Dinlemek

İPEK YÜREKLİ

"Bazıları yağmuru hisseder, diğerleri ise sadece ıslanır."
Bob Marley

Benim işim dinlemektir.

Sanılanın aksine çok da yorucu bir iştir bu. En azından benim için. Lafa dünyanın oluşumundan başlayanlar, bütün evreni kendinden menkul sanarak anlatanlar, bir türlü sadede gelemeyenler, beynindeki bütün kıvrımları bizimle paylaşmak isteyenler, boş konuşanlar, tekrar tekrar tekrarlayanlar insanı epey zorlar. Konuşma ihtiyacının çoğunlukla düşünmek için kaçınılmaz olduğunu bilsem de böyle durumlarda bir müddet sonra bakışlarımın sabitlenmesine, içimin geçmesine ve en güzeli zihnimin başka ufuklara yol almasına engel olamam. Ders dinlerken, -aslında dinleyemezken- pencereden dışarıyı seyrederek hayallere dalan çocuklardan biriydim ben.

illüstrasyon: Berat Pekmezci

Ağzından kerpetenle laf alınan ketumları konuşturmak için doğru soruları bulmak gerekir, onları dinleyebilmek için. Sabır gerekir. Merak gerekir. Endişeyle dinliyorum. Halbuki o kadar da merak ederek başlamıştım dinlemeye. Karşımdaki anlatıyor da anlatıyor. Anlıyor muyum? Bir yandan da sorularıma "onu çözdüm bunu çözdüm", diye karşılık veriyor. Hani nerede diyorum, cevap; "aklımda". Seni gidi seniii! Ser verip sır vermiyorsun yine! Anlatmaya devam ediyor. Dinliyorum. Gözkapaklarım ağırlaşıyor bir müddet sonra. Gene de dinliyorum. Dinliyor muyum?

Ama söylenecek söz olduğunda pürdikkat kesilebilirim. Karşımdakinin kullandığı kelimelerden, yüzündeki tereddütten, verdiği örneklerden, kişisel hikayesinden, gözlerini kaçırmasından, kaçamak gülümsemesinden, sıkıntısından, heyecanından, tamamlanmayan cümlelerinden anlamaya çalışırım. En çok da söylediklerinden değil, söylemediklerinden gelir ipuçları. Hikayenin can alıcı noktası oralarda bir yerde saklı durur. Önüme gelen maketin, çizimin ötesindedir genelde anlatılan, bazen de çok gerisinde, kimi zaman farklı gezegenlerde. Sonra tam denk gelir, dünya rayına oturur, güzelleşiverir. İşimiz ikisinin denk gelmesine, tek olmasına yardım etmek. Özü sözü bir olmanın mimarcasını arıyoruz.

Sende "poker suratı yok" derler bana ailede. Kumarbaz olmasak da poker suratı bizim ailede önemlidir nedense. İnsanları, şüphelerimiz, hoşnutsuzluklarımızla gereksiz yere rencide etmemek, moral bozmamak gerekir. İşte tasarım dersi stüdyosunun en beğendiğim tarafı bu, mutlak dürüstlük özgürlüğü. Kimsenin şüphelerden, hoşnutsuzluklardan bozulmasına gerek yok, çünkü tasarımı yönlendirenlerin önemli bir parçası hoşnutsuzluklar, şüpheler. Onları çoğaltan, fikirlerin mimariye dönüşümündeki tutarsızlıklardır olsa olsa. Bir anlamda tercüme bozuklukları.

…Mimari tasarım eğitiminde tercüme önemlidir. Tasarım stüdyolarında çalışma süreci boyunca tekrarlanan fikirden eskize, eskizden kolaja, kolajdan makete, söylemden mimariye gibi farklı mecralar arasındaki ‘tercüme’ durumlarının aslında dersimizin temel pratiği olduğunu düşünüyorum. Tercüme işinin iki olmazsa olmaz özelliği, esas metne sadakat ve tercüme edilen dilin akışkanlığı olarak tanımlanıyor...1

Bu durumda önce fikirleri anlamak gerek, sonra dönüşümün tıkanma noktalarını. Sözünü söyleyemeyene ulaşmak zor. Her şeyin başı dinlemek. Yapılmak istenenin ne olduğunu en azından sezmek. Aslında istenen söylenenden çok uzak düşse bile onu hissetmek. Gerçekten ne söylemek istiyor acaba? İşte proje yürütücüleri için stüdyonun temel sorusu budur.

Henüz oluşmamış ham bir fikir nasıl aktarılır? Bizim araçlarımız belli de olsa insan kendisi için tanımlayamadığını nasıl karşısındakine açıklar? Yok olanı nasıl var ederiz? Henüz olmayan bir gelecek için hiç bitmemiş, yok yok hatta hiç başlamamış bir şey nasıl ifade edilir? Şu öğrencilerin yakasına yapışıp söylemelerini istediğimiz her şey bu sorulara toslayıp duruyor. Kafanın içindeki katmanlara sen izin vermeden nasıl ulaşayım? Çözmen, görmen, aktarman, söylemen gerek. Öncelikle kendin için.

"...Ama belli ki maket yapma isteği özünde aynı meraktan besleniyor. Bilinmeyen ama sezilen bir şeyle karşılaşma isteği. Öte yandan herhangi bir tasarıma ait ilk düşünceleri fark etmeye başladığımızda, onlara en az bir uzaylı kadar yabancı olduğumuzu söylemek yanlış olmayacaktır. 'Varlığından hep haberdardım, ah o tatlı cephe strüktürü, ama bir türlü seni tarif edemiyordum.'..."2

Belirsizliğin, sezgilerin, ucu açık kalmış hallerin, tanımlayamadıklarımızın kelimelerini seçmek zor. Stüdyo tartışmalarında öğrenci, yürütücü ve davetli jüri üyelerinin sürekli ellerini kollarını kullanarak konuşması tesadüf değil. Bir de çizimlerin maketleri, modellerin kelimeleri tutmadığı düşünülünce sabunlama işi ellere kalıyor. Elleri de dinlemek lazım.

Konuştukça debelenip durmanın faydası büyük tabi. Anlatmak için çabaladıkça anlıyor, fark ediyor insan, kuytularda kalan düğümler çözülüveriyor. Çözülmese de düğüm olduğu netleşiyor en azından. Anlatırken aydınlanırız. İşin özü; bir dinleyici bin nasihatten iyidir. Bir de bunun karşıdaki yansıması var. Hayatta işlerin ters gittiği günlerde kös kös stüdyoya gelince, orada kendi sözünü merak eden genç bir insanın gelecek için umutlarını, hayallerini dinlemek, bu hayallere ulaşmak için nasıl uğraştığını, sıkıntılarıyla baş ettiğini, zorlukların üstesinden gelebildiğini, yolunu kaybedip tekrar bulduğunu, söyledikleri ile yaptıklarının denk geldiğini görmek kadar günü aydınlatan pek az şeye rastlamışımdır.

Her seferinde merak ediyorum, asıl söylenmek istenen nedir acaba? Hikayeleri dinlemek istiyorum. Sezileni sezmek, hissedileni hissetmek, düşünüleni düşünmek istiyorum. Söylenmeyeni duymak istiyorum.

Stüdyodaki esas işin bu olduğunu, başlarda anlamamıştım, bir müddet sonra fark ettim; proje yürütücülüğü aslında konuşmak değil, dinlemektir.

1 https://manifold.press/gabo-nun-fili
2 https://manifold.press/ufo-lar-ve-maketler Çiğdem Köseoğlu’nun UFO’lar ve Maketler başlıklı yazısı, maket yapma ihtiyacı hakkında muhteşem bir yazı.

Etiketler: