Korhan Gümüş, imajların gösterenleri üzerinden bir okuma yaparak Taksim Meydanı için açılmış olan yarışmalardan öğrenilenlerle yeni yarışmaların açılabileceğini öne sürüyor.
Post-pandemik dünyada kamusal mekanın üretiminde kutsallıkların terk edildiği yeni bir anlayış geliştirmek mümkün mü?
Şehrin yaratıcı enerjisini harekete geçiren, kamusal hayatını zenginleştiren, yereli anlamlandıran, katılımı, öğrenmeyi, gelişmeyi teşvik eden, çok-işlevli, dinamik ve canlı kamusal alanlar nasıl tasarlanabilir?
Tepebaşı Meydanı, İstanbul’daki modern belediyeciliğin tarihindeki ilk park uygulamasının gerçekleştiği yer. Şehrin tarihi merkezinde yer alan ve yakın çevresinde kültür merkezleri bulunan bu meydanın onyıllardır bir otopark ve TRT deposu olarak kullanımı İstanbul açısından ne kadar anlamlı?
Eğer mimari kararların da ekosisteminden söz ediyorsak, aradaki farkı ortaya koyan bir mimari eylemsellik, süreci bütünüyle bambaşka bir modele sıçratacak bir kurgulama potansiyeline sahip.
Yaratıcı süreçler narin ve kırılgan uğraşlardır. Bu nedenle siyasal yapılarla, kurumsal bürokrasilerle doğaları gereği farklı türden yönetimsellik biçimleri gerektirirler.
Mark Fisher bir söyleşide şunu söylüyor(du): “Dünyanın sonunu hayal etmenin kapitalizmin sonunu hayal etmekten daha kolay olduğunu söylemek yalnızca bir alternatifin ortaya çıkmasının ihtimal dışı olduğunu düşündüğümüzü beyan etmek değil, kapitalizm dışı bir dünyanın neye benzeyeceğini tahayyül edemeyeceğimiz anlamına da gelir.
Herkesin bildiği gibi kamu müzeleri bürokrasiye bağlıdır. Yönetiminde görece bir süreklilik olsa da, kadrolaşma atamalarla gerçekleşir. Bağımsız bir yürütme organı, küratoryel yapıları yoktur.
Türkiye’de 2005-2012 yılları arasında mimarlık, sanat gibi alanlarda sınırlı da olsa sanki bir bahar havası yaşandı. Şehirler, sokaklar, mekanlar gülümsemeye başladı.
Kamusal alanlardaki dönüşümlerin failleri karşımıza genellikle siyasal şebekelerle olan bağları, sermaye ve güç ilişkileriyle çıkarlar. Yaptıklarını tartışmaya açmaya çabalamazlar.
Şehir yapmanın bilinir iki yöntemi var. Birincisi “Şehrin bir tipolojisi var mı?” sorusuna verilebilecek olumlu cevaptaki gibi: Nasıl binaların bir tipolojisi varsa, şehrin de olabilir.
Yetimhane (Büyükada-Prinkipo Rum Yetimhanesi) gibi hafıza mekanları kitaplara benzetilebilir. Hatta çoğu zaman kitaplardan daha çok bilgi verir. Sürekli kafamızda sorular sormamızı sağlar.
Mimari işletim sistemi, Marshall McLuhan’ın meşhur “mecra mesajdır” sözündeki “mecra”ya benzer: Mimarlıkta “mecra mesajdır”.
Mesleki disiplinin alanı sanki çoğu zaman mimarları fiziksel olarak mekanlar, binalar üzerinden konuşmaya zorluyor; insanlar, kimlikler ise mesleki alanın sınırlarının dışında ve ötesinde kalıyor.
4.İstanbul Tasarım Bienali’nin küratörü Jan Boelen şu soruyu soruyor: “Tasarım eğitiminin kendisine dönüp bakmamızın ve onu yeniden ele almamızın, tasarlamanın vakti geldi mi?”