Defterin Dünyası

30 Nisan – 10 Temmuz 2014 tarihleri arasında görülebilen serginin Osman Hamdi’nin kızı Nazlı’nın ziyaretçi defterinden beslenen içeriği, mekanı dönüştürme gücü ve etkileşim tasarımı ile ilgi çekici bir kurgu sunuyor. Sergiyi tasarımcısı Pattu Mimarlık ile konuştuk.

Osman Hamdi'nin kızı Nazlı'yı onunla tanışmış kişilerin yazdıkları notlardan öğreniyoruz. Tabi bir de sizin kurguladığınız bir mekanın içinden bakıyoruz. Nazlı'yı, defteri ve o dönemi nasıl yorumladınız?

Sergi, o dönemdeki birçok Batılı burjuva ailesinin evinde bulunabilecek türden bir ziyaretçi defteri üzerine. Ancak defterin sahibi meşhur ressam ve arkeolog Osman Hamdi Bey’in küçük kızı olunca ziyaretçiler de oldukça renkli kişiler oluyor. Gertrude Bell gibi arkeolog ajanlar, prensler, bugün artık çağdaş arkeolojinin kurucuları arasında kabul edilen birçok arkeolog, Ahmed İhsan, Şair Nigar gibi önemli yazar ve şairler, ressamlar, politikacılar... Toplamda otuzun üzerinde isim imzalamış defteri. Sergi tasarımı yaparken henüz mekânsal tasarıma başlamadan, sadece içeriği anlamak üzerine oldukça yoğun bir araştırma yaparak başlıyoruz. Öyle ki sonunda 100’ün üzerinde objeyi teker teker ezberliyoruz. Bu, tasarıma ayırdığımız süreden çok daha uzun zaman alıyor; ama tüm malzemeye hakim olduktan sonra ona uygun bir tasarımı ortaya çıkarmak kolaylaşıyor. Renkler, malzemeler, mekanda nasıl bir hikaye anlatmak istediğimiz hep bu malzemeden çıkıyor. Sergi tasarımının kendi iç kurgusu kadar, hatta belki daha önemli olan tarafı tüm bu malzemelerin ziyaretçiye nasıl sunulacağı. Ziyaretçi konuya hiçbir zaman küratör ya da araştırmacılar kadar hakim olamayacağı için malzemenin onun ilgisini de çekecek, meraklandıracak mekânsal bir kurgu içinde verilmesi gerekiyor. Burada da dışardan bir göz olmamızın faydası oluyor. Malzemeyi ilk gördüğümüzde biz de birer potansiyel ziyaretçiyiz, neyin bizi heyecanlandırdığı, neye daha fazla yer ayırmak istediğimiz, neyi daha büyük kullanmak istediğimiz bu ilk buluşmalarda belli oluyor. Defterin çoğunlukla Osman Hamdi Bey’in Gebze’deki evinde ve çıktığı son Avrupa yolculuğunun durakları olan Münih, Lüzern ve Paris’te imzalanmış olması bize iyi bir başlangıç noktası gibi geldi, böylece sergide şöyle bir kurgu oluştu: Nazlı kimdir / Gebze / Yolculuk ve Defter. Lobide uçuşan çerçeveler üzerine yaptığımız bir video projeksiyon yerleştirmesi içerisi hakkında ipucu veriyor. Burada Nazlı’nın kim olduğunu öğreniyorsunuz. Ardından en eğlenceli belgelerin ve anıların olduğu Gebze bölümüne geçiyorsunuz, burada evde çekilmiş fotoğraflar ve belgeler üzerinden Nazlı’nın ailesini tanıyorsunuz. Ardından rotalar, o dönemden filmler, şehir rehberleri, kartpostallar ve fotoğraflar ile Osman Hamdi’nin çıktığı Avrupa yolculuğu anlatılıyor. Bu sırada karşıda Osman Hamdi’nin ölmeden kısa bir süre önce yaptığı dev bir Nazlı portresi uzaktan sizi karşılıyor. Bu ayırıcı yüzey aynı zamanda serginin geri kalanını gizliyor, merak uyandırıyor. Portrenin önünde defter ile karşılaşıyorsunuz. Ardından da defterin içindeki karakterler ile tanışıyorsunuz. Defter genellikle yemek masalarında veya sohbetler esnasında imzalandığı için biraz daha rahat bir yer havası vermek istedik, bu yüzden serginin bu bölümünün büyük bir parçası da üzerinde kitapların, serginin ziyaretçi defterinin ve interaktif bir yerleştirmenin bulunduğu büyük bir masa.

"Sadece bir defterden sergi açılabilir mi?" sorusu ile çalışmaya başladığınızı belirtmişsiniz. Bu soru sergi mekanı tasarımını nasıl etkiledi? Ayrıca etkileşim tasarımına katkısı nasıl oldu? (Defterde yazılı notaları düğmeye basınca dinleyebiliyoruz.)
Konunun sadece tek bir defter etrafında olmasından dolayı defteri bir tür kutsal obje gibi tüm serginin merkezine koyduk, ve mekana yayılan bir hikayenin içine oturttuk. Defterden önceki kısım bir tür prolog gibi, sonrasında ise defterin sayfaları içinde bir gezintiye çıkılıyor. Burada en büyük sorunumuz kimisi tek başına büyük bir sergi konusu olabilecek kişiler ile hakkında hiçbir bilgi bulamadığımız kişilerin aynı anda nasıl verileceğiydi. Kimsenin diğerinden daha fazla ön plana çıkmaması, ön planda Nazlı’nın olması için herkese eşit yer vermeye karar verdik. Böylece hakkında onlarca kitap yazılan bir kişi ile adını bile bilmediğimiz birisi aynı oranda temsil edildi. Yine de bu küçük alanlar içinde biraz eğlenmeye çalıştık. Tekrarı kırabilmek için sergilenen malzemeye göre herkese ayrı boyutlarda vitrinler tasarladık. Mesela Nazlı’nın müzik hocası Virgilio deftere bazı müzik notaları not etmişti, ses danışmanımızın yardımıyla bu notaların kaydı yapıldı. Oyuncak bir gramofon üzerindeki düğmeye bastığınızda notaları duyabiliyorsunuz. Bunun yüz yıl sonra tekrar küçük bir melodiye dönüşmesi hoş bir sürpriz oldu. Adını okuyamadığımız ama bir mühendis olduğunu tahmin ettiğimiz birisi de Osman Hamdi ve ailesinin çekim gücünü, bir endüksiyon bobininin yarattığı çekim gücü ile kıyaslıyordu. Biz de hakkında hiçbir şey bilmediğimiz bu kişinin vitrinine bir bobin koyduk. Aslında tüm bu karakterler arasında ilk başta görülmeyen biraz araştırınca çıkan ilginç bağlar da var. Bunu önünde kısa bir süre geçirilen vitrin ve sergi panolarında vermenin güç olduğunu düşündüğümüz için daha uzun vakit geçirilebilecek bir masa önerisinde bulunduk. Bu masanın bir tarafında ziyaretçiler serginin ziyaretçi defterine kendi “iz” lerini bırakabilirler. Diğer tarafta ise sergiye giremeyen malzemelerin ve ilişkilerin yer aldığı, daha uzun vakit geçirmek isteyenlerin kullanabileceği bir tür interaktif yerleştirme var.

Nazlı'nın dünyası olarak yorumlayabileceğim interaktif yerleştirmede önce tek bir sayfada fotografları, nesneleri, notları ve kişileri görüyoruz. Bu hikayenin anlatıcısı olarak yerleştirmeyi nasıl tasarladınız?
Aslında daha ilk tasarımda bile interaktif bir yerleştirme yapma fikrimiz vardı. Çünkü bu tür yerleştirmeler hem daha çok bilgi almak isteyen ziyaretçilerin hem de belki sergilenen objelere pek ilgisi olmayan ama dijital dünyaya alışık olan daha genç ziyaretçilerin ilgisini çekiyor. İlk fikrimiz içerik olarak basit ama daha çok ilişkileri gösteren diyagramatik bir yerleştirmeydi. Ancak Edhem Bey’in de önerisiyle, içeriğin biraz daha ön planda olduğu bir yöne doğru evrildi. Edhem Bey araştırma yaparken bazen ilginç tesadüflerle karşılaşıyordu, mesela Flickr üzerinden bulduğu Kemmerich’e ait bir kartpostalda yine deftere imza atmış Prens Rupprecht gözüküyordu. Eski İstanbul konsolosu Kemmerich aynı zamanda Osman Hamdi’nin Münih’te katıldığı serginin komiseriydi. Aslında tüm sergi bunun gibi küçük tesadüflerle dolu, ve bunları ortaya çıkarmak için Edhem Bey neredeyse bir dedektif gibi çalıştı. Bazen bu kişilerden birinin malikanesinin bugünkü sahipleri ile iletişim kurup tablo ve fotoğraflar elde edilebildi, bazen web üzerinden yeni bilgilere ulaşıldı. Biz de interaktif yerleştirmede bu keşfetme fikri üzerinde durduk. Buna, sergi defterle sınırlı kaldığı için belki Nazlı’nın dünyası değil de defterin dünyası demek daha doğru. Ana ekranda hayali bir mekana yayılmış 35 tane masa görüntüsü var. Defterde geçen karakterlerin, yer ve olayların her birinin bu mekanda bir masası var. Önünüzdeki başka bir ekrandan ise bilgi almak istediğiniz kişiyi, objeyi, yeri seçebiliyorsunuz. Her bir karakterin hikayesinden oluşturulmuş bu farklı masalarda ise o kişi ile ilgili belgelerin yanı sıra sergiye girememiş fotoğraflar veya bilgiler var. Aynı zamanda bu kişinin defterde başka hangi kişi, yer veya olaylarla ilişkili olduğunu görebiliyorsunuz, yani bir sonraki keşif için yol gösteriyor.

Daha önce de sergi tasarladınız. Nazlı'nın Defteri Sergisi içeriksel olarak farklı bir noktada. Tasarım sürecinin diğer sergilerden farkı neydi?
Sergi tasarımına ilk olarak kendi sergilerimizle başladık. Fırsat oldukça da hala bienallere katılmaya ya da bağımsız sergiler yapmaya çalışıyoruz. İçeriğini kendimizin ürettiği sergilerden profesyonel olarak sergi tasarımı yapmaya geçtiğimizde de bu ruhu koruyoruz. İçeriği iyi okuyup yorumluyoruz, hatta bazen kendimizi tutamayıp içeriğe de katkıda bulunuyoruz. Bu biraz da bizim kendi merakımızdan kaynaklanıyor. Sonuçta sergilerin içeriği değişse de yaklaşımımız hep aynı kalıyor. Bazı sergilerde objenin kendisi zaten o kadar iyidir ki onu sadece doğru yere koymak yeterlidir. Nazlı’nın Defteri sergisindeki objeler bu türden objeler değil. Nazlı’ya ait defter, kişisel fotoğraflar ve objeler dışında birçok obje aslında sıradan. Onları değerli yapan Nazlı ve Osman Hamdi Bey ile kurdukları ilişkiler, kendi içindeki ufak hikayeler. Bunlar da bir çırpıda anlaşılabilecek şeyler değil, o yüzden de insanların biraz daha uzun vakit geçireceği, bir sanat galerisi değil de oturma odası gibi bir alan tasarlanması gerektiğini fark ettik ve mekanı buna göre şekillendirdik.

Koç Üniversitesi ile ilk kez mi çalışıyorsunuz? Mekan kullanımı konusunda ne gibi zorluklar vardı?
Koç Üniversitesi ile ilk defa geçen yaz İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nde yaptığımız Yenikapı sergisinde çalıştık. Tabi o serginin, konusu, mekanı çok daha farklıydı ve aslında kurum olarak daha çok Arkeoloji Müzesi ve Koç Vakfı ön planda idi. Nazlı’nın günlüğü sergisi ise Koç Üniversitesi’ne bağlı Anadolu Medeniyetleri Araştırma Merkezi’nin (AnaMed) bir sergisi. Bu mekanda ilk defa çalıştık diyebilirim. Bir önceki sergilerinde (Antakya mozaikleri ile ilgili) sadece grafik tasarım konusunda danışmanlık vermiştik. Zor bir mekan. Öncelikle sergi için tasarlanmamış bir yer. Galeri boyunca geçen dev bir havalandırma şaftı var. İnce uzun olmasından dolayı yüksek tavanlı bir yer olsa da basık bir yer hissi veriyor. Zemin parlak mermer. Sergi alanına açılan kapılar sürekliliği bozuyor. Tesadüfen, mekanın galeriye dönüştürülmeden önceki fotoğraflarına bakarken sol tarafta tarihi bir duvarın olduğunu fark ettik. Burası daha fazla sergileme yüzeyi elde edebilmek için geçici paneller ile kapatılmıştı. Yaratmaya çalıştığımız hava için mükemmel bir arka fon oluşturacağını düşündüğümüz için bu panellerin hepsini söküp tarihi duvarı açtık. Tabi bu aynı zamanda galerinin yarısının duvarlarını kullanamayacağımız anlamına geliyordu. Bu sorunu da yukarıya astığımız paneller ve bağımsız vitrinlerle çözdük. Masayı koyduğumuz kısmın mekan içinde başka bir mekan oluşturmasını istiyorduk. Bu yüzden iki tarafını bölücü duvarlar ile sınırlayıp üstüne de tavanı gizleyecek şekilde sarı kumaşlar astık. Bu bölümün zeminini ahşap yaptık, böylece hem sergiye canlı renkler sokmuş olduk hem de biraz farklılaştırdık. Yangın çıkışı dışında mekana açılan tüm kapıları da gizledik. Kalıcı bir koleksiyonu bulunmayan, üç ayda bir sergilerin yenilendiği bir mekanın bu tür değişimlere ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Ziyaretçinin buraya her gelişinde sanki tamamen farklı bir mekana gelmiş gibi olması onun da ilgisini arttıracaktır.

Proje ekibiyle iletişiminiz nasıldı? Edhem Eldem ile nasıl çalıştınız?
Sergi tasarımında tasarımcı bazen konuya çok geç dahil oluyor. Son bir iki ayda tüm içeriği anlayıp ziyaretçi deneyimini daha da derinleştirecek yeni öneriler getirmek imkansız. AnaMed ekibi bu konuda çok duyarlı. Bizi neredeyse bir yıl önceden toplantılara dahil etti, böylece içeriğin toplanması ile tasarım birlikte ilerledi. Bazen tasarım içeriğe göre şekillendi, bazen de içerik tasarıma göre. Bizim tavanı delip uçuşan çerçeveler asmak, yada bütün duvarları söküp galeriyi baştan düzenlemek gibi çılgın fikirlerimize hem AnaMed hem de Edhem Eldem gayet olumlu ve yapıcı yaklaştılar. Edhem Bey ile çalışmak ise çok rahattı, öncelikle yaptığı işten (tıpkı bizim gibi) çok keyif alıyor. Ayrıca serginin onun için manevi bir değeri de vardı. Defteri ona Nazlı’nın kızı Cenan vermişti. Yıllardır Osman Hamdi’yi çalıştığı için de hem konuya çok hakimdi hem de sergileme konusunda çok deneyimli birisi. Burada adı geçen karakterlerin çoğunu zaten çok iyi tanıyordu. Objelerin birçoğu da kendi koleksiyonundandı. Bu yüzden sorduğumuz her soruya ya da eklemek istediğimiz her konuya hemen cevap alabiliyorduk. Metin uzunluklarından nasıl bir dilde yazılması gerektiğine kadar her şey sorunsuz ilerledi.

Etiketler: