Tuz buz, bir moloz yığını artık bu fotoğraftaki bina.
Vietnam Savaşı devam ediyor, herkes sokaklarda. Protestolarda ölenlerin sayısı savaşta ölenlerinkine ekleniyor ama hiçbir şey durmuyor.
Sene 1934. Şekip Akalın, Bayındır Bakanlığı’ndaki görevi kapsamında Ankara için bir tren garı tasarlamaya koyulur.
Bugün de sıradan bir gün. Çürüksu Yalısı’nın sakini az evvel oturma odasına girdi.
Rüzgar esiyor, burası şehirlerin kurulduğu, kralların doğup öldüğü topraklar. Yaşamın, üretimin, bereketin olduğu kadar yağmanın, yıkımın ve ölümün gerçekleştiği yer.
Derginin bir sayısının iyi olduğunu ya da okuduğum bir kitabın fevkalade olduğunu düşündüğümde hemen ardından içimi bir endişe kaplıyor, ya kimse okumazsa diye.
Nedense ODTÜ’ye ilk gidişim çok geç oldu, 2013’te soğuk bir Nisan günüydü.
Çerçeveler içinde çerçeveler içinde çerçeveler, sonsuza uzayan fraktallar gibi mekanı açıyor.
Türkiye’de mimarlık kültürünün neden olmadığı meselesi her tartışıldığında aklıma gelen ilk şey, iyi tasarlanmış mekanlarda büyümemiş olmamızdır.
Beşiktaş ile Eminönü arasındaki yol, İstanbul’un en güzel güzergahlarından biridir, hele de otobüste ayakta seyrediyorsanız.
İki dünya savaşı arasında kendine has modernizmin doruklarında bir Moskova. “Modernizm mi, gelenek mi?” tartışması aşılmış, post-modernizme henüz varılmamış.