Müşkülpesent adlı köşesinde Sabri Gökmen bu kez pratiği gittikçe dijital araçlarla belirlenen mimarın uğradığı seçenek felcini kaleme alıyor.
Stüdyodan Notlar'da bu ay Sedef Doğaner ve Şebnem Önal Hoşkara ABD Ulusal Mimarlık Akreditasyon Kurulu NAAB'nin yakın zamanda geçirdiği değişime ve mesleğin dönüşümüne paralel olarak mimarlık eğitiminin nasıl evrilebileceğini kaleme aldılar.
Tepeden inme yaklaşımdan tabandan tavana planlamaya evrim, yaşanılabilir kentler üretmekte nasıl aracı olabilir?
Glass Performance Days kapsamında geçtiğimiz ay İstanbul'da olan Ian Ritchie ile özgün üretme biçimi, günümüz kentlerinin yüz yüze olduğu sorunlar ve mimarın rolü üzerine konuştuk.
Güzellik kavramı genelde sevgi duygusu uyandıran görsel bir kalite olarak açıklansa da duyuları hoşnut eden niteliklerin bileşimidir.
Hapishane tasarımlarının mimarlığın vitrinine çıkmaya başlaması sadece Türkiye’de değil dünya çapında karşılaşmakta olduğumuz bir durum.
Biz üniversitelerde proje yürütücüleri olarak öğrencilerin hangi yollardan yürüyeceğini belirleyemeyebiliriz, ancak hangilerinden çıkamayacaklarını biliriz.
“Architecture must blaze” manifestosunun üzerinden neredeyse 40 yıl geçti ve Wolf D. Prix mimarlıkta kesin gözüyle bakılan her şeye meydan okumaktan hala heyecan duyuyor.
"AKM binasının tescil kararının kaldırılması ve özellikle de (bu kadar çalışan, yazan, çizen, konuşan, sunan, kurullarda yer alan uzmanın mesleki ortamlarda varlıkları hissedilirken) sessiz sedasız kaldırılabilmiş olması, AKM’nin yıkılmasından daha spekülatif ve bir o kadar da dehşet verici bir haberdir."
Peyzaj, kentlerimiz dönüşürken meselenin hangi aşamasında, ne oranda, hangi şiddette yer alıyor?
Mimarların, yapılarının hikayelerini kurgularken yaptıkları yolculuğu Heidegger, kasabasındaki kara ormanda yaptığı yolculuğa benzetir.
Kentler toplumu yansıtsa da iktidar tarafından yaptırılan hükümet binaları, anıtlar, bayraklar, yollar ve köprülerle biçimlendirilir.