“Az Çoktur”* “Kay ya da Öl”e** Karşı
Birkaç hafta öncesine kadar Venedik Bienali’nden konuşma lüksümüz vardı. Türkiye’nin yakın zamanda yaşadıklarını düşününce mimarlıktan konuşmak, gerçeklikten kopuk kalıyor. Yine de Eray Çaylı’nın son makalesi, bizi “kamu” “yararına” “mimarlık” hakkında düşünmeye davet etti. Ben de bunu fırsat bilip kentlilerin kamusal alanı ve mimarlığı ilginç kullanımlarına değineceğim.
Nicéphore Niepce’nin (1765-1833) modern fotoğrafçılığı icadından birkaç onyıl önce, batı kültürü başka ilginç bir keşif yaptı. 1778’de İngiliz seyrüseferci ve haritacı Kaptan James Cook (1728-1779), Hawaii Adaları’na ayak bastı. Gözlemleri, yerli halkın dini pratikleriyle ilgiliydi: Kabilenin kadın ve erkeklerinin Koa ağacından yapılmış tahtalarla, dalgalar üzerinde sörf yaptığı bir tören. Yerel lehçede “He’enalu” adı verilen sörf eylemi şu anlama geliyordu: dalga üzerinde kaymak, dalgayla bir olmak. Yüzyıllar boyu en iyi sörfçüler kabilelerinin kral ve kraliçeleri olarak kutsandı.
1950’ler civarında “boş zaman toplumu”nun ortaya çıkışıyla sörf, Kaliforniya’da popüler bir etkinlik haline geldi. Bu da başka bir kültürün icadına yol açtı: Kaykay. Kaykay, okyanus dalgalarının sörfe uygun olmadığı saatlerde Kaliforniyalı sörfçülerin ihtiyaçlarını karşılamak üzere tahsis edilmişti. Pratik 1970’ler civarında, poliüretan tekerleğin ortaya çıkışıyla kendi yönünü buldu. Kimi kaykaycılar, kaykay parklarında beton dalgaları deneyimlerken büyük çoğunluğu caddeleri, kentleri ve mimarlığı keşfetmeye başladı. Kaykayla kaymak, mimarlığın ilgisinin başka alanlara kaymasına dayanarak, geçtiğimiz onyıllarda kentsel kültürün en keskin biçimlerinden biri haline geldi. Kaykaycılık kamusal alanı özgür bir gösteri alanı olarak ilan etti: Orada mimarlık bir özgürlük yüzeyidir. Kay ya da öl!
Mies van der Rohe’nin kuram ve işlerinden yayılan “uluslararası üslup”, muhtemelen kaykaycıların gözdesidir. Bu soyut, “az çoktur” mimarisi, çoğunlukla bir bazaya, yani gerçeklikle, kent, kentin dokusu ve tarihiyle bağ kurmaya ihtiyaç duyar. İşte bu baza, büyük olasılıkla, mimarların yaratıcılıklarının doruklarında olduklarını göstermeye çalıştıkları bir “uluslararası üslup” öğesidir. Yapının geri kalanı, endüstri çağının görkemine adanmış, tekrar eden sistemin dışavurumudur. Bu modernist yapıların bazası ise mimarlığın ve kaykayın yoğun bir şekilde bir arada var olduğu bir gri bölgedir. Ve bu alanda, kamusal alandan gerçekten söz edebiliriz.
Tıpkı modern mimaride olduğu gibi kaykayın ve kaykay kültürünün dünya çapında yayılması da fotoğrafçılık (ve video) ile desteklenmiştir. İyi kaykay fotoğrafçılığı çeşitli şeylere bağlıdır: kaykaycı tarafından gerçekleştirilen hareketin kalitesi, çevrenin (mimarinin) ve fotoğrafın eşzamanlılığı gibi… Fotoğraf, yapının uzun ömründen milisaniyeleri kaydederken, geçici kaykay figürleri lens vasıtasıyla sonsuzluğa kavuşur. Bu bağlamda ikisi de gerçeği yansıtmaz. Mimari fotoğrafçılık, yapının inşasından önceki tüm kirli öyküleri (zorla tahliye, tarihi mirasın yok edilmesi, yolsuzluk gibi) gizleyebilir ve mimarın detay çözüm becerilerine dair tüm yargı olasılıklarını bastırır ve binanın nasıl yaşlanacağını anlatmaz. Öte yandan, kaykay fotoğrafçılığı da çekilen fotoğraftan önce kaç başarısız denemenin olduğunu göstermez ya da inişin gerektiği gibi yapılıp yapılmadığını anlatmaz. Burada önemli olan, fotoğrafçılığın yapılar ve bedenler arasındaki, mimarlık ve kaykay arasındaki derin ilişkiyi üst üste örtüştürmesidir… He’enalu!
Kaykaycıların görüş alanında yapıların bazası dönüşür. Bir merdiven yalnızca iki katı bağlamaz, bir bank sadece dinlenmek için değildir. Bazanın bütün tektoniği, sonsuz sayıda hareketin icra edilebileceği bir potansiyeller yüzeyi haline gelir. Bu bağlamda, kaykaycılar ve mimarlar arasında üstü kapalı bir suç ortaklığı vardır. İlki, ikinciler tarafından -gönüllü ya da gönülsüz- yaratılan kazaların üzerinde süreksiz bir sanat yaratır.
FOTOĞRAFLAR
Fotoğraflar, 2004 yılında “Recylart” Sanat Merkezi için Sinan Logie tarafından kürate edilen “Less is more” vs. “Skate or die” sergisi kapsamında, Julien De Wilde tarafından Brüksel’de çekilmiştir.
foto 1
kaykaycı: Wotch, hareket: Back side nose grind, yapı: Belçika Devleti Yönetim Merkezi, mimar: Groupe Alpha, yapım tarihi: 1955-80, yer: Boulevard du Jardin Botanique, 1, Brüksel
foto 2
kaykaycı: Ian, hareket: Wallie, yapı: Generali Kulesi, mimar: Jean & Michel Polak, yapım tarihi: 1963-66, yer: Avenue Louise, 149, Brüksel
foto 3
kaykaycı: Ali, hareket: Frontside flip, yapı: BBL-ING Bankası Genel Merkezi, mimar: S.O.M. (Gordon Bunshaft), yapım tarihi: 1959, yer: Avenue Marnix, 24, Brüksel
foto 4
kaykaycı: Sinan, hareket: Frontside 360, yapı: BBL-ING Bankası Genel Merkezi, mimar: S.O.M. (Gordon Bunshaft), yapım tarihi: 1959, yer: Avenue Marnix, 24, Brüksel
NOTLAR:
*Robert Browning’in, uluslararası mimari üslubun mottosunu tanımlamak için kullandığı ifade, 1855 tarihli şiir kitabı “Men and Women”’dan.
**Kaykaycıların pratiklerine olan tutkularını dile getirmek için sıklıkla kullandıkları bir söz.
İlgili İçerikler:
-
COVID-19 ve Antroposen’in Viralliği
Koronavirüs salgınına Antroposen bakış açısıyla yaklaşarak üretilen görsel-mekansal virallik, salgının kendisi kadar tehlikeli olmasın?
-
Konut ve Koruma Politikalarının Şiddet Tarihleriyle Kesişimi Üzerine Notlar
İngiltere’deki bu tartışmalar, sosyal konut ya da “herkes için konut” gibi yapılı çevre gündemlerinin, aralarında sömürgecilik, ırkçılık ve emek karşıtı iktisadi politikaların da bulunduğu toplumsal ve politik şiddet tarihlerinden bağımsız ele alınamayacağını hatırlatıyor. İlk bakışta bambaşka bir bağlam gibi görünen Türkiye’deki bir dizi güncel gelişmeyi dert edinenleri tam da bu nedenle ilgilendireceklerdir diye düşünüyorum.
-
“İçinden Elini Çekip Çıkardığın Bir Eldiven Gibi Boşalan”* Mimarlık Tartışmaları
İçinde bulunduğumuz siyaset ortamında, mimarlık mesleğini toplumsal meseleleri merkeze alarak pratiğini geliştiren genç topluluklar yerine, meslek örgütlerinin popülerliğe yönelik tutum içinde olmalarını eleştirmek acaba “keskin bir siyasi tutum” mu olur? Zira, İzmir şubenin de içinde bulunduğu meslek odamızın bir grup şubesi, mimarlık alanından siyaseten keskin söylem üretmeyi sakıncalı buluyor.
-
Bir Halk Sağlığı Sorunu Olarak Bienaller
16. İstanbul Bienali’nin, doğrudan veya dolaylı yoldan ilişkili olduğu halk sağlığı problemlerini bertaraf etmesi için, asbestli mekanları terk-i diyar eylemesi tek başına yeterli olmayabilir.
-
Gerçek Samimi Çarpıcı Ajite İşler
Hayatın her alanında hangi amaçla ve nasıl mimarlık yaptığımızı, mimarlık eğitimine nasıl dahil olduğumuzu belirleyen bağlamın farkındalığıyla hepimize gerçek, samimi, çarpıcı, ajite işler kılma cüreti dilerim.
-
“Yürür-Çizer” Pratiği ve Mümkün Kıldığı Kentsel-Toplumsal İhtimaller
Diyarbakır’da deneyimlediğimiz “yürür-çizer” atölyesi de pek tabii bu risklerden tamamıyla azade değildi. Fakat bu riskleri dikkate aldığını düşündüren özellikleri de barındırıyordu. 30 civarı katılımcısının yer yer birleşerek yer yer ise dağılarak tatbik ettiği bir yöntem olması, bir diğer deyişle ufkunu bireyci bir deneyimle sınırlamaktansa belirli bir kitleselliği mümkün kılması bu anlamda not edilmeli.
-
Durağan Koruma Söylemlerine Karşı Olası Aksiyon Potansiyelleri
Bir mimari proje paftasında insan figürlerinin nasıl kullanıldığının, figürlerin birbirlerinin yüzlerine bakacak, bir topluluk oluşturacak şekilde yerleştirildiğinin fark edilmesi ve bunun üzerinden çıkarımlar yapılması, ancak mimarlık eğitimi dışından bir gözün yapabileceği bir saptama sanırım.
-
Korumanın “Normal” Toplumsuzluğu
Ne zaman bir mimari proje paftasıyla karşılaşsam, gözüm ilk olarak insan figürlerine yapılan muameleye kayıyor.