsil eden danışmanlar eşliğinde, taşınmazın kendisinde ve çevresinde gerçekleştirilen çalışmalar ile yazılı ve harita, çizim, fotoğraf, gravür, resim vb. görsel belgeler birlikte değerlendirilerek, bir dizi çalışma ve araştırma ile birlikte gerçekleştiriliyor. İşin güzel yanı teknolojik gelişmeler sayesinde rölöveler çok kısa bir sürede alınabiliyor, bilgisayar ortamında iki boyutlu ya da üç boyutlu çizimler, renderler üretilebiliyor. Artık cami kubbe yüksekliği teodolite ya da balonlara gerek kalmadan ölçülebiliyor. Bu nedenle de yaklaşık 1990 yılından itibaren rölöve-restitüsyon-restorasyon çalışmaları üretmi hızlandı. Arşiv belgeleri dijital ortamlarda hizmete hazır beklemekte. Eski tarihli görsel ve yazılı belgeler, Başbakanlık Arşivi, Encümen Arşivi kaynakları gibi taşınmazı anlamaya yönelik olanaklar tarihte hiç olmadığı kadar kullanıma açık. Konservasyon merkezleri özgün malzemeyi tespit edebilmekte, yapı –1960’lı yıllarda tüm dünyada restorasyon malzemesi kabul edilen– çimento ve betonun zararlı etkilerinden uzaklaştırılabilmekte. Gerçekten de ilk defa olarak ülkemizde, evrensel ölçütler ile titizlikle ele alınan çok başarılı restorasyonlar gerçekleştiriliyor. Öyle ki bazı uygulamalar uluslararası ortamda ödüllendiriliyor.

Ancak bu tanımlamanın, çoğunluğu kapsamayan bir durum olduğunu kabul etmeliyiz. Birçok restorasyon çalışması uzmanları endişelendirmekte. Çünkü emanetçisi olduğumuz bu mimari miras “özgünlük”leri zedelenmemiş olarak “yarın”a bırakılıyor.

Niçin? Örneğin teknolojik zıplamaların “rölöve” dersini rafa kaldırması, şahane rölövelerin üstelik çok kısa bir sürede yapılması adeta bir dezavantaja dönüşüverdi. Tam da “alet işler el övünür” tadında bir ortam söz konusu iken sonuç tatminkar mı? Hayır… Çünkü belgelemenin inanılmaz kolaylaşması beraberinde öngörülemeyen bir yabancılaşmayı da getirdi. Emek yoğunluğuyla gerçekleşen geleneksel rölöve alma sisteminde, yapı ile bütünleşerek yapıyı anlama olanağı yeni teknolojilerde çoğu kez pas geçiliyor. Elbette bu yeni teknolojik gelişmeler, uzmanlar için harika olmuş, iş yükünü azaltmıştır. Ancak yeni kuşak uzmanların özellikle de ofislerde proje üretenlerinin önemli bir bölümü rölöveyi iki boyutlu bir resim olarak algılıyor. Elde edilen rölöve-restitüsyon-restorasyon çizimleri en küçük ayrıntısına kadar nerede ise %0 hata ile çiziliyor; üç boyutlu ifadeler insanları, kurumları büyülüyor. Ancak, bütün olanaklara rağmen yapının malzeme, teknoloji, dönemsel vb. özelliklerinin yüzeysel olarak tanımlandığı; yapılardaki “tarihsel tasarım hatalarının”, “tarihsel eklerin”, bir “belge değeri” olduğu anlaşılamamakta ve hala “stil birliği” kaygısı ile kararlar verilmekte olduğunu görebiliriz.

O halde bu kararların ve uygulamanın hangi mercilerden geçtiğine bakmak gerekir. Elbette taşınmazın sahibi, sorumlusu ne istediğini tanımlar. Yok olmuş, hiçbir belgesi olmayan ancak tescilli parselde (ne demek ise!) eski eser inşa etmek isteyen ya da arkeolojik veriye dönüşmüş bir kiliseyi cami olarak tamamlamak isteyen ya da farklı tarihsel dönemleri içeren, örneğin bir hanı tüm eklerinden arındırmak isteyen vb. istekler söz konusu olabilir. Kuşkusuz “proje müellifi” kendisinden istenenleri yerine getirir. Taşınmaz önemli ise projelendirme “danışman/lar” eşliğinde yapılır. Bu noktada, en az proje müellifi kadar danışmanın da niteliği önem kazanır. Sıra onay merciindedir. “Kurullar” ya da “kurul üyeleri” kuşkusuz kilit noktasıdır. Özellikle kurul üyelerinin profili onay sürecini etkiler. Bazen bir itiraz, yanlışların düzeltilebilmesine olanak sağlar. Bir Roma yapısını kafeteryaya dönüştürme isteği geri çevrilebilir, bir arkeolojik verinin “harabe estetiği” bağlamında gelecek kuşaklara aktarılabilmesini sağlayabilir; nitelikli tarihsel katmanların önemini vurgulayan önemli sayıda “kurul kararı” vardır. Ama yine de rahatsız edici kararların çokluğu ne yazık ki gün gibi ortada. Elbette uygulama aşamasında ihaleyi alan firmanın becerisi çok önemli. Deneyim, ekipman, doğru uzmanlar ile çalışma uygulamanın başarısını getirir. Bu noktada önemli olan projelendirme ve kurul kararlarındaki bazı hataların düzeltilmesine imkan veren “danışma kurulu” ya da “bilim heyeti” yapılanmasının profilidir. Müteahhit, “kontrol grupları”nın da onayladığı, danışma kurulu ne derse ise onu yapar.

Bu tür yazıların sonunda bir “suçlu” ilan edilmesi beklenir. Sevgili okuyucu, mevzunun gidişatından da anlaşılacağı gibi böyle bir beklentiye cevap verilmeyecek. Tüm mevzuat ve örgütlerin araçları ile hazır beklediği bir ortamda bir kurumu hedef göstermenin “kişisel sorumluluklarımız”dan kaçmak anlamı taşıdığı kanaatindeyim. Sorun daha genel bir durumu yansıtıyor gibi görünüyor. “Bireysel” bazda “koruma felsefesi”nin gerçek anlamda içselleştirilmediğini ve isteklere, çıkarlarımız nedeniyle çoğu kez karşı çıkamaz olduğumuzu, olabileceğimizi düşünmenizi bekliyorum.

Yazarın Notu: Görselin koşulsuz kullanım izninden ötürü Sayın Behiç Ak'a sonsuz teşekkürler...

Etiketler:

İlgili İçerikler: