Surları Bostanlarla Birlikte Yaşatmak

ASU AKSOY

İstanbul’un Kara Surları’na bitişik olarak yüzyıllardır faaliyet gösteren bostanlar, şimdiye kadar şehrin tarihi mirasının bir parçası olarak ele alınmadılar. Bostancılık ve bostanlar, tarihi mirasın bir parçası olarak korunmadıkları gibi Aleksandar Shopov ve Ayhan Han’ın belirttikleri gibi İstanbul kent tarihi çalışmalarının da göz ardı ettiği, önemsemediği bir konu olageldi. Kara Surları boyunca uzanan bostanların özellikle Suriçi’nde kalanları şehrin baskısıyla tek tek yok edilerek, bulundukları topraklar belediyeler tarafından futbol sahası, sosyal tesis, pazar yeri ve Sulukule örneğinde olduğu gibi konut alanı gibi kullanımlara dönüştürüldüler. Geçtiğimiz 2013 yılının Temmuz ayında İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Fatih Belediyesi’nin birlikte Yedikule’deki Suriçi bostanlarının üzerini bir park ve rekreasyon projesi için molozla kapatmalarına şahit olduk. Böylece birçok tarihi bostan daha inşaat artıklarından oluşan cansız bir malzemenin altına gömüldü. Geçtiğimiz ay da surların dışında, tarihi hendek ve civarında yer alan yine tarihi bostanların barakaları ve seraları “görüntüyü bozuyor” gerekçesi ile zabıta tarafından ansızın kaldırıldı. Oysa birçok tarihçi, bostancılığın Kara Surları’nın bir parçası olarak başından beri var olduğunun altını çiziyor. Öyle ki, sur kulelerinin alt katındaki odalar bostancıların depo ve aletlerini saklayabilecekleri yerler olarak yapılmışlar. Bostancılık hem Bizans hem Osmanlı döneminde kilise, manastır ve vakıf gibi kurumların himayesinde gelişmiş, dolayısıyla bostanlar aynı zamanda kentin nasıl beslendiği, kimlerin ve hangi kurumsal yapıların kent içi tarımına yatırım yaptığı, nelerin bu topraklarda yetiştirildiği, kimlerin bostancılık yaptığı gibi birçok konuya da ışık tutuyor. Bostanlar kentsel ekonominin, tüketim kültürünün ve kurumsal yapıların tarihine ilişkin önemli ipuçları konumunda. Diğer taraftan da kent içinde sulu tarımın tarihsel olarak nasıl yapıldığının belgeleri niteliğindeler ve su kuyuları gibi bazı elemanları, silik izler halinde olsalar da, hala daha varlıklarını koruyorlar.

Kara Surları

Bostanların, Kara Surları ile birlikte ve surların bir parçası olarak korunması gerektiği çok açık. Bu doğrultuda olumlu bir başlangıç, içinde Kara Surları’nın da yer aldığı İstanbul Dünya Miras Alanları için hazırlanan, İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından Aralık 2011’de kabul edilerek Fatih, Eyüp, Zeytinburnu ve Bayrampaşa belediyeleri tarafından da onaylanan Tarihi Yarımada Alan Yönetim Planı’nda yapılmıştı. Plan, “Sura bitişik alanlardaki 1875 tarihli haritada yer alan ve günümüze kadar mevcudiyetini devam ettiren bostan alanları korunacaktır.” demekteydi. Bostanların korunması meselesi İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından Ekim 2013’te düzenlenen “Tarihi Yarımada Kara Surları Çalıştayı”nda da ele alınmış, hatta “Bostan alanlarında çalışan kimselere uygun kent mobilyaları, yapıları sağlanmalı (ahşap kent mobilyaları vs.)” türünden somut öneriler geliştirilmişti. Ancak planlarda ve çalıştaylarda söylenenler uygulama ile bir türlü buluşamadı. 2013 yılının Temmuz ayında Suriçi bostanlarından ayakta kalan Yedikule’dekilerin bir park projesi için molozla kapatılması gibi uygulamalar; bostanları korumak ne kelime sanki ortadan kaldırılmaları gereken istenmezlermiş gibi gören bir anlayışla hareket edildiğini gösterdi. 2013 yılı bu bakımdan sivil toplumun bostanlara ve bostancılara ilgi gösterdiği, koruma odaklı birçok eylemin ve girişimin yapıldığı bir dönüm noktası oldu. Tarihi Yedikule Bostanları Koruma Girişimi bu dönemde kent içi tarımın ve bostanların tarihi gibi konulara odaklanan birçok atölye, yaz okulu, panel etkinlikleri düzenledi. Benzer şekilde, akademisyenler de Kara Surları’nın koruma sorunları bağlamında raporlar yazdılar. Kurul başvuruları yapıldı ve Dünya Miras Alanı’na ilişkin Alan Yönetim Planı’nı hayata geçirmekten sorumlu İstanbul Sit Alanları Alan Yönetim Başkanlığı ile görüşmeler başlatıldı. Bütün bu girişimler ve çalışmalar olumlu sonuçlar doğurmadı değil. Dünya Miras Alanı değerlerinin nasıl korunacağı konusunda yol haritasını çizen Alan Yönetim Planı güncelleme çalışmalarında İstanbul Surları’nın master planı hazırlanması kapsamında “İstanbul Kara Surları’nın bostan alanları ile birlikte bütüncül koruma uygulamalarının programlanması” hedefinin stratejik programa alınmış olduğunu görüyoruz. Öbür taraftan Fatih Belediyesi’nin “Yedikule Kapı ile Belgrad Kapı arasında Kara Surları için Koruma Projesi” adı ile uygulamaya koyduğu park ve rekreasyon alanı projesi, İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi tarafından kabul edilse de Belediye Başkanı Kadir Topbaş tarafından imzalanmayarak geri çevrildi.

Geçtiğimiz günlerde, Kara Surları dışında yer alan 27 bostana ait barakanın İstanbul Büyükşehir Belediyesi zabıtaları tarafından herhangi bir karar bildirmeksizin yıkılması ve bu yıkımları takiben Mart ayı itibariyle bu alanın bostanlardan “temizlenerek” yeşil alana dönüştürüleceği duyumlarının alınmış olması, yöneticiler nezdinde bostanlara bakış açısında bir ileri iki geri şeklinde yaşanan değişimi teyit eder nitelikteydi. Baraka yıkımları ardından tarihi mirasın korunması konusunda çalışan sivil toplum kuruluşları ile bostancıların bir araya gelerek kurdukları dernek, İstanbul’un tarihi Kara Surları ile bir bütünlük arz eden Surdışı ve Suriçi bostanlarının ve bostancılık geleneğinin korunması gerektiğini ve bu konuya yaklaşımın Dünya Miras Alanı olan Kara Surları’nın korunmasından ayrı düşünülemeyeceğini belirten ortak bir mektup kaleme aldı. İstanbul kültür mirasının çok önemli ve belki de eşine benzerine rastlanmayacak bir özelliği olan sur ve bostan ilişkisinin bu şekilde ortadan kaldırılması sadece tarihi bostancılık geleneğini yok etmiş olmayacak, aynı zamanda Kara Surları’nı da bir seyirlik anıt mertebesine indirgeyerek surların tarihsel anlamının tüm boyutlarıyla gelecek kuşaklara aktarılmasının önüne geçmiş olacaktı. Sivil toplum, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne ve ilgili tüm kamu kurumlarına bostanların surlarla birlikte ele alınarak koruma çalışmalarının geliştirilmesine her türlü katkıyı yapmaya hazır olduklarını belirtmekteydi.

Burada dikkati çekmemiz gereken önemli bir konu var: Koruma sorunsalına sadece mimari, peyzaj ve restorasyon planlaması açısından yaklaşım yetersiz kalıyor. Surlar ve bostanlar için tüm bu adı geçen planlar yapılabilir hatta uygulamaya da geçilebilir, ancak bu planları besleyen mantığın devamlılığı için koruma, bakım, restorasyon, kullanım, ziyaret gibi ihtiyaçlara sürekli cevap verebilecek bir mikro-yönetim yapılanması gerekiyor. Şurası açık ki, gerek bostanlar gerekse surlar yönetim nesneleri olarak bir tüzel kişilikten yoksunlar. Üstelik bostan; mevzuatlarda ve planlarda bahçe, tarımsal alan, yeşil alan, hobi bahçesi, park gibi mevcut kategorilere ve tanımlara girmeyen, henüz tanımı yapılmamış bir kavram. Bu bağlamda yakın zamanda Arkeologlar Derneği’nin Büyük Piyale Paşa Camii etrafındaki bostanlar için yaptıkları tescil başvurusuna II Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun verdiği olumlu yanıt, tarihi bostanların adı koyularak tescillenmeleri ve koruma altına alınmaları bakımından önemlidir. Bostanların tanımının yapılması adımından sonra, nasıl sürdürülebilir kılınacakları sorusu önümüze geliyor. II Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun Büyük Piyale Paşa Camii Bostanları için verdiği karar, bostanların sürdürülebilirliğinin sorumlusunun –yani yönetiminin– kimde olacağına dair bir ipucu veriyor. Tescil kararında belirtildiği üzere; “16. yüzyıldan itibaren Büyük Piyale Paşa Camii ve külliyesinin akarı olarak kullanıldığı anlaşılan, camilerin giderlerini karşılamak üzere vakıflara gelir sağlayan bostanların günümüze ulaşan son örneği niteliğindeki bostan alanının, özgün arazi kullanım biçiminin devamı olması, kültürel ve estetik değeri bulunması, cami-bostan birlikteliğinin geriye kalan örneğini temsil etmesi nedenleriyle Osmanlı tarım teknolojisinin mimari unsuru olan su kuyusu ve havuz ile birlikte bütüncül olarak korunmaları” gerekiyor. Bostanların koruma amaçlı yönetimi, tarihi olarak bostanları yönetmiş olan kurumların (cami, kilise, vakıf gibi) sorumluluk almaları ve yapabilir, yönetebilir kılınmaları yoluyla sağlanabilir. Bu kurumların aktif olmadığı durumlarda -ki Kara Surları’ndaki bazı bostanlar için bu söz konusudur- yönetimin Kara Surları için tanımlanacak yönetim yapısı ile birlikte, bizzat bostancıların kurabilecekleri kooperatif türü yapılanmaların ortaklığında ele alınabilir.

Kara Surları’nın kendisi de, her ne kadar bir Dünya Miras Alanı olarak tescillenmiş ve koruma altına alınmış olsalar da, bütçe aktarımının yapılabileceği, yıllık koruma-kullanma planlarının hayata geçirilebileceği, bunun için uzmanların çalıştırılabileceği, doğrudan bu konuya ve alana odaklanmış bir yönetim yapısından yoksun. Yönetim yapısı olmadığı zaman, Büyükşehir Belediyesi tarafından uygulamaya konan plan ve projelerin takibi, değerlendirmesi ve yorumlanması işleri yeterince yapılamamakta ve dolayısıyla bu uygulamaların sürdürülebilirliği sağlanamamakta. Kara Surları’nın yönetim yapısına kavuşması demek, bir müze olarak tüzel kişilik kazanması anlamına gelebilir. Nitekim dünyadaki benzer örneklere bakıldığında çeşitli yönetim yapılarının varlığını görüyoruz: İngiltere’de yer alan Hadrian Surları örneğinde bir vakıf, Roma’da yer alan sit alanı Appia Antica Park örneğinde bir özerk kamu kurumu, Londra’da yer alan Tower of London örneğinde bir müze yönetimini görmekteyiz.

İstanbul tarihi Kara Surları Müzesi bir yönetim yapısı olarak önerilebilir. Başka yönetim yapısı önerileri de olabilir. Bunun için, Kara Surları Dünya Miras Alanı yönetim sisteminin nasıl olabileceğine dair uygulanabilir öneriler üretmeye odaklanan ve konu ile ilgili tüm paydaşların katılımının sağlandığı bir çalıştayın Alan Yönetim Başkanlığı tarafından düzenlenmesi daha önce de önerilmişti. Bu çalıştayın amacı; Kara Surları’nın bir bütün olarak, “kültürel peyzaj” yaklaşımı ile, günümüz koruma uygulamalarının öğretileri ve deneyimlerinden yararlanarak ele alındığı bir Kara Surları yönetim sisteminin ne olabileceğini araştırmak ve uygulanabilir çözümler, yaklaşımlar üretmek olacak. Çalıştay, Kara Surları kültürel peyzajının önemli bir bileşeni olan bostanların da nasıl bir yönetim yapısı ile sürdürülebilir kılınacaklarını araştırmalı. Tarihi Kara Surları Müzesi gibi bir yönetim yapısına bağlı, elde ettiği karı müze ile bölüşen ve dolayısıyla Kara Surları yönetiminde yetki ve sorumluluk alan bir bostanlar yönetim yapısı düşünülebilir.


İstanbul 2010 yılında Avrupa Kültür Başkenti olduğunda, 2010 Ajansı’na gelen en ilginç projelerden biri mimar Aldo Cibic tarafından önerilen İstanbul’un Bostanları Rotası çalışmasıydı. Cibic İstanbul’un halen ayakta kalmayı başarmış bostanları ile cismi gitmiş ismi sokaklarda kalmış bostanları birbirine bağlayarak bir yürüyüş rotası çizmişti, şehri doğudan batıya, kuzeyden güneye gezinen. 2000’li yıllarda İtalya’da gelişen Teritoryal Çalışmalar Okulu üyelerinin geliştirdiği “Demokrasi ve Yerel Sürdürülebilir Kalkınma için Sözleşme” metninde, şimdiye kadar çevresini ve yerelini yiyip yutan, yerin kimliğini, karmaşıklığını, karşılaşmalara imkan tanıyan açıklığını ortadan kaldıran modern kentleşmenin bir şehir olmadığı tespiti ile başlanır. Mega-kentleşme, fiziki sahayı (territory) ekonomik işlevler gözlüğünden bakarak ayrıştırır, özelleştirir, parçalara böler, yerlerin birbirleriyle ilişkisini kopartır. Ortaya Marc Auge’nin söylediği gibi kimliğinden, tarihle bağlantısından kopuk “yer olmayan” mekanlar ortaya çıkar. İstanbul’un tarihi Kara Surları, bostanları ile birlikte anlamını ve önemini bulacak ve onu aktarabilecektir. Bostansız Surlar olsa olsa kimliği eksiltilmiş, ışıklandırılmış görüntüye indirgenirler; yaşayan değil cansız surete dönüşürler.

DEĞİNİLEN ÇALIŞMALAR:

-Alberto Magnaghi (2000), The Urban Village: A charter for democracy and local self-sustainable development, Zed Books, London.

-Aleksandar Shopov ve Ayhan Han (2013), ‘Osmanlı İstanbul’unda Kent İçi Tarımsal Toprak Kullanımı ve Dönüşümleri: Yedikule Bostanları’, Toplumsal Tarih, Sayı 236; Ağustos 2013.

Etiketler:

İlgili İçerikler: