Dijitalleşen Tasarımda Seçenek Felci

SABRİ GÖKMEN

Müşkülpesent adlı köşesinde Sabri Gökmen bu kez pratiği gittikçe dijital araçlarla belirlenen mimarın uğradığı seçenek felcini kaleme alıyor.

Küresel olarak etkilerini yaşamaya devam ettiğimiz pandeminin ardından kendimizi zoraki bir “normalleşme” sürecinin içinde buluyoruz. Bu dönemde karşımıza çıkan en belirgin değişim, çalışma ve özel hayatlarımızın zoraki dijitalleşmesiyle bize neler yaşattığını tekrar sorgulamak oldu. Artık dijital araçlarla iş üretmenin yanında, çevrimiçi platformlar üzerinden toplanıyor, işlerimizi paylaşıyor ve tartışıyoruz, bu durum da birçok bilginin hızlıca paylaşılması ve depolanması anlamına geliyor. Bu süreçte birçok insan teknolojiye ne kadar bağımlı olduğunu, aynı zamanda da teknolojinin kontrolümüz olmadan hayatımızı nasıl değiştirebileceğine tanık oldu. Her geçen gün daha da dijitalleşen tasarım alanının fiziksel mekandan ve etkileşimden koptuğunu ve bireylerin de avatarlar olarak dijitalleşeceği bir döneme giriyoruz.1

Teknoloji sadece hayatımıza hızlı değişiklikler getirmekle kalmıyor aynı zamanda birçok kaynağa, insana ve yere ulaşmamızı sağlıyor. Günümüzde birçok bilgiye Wikipedia sayesinde ücretsiz erişim sağlıyor, Youtube üzerinden istediğimiz yazılımları öğrenebiliyoruz ve sosyal medya üzerinden kendimizi dolaylı olarak pazarlayabiliyoruz. Hal böyle olunca, kendimizi ANT (Aktör Network Teorisi) evrenine göre örümcek ağına benzeyen, farklı yoğunluklar içeren bir ağın içine hapsolmuş bir nodül gibi hissediyoruz.2

Bu yazıyı kaleme alırkenki amacım teknolojinin kayıtsız dayattığı toplumsal ve sosyolojik etkilere odaklanmaktansa; bu hızlı üretim, erişim, tüketim ve değişim ağının tasarım alanında nasıl krizlere yol açtığını masaya yatırmak ve geç kalmış dijital çağın bize getirdiklerini ve götürdüklerini irdelemek olacak. Bu noktada vurgulamak istediğim konu ise artık pazarlama alanında klişe haline gelmiş “seçim paradoksu”nun değişken ve üretken sistemler üzerinden kurgulamaya başlayan tasarım alanında da yaşaması. Bu noktada dijital araçların ve platformların hem tasarımcı hem de kullanıcı üzerindeki “felç” olarak tabir edebileceğimiz metaforik bir donakalma durumu yarattığından bahsetmek gerekiyor. Caspar Friedrich’in “Bulutların Üzerinde Yolculuk” başlıklı tablosundaki3 gibi hızla dijitalleşen bir dünyaya hala tepeden bakmaya çalışan ama gördüğü korkutucu manzara karşısında adım atamayacak hale gelen tasarımcıların bu felci yenmesi için nasıl adımlar atması gerektiğini gelin beraber sorgulayalım.

Dijitalleşen dünyada tasarımcının kayboluşu

Bedensel ve Zihinsel Paraliz
Dijitalleşen hayatımızda karşılaştığımız ve zaman zaman çaresiz kaldığımız tercih anlarını daha iyi anlamak için öncelikle doğadaki taklit ve sempati (mimicry and sympathy) döngüsünün nasıl çalıştığına bakmamız gerekiyor.4 Seçim paradoksunun tasarımcılar üzerinde yarattığı “felç” olgusunu anlamak için Ammophilia yaban arısının bir tırtılı paralize edişini inceleyelim. Ormanın derinliklerinde gezinen bu arı, karşısında savunmasız kalan tırtıla göre vücudunu ayarlayarak iğnesini ince uzun bedenindeki hesapladığı noktalara saplar. Bu karşılaşmada yaban arısı tırtılın değişken fiziksel özelliklerine (boyut, renk, kıvrım...vs.) göre bedenini adapte edebilmekte ve onu felç edebilecek noktaları hesaplamak için içgüdülerini kullanmaktadır. Doğanın güç dengelerinde kendisinden daha üstün arı karşısında felç geçiren tırtıl, arının yaşam döngüsünü devam ettirmesi için gerekli besini karşılıksız olarak ona teslim eder ve ölür.

Ammophilia ve Tırtıl, Calle Söderberg - Flickr

Bu noktada sinir sisteminin paralize olmasıyla mumyaya dönen canlılara kıyasla Stephen Hawking’in yaşadığı gibi bir “locked-in sendromu”nu da değerlendirmekte fayda var. ALS vakalarında karşılaşılan bedenin motor kontrolünün kademeli olarak kaybolsında kişinin zihinsel fonksiyonları hala açıktır ve özgür iradesi devrededir. Bu nedenle esas değerlendirmemiz gereken paralizin bedene değil, zihine nasıl tesir ettiğidir. Belki de bu durumu tüm dünyada yasaklanan ve Kolombiya’da organize suçlarda kullanılan en tehlikeli ilaç olan Scopolamine üzerinden daha iyi anlatabiliriz.5 Beyaz pudrayı andıran bu ilacın yüzünüze atılmasıyla adeta küçük ve saf bir çocuğa dönüşmeniz akabinde, suçluların manipülasyon ve kontrolüne tamamen teslim oluyorsunuz. Bu halde onlara yardım eden kazazedelerin yaşadıkları olayları ertesi gün hatırlamamaları sanırım motor kontrol felci geçirmekten çok daha kötü bir durum. Özgür irademiz bizim için ne kadar önemliyse, onun dışarıdan manipüle edilmesi ve programlanması da bizi bir o kadar yok edebilen bir unsur. Ne yazıkki bu paralize durumu dijital araç ve platformlarda da yaşamak mümkün.

Günümüzde tasarım alanındaki tüm üretim ve paylaşım araçlarının tamamen dijitalleştiği bir döneme giriyoruz. Bu çağda beden ve zihin üzerinde ortaya çıkabilen paraliz durumunun, tasarım disiplinindeki karşılığı ise tercih yapamama ya da yaratıcılığın kısıtlanması olarak görebiliriz. Bu noktada dijital araçlarla çalışmanın yarattığı bolluk karşısında karar verememek bizi şaşkın bir durumda bırakırken, dijital platformlarda bize dayatılan trendlere kayıtsız uyumlanmak ise zihnimizi ve yaratıcılığımızı kademeli olarak köreltmektedir. Her iki durumda da özgür irademiz saldırı altındadır ve bu duruma müdahale edilmemesi dijital araç ve platformlara teslimiyet ve tamir edilemez bir felç durumu yaratabilmektedir.

Varyete ve Vesvese
Teknoloji kuşkusuz tasarım disiplininin icra ediliş şekli gibi ortaya çıkan tasarımcı profilleri ve ürünlerini de derinden değiştirebiliyor. 1990’lardan beridir hayatımızda olan dijital modelleme ve hesaplamalı tasarım araçları her geçen gün daha da gelişiyor ve artık yapay zeka, jeneratif kodlama ve robotlarla üretimler yapılan ve otomatikleşen pratiklerin doğduğuna şahit oluyoruz.6 Bu noktada dijital üretimlerin biyolojideki morfojenez kavramından beslendiğini ve tek bir ürün üretmektense, varyeteye açık bir sistem ya da üretken kodlar üzerinden tasarım sürecini tariflediğini görüyoruz.7 Örneğin basit hücresel kodlama8 (cellular automata) yöntemleriyle tariflenebilen deniz kabuğu dokularının sonsuz varyasyonları doğanın hesaplamalı perspektifini ve yaratıcı potansiyelini bizler için görünür kılmaktadır. Felsefik olarak bu durumun nedeni ve kökeni henüz tam olarak açılanamasa da, doğanın da içinde kendisini üretken kılan ve değiştiren bir kod olduğunu düşünmek hiç de mantıksız değil.

Cellular Automata ile üretilebilen deniz kabuğu dokuları, Max Planck Enstitüsü

Doğayı üreten kodlar gibi, dijital araçlarla sonsuz olasılık içerisinden istediği soyut formları yaratan bir tanrıya dönüşmeyi hangi tasarımcı istemez? Bu noktada şüphesiz ki bize ilk şoku yaşatan elimizdeki gelişmiş araçlarla varyasyon üretmenin herhangi bir sınırı olmadığıdır. Sonuçta tasarımcı dediğimiz kişi kullandığı ya da geliştirdiği araçlara bağımlıdır. Bu noktada tercih ettiğimiz analog ya da dijital araçlar, hızımızı, kapasitemizi, süreci ve çıktıları etkilemekte ayrıca bu araçlardan birini seçmek zorunda olmak bizi teknolojiye karşı muhafazakar kılmaktadır. Bu konuya ileride başka bir yazıda döneceğiz ancak şimdilik söyleyebileceğim şu: Teknolojik araçlar Pandora’nın kutusuna benzer, ve bir kez açıldı mı bir daha kapanması oldukça zordur. Bu nedenle şu an karşımızda olan araçların ve teknolojilerin bir gün tamamen ortadan kalkacağını hayal etmek muhafazakarlık değil, bağnazlıktır.

Özellikle tasarım problemlerine tek bir yaklaşım olmadığı gibi, geliştirilen yöntemin de tek bir çıktısı bulunmuyor. Örneğin kentsel planlama alanında yüksek miktarda konut kompleksini simülasyon ve kod üzerinden hızlıca üretmek ve birbirinden farklı birçok konut tipini kodlar üzerinden tariflemek mümkün. Ancak elinizdeki yöntem sonsuz varyete ürettikçe, parametrelerin ve kodun binlerce potansiyel çıktısının da ince bir elekten geçirilmesi ya da hangi simülasyon çıktısının mantıklı olduğunun sorgulanması tasarımcıların vesvesesi haline gelebiliyor. Bu durumun sonsuza kadar tekrar edilmesi ise karşı konulamaz bir geribildirim döngüsü başlatabiliyor ve sonuçta ortaya çıkan kontrolsüz bolluk karşısında felç geçiren tasarımcıya artık sistemin de ihtiyacı kalmıyor.

Sonsuz varyete; Morfojenetik Urbanism, Peter Trummer
Sonsuz vesvese; Geçirgen Şehir, MVRDV

Jeneratif Tasarım ve Kısmi felç
Son zamanlarda geliştirilen dijital tasarım yöntemlerinden mimarlık, sanat ve grafik alanlarında kendisini göstermeye başlayan jeneratif tasarım, üretken algoritma üzerinden varyete yaratan tasarım metodlarını tariflemekte. Bu alanda çalışan tasarımcılar aslında birer kodlayıcıdır ve tasarım süreç odaklı olarak ele alınır ve sistem belirli parametre ya da performatif kurallar üzerinden kurgulanarak üretilir.9 Ortaya çıkan varyasyonlar biyolojideki gibi bir popülasyon olarak analiz edilir ve sisteme verilen geribildirimle tasarım süreci sonsuz bir döngüde optimize edilir (Fig. 6). Bu son aşamada hangi ürünün seçileceği artık fuzuli bir mesele haline gelir, zira problemi çözecek tek bir sonuç ya da ürün yoktur, ve gelinen kısır döngüde felç geçiren tasarımcının seçim yapacak hali dahi kalmamıştır.

Jeneratif Ayakkabı Tabanı, Under Armour

Peki bu noktada sizce hangi araçları neden tercih etmeliyiz? Bazı teknolojik araçlar geliştirildikten sonra artık geriye dönüş olmadığına göre, içinde bulunduğumuz disiplinleri değiştirmelerine de engel olamayacağız. Bunun yanı sıra geliştirilen teknolojik araçların da sosyal ya da dijital medya gibi dayattığı bir estetik algı operasyonu olabiliyor. Burada parametrik tasarım alanında karşılaştığımız akışkan geometrilerin ve yüzey panellerinin yarattığı gereksiz taklit ve estetik fetişe değinmeyeceğim. Ancak rönesans döneminden beri tasarım alanında kullanılan hesaplamalı yöntem ve geometrilerin sadece yirminci yüzyılda bilgisayar aracılığıyla matematiksel modelleme teknolojisine aktarılması bu yöntemlerin yanlızca günümüze ait olmadığının göstergesi değil midir?10 Ortada tarihsel bir devamlılık, çeşitlilik ve inovasyon varken, neden geliştirdiğimiz araçlara teslim oluyoruz, ya da daha da vahim durum olan bu ileri dijital araçlar tarafından uyuşturuluyor ve felce uğruyoruz?

Belki de esas sorulması gereken soru, bu araçların hayatımızda neden olduğundan ziyade, etik olarak tasarım disiplininde nasıl kullanılmaları gerektiğidir. Daha da önemlisi, ürün odaklı tasarıma kıyasla, süreç odaklı kodların ne tarz pratik sonuçlara gebe olduğudur. Bununla ilgili en çarpıcı örnek bir matematikçi ve biyoloğun Boston’da kurduğu ve tasarım üretimini tamamen kullanıcılara aktaran bir tasarım ofisi olan nervous-system olabilir.11 Firma oluşturduğu jeneratif modelleme arayüzleriyle, kullanıcıların kendi takı, obje ve diğer parametrik siparişlerini çevrimiçi alarak, dijital fabrikasyon teknikleriyle ürünleri hazırlatmakta ve kullanıcılara göndermektedir. Bu süreçte ortadan kaybolan tasarımcı, artık tasarım rolünü tamamen kullanıcılara paslamış ve onlara parametrik bir arayüz sunarak bu kısmi felç durumundan kendini azad etmiştir.

Radiolaria bazlı yüzük tasarım arayüzü, Nervous System

Bu tarz yaklaşımların sadece tasarım alanında görülmekle kalmadığı; artık online alışveriş, flört-buluşma, multi-medya ve eğitim-öğretim alanlarına da kaydığı ve kullanıcılara özel deneyimler, arayüzler ve ürünler sunmanın meşrulaştığı bir çağa geçiyoruz. Bu noktada tasarım dijital ortamdan başlayarak fiziksel mekanımıza nüfuz eden ve bizi hegemonyası altına alabilecek ve de uyuşturabilecek bir duruma dönüşüyor. Buradaki “opsiyon felci”ni yenmemiz için tasarımcıların kendilerine dayatılan teknoloji ve trendleri kayıtsız kabul etmemeleri, kendi araç ve platformlarını nasıl kodlamaları gerektiğini düşünmeliler. Bu da tasarımcıların birer “kodlayıcı” rolüne bürünmesi ve tasarımın ortak kodlarının araştırılması demek. Dijital medya üzerinden yapılan manipülasyonların insanlara Scopolamine üflediği bir süreçte, tasarımcıların bu araçları nasıl kullanacakları, daha da önemlisi, bu araçları kullanmayı dahi bilmeyen kullanıcılara neyi nasıl satacaklarını çözmeleri için sanırım önce kendi yaşadıkları felç durumundan uyanmaları gerekecek.

Notlar
1 Bu duruma en çarpıcı örnek sanırım Facebook’un isminin artık “Meta” olması ve tüm insanları metaverse üzerinden dijitalleştirme gibi gizli bir hedef gütmesi olabilir.
2 Latour, B., 2005. Reassembling the Social: An Introduction to Actor-Network-Theory. Oxford: Oxford UP.
3 Caspar Friedrich, “Wanderer above the Sea of Fog” (1818). Bu tablonun orjinalinde romantik bir bilim insanı doğanın yaratıcı güçleri ve belirsizlikleri karşında donup kalmaktadır. Bu metnin posterinde ise benzer bir sendrom dijitalleşen dünyanın yarattığı perspektifte yaşanmaktadır.
4 Lars Spuybroek, The Sympathy of Things: Ruskin and the ecology of design, Rotterdam: V2 Publishing, 2011.
5 Bkz. Vice, “Dünyanın en tehlikeli uyuşturucusu.” Youtube.
6 Hensel, M., Menges, A., Weinstock, M. (eds.): 2004, Emergence: Morphogenetic Design Strategies, Architectural Design, Vol. 74 No. 3, Wiley Academy, London.
7 Leach, Neil (2009). 'Digital Morphogenesis', Architectural Design, 79, 1, pp. 32–37.
8 Wolfram, Stephen. 2002. A New Kind of Science. Champaign, IL: Wolfram Media.
Cellular Automatayla üretilebilen deniz kabuğu dokuları https://www.eb.tuebingen.mpg.de/emeriti/hans-meinhardt/shell-program/
9 Bkz. https://www.fastcompany.com/90334218/this-is-the-first-commercial-product-made-using-generative-design
10 Konuyla ilgili bkz. Carpo, Mario. The alphabet and the algorithm. Mit Press, 2011.
11 Bkz. https://n-e-r-v-o-u-s.com/

Etiketler: