Dünyanın En Güzel Şehrini Avrupa’nın En Güzel Şehrine Götürüyoruz
İfade özgürlüğümüzün otorite tarafından sınırlandığı bu karanlık günlerde, küçük mimarlık dünyamızın ufak kederlerinden dert yanmak biraz anlamsız. Ama yine de Gaziosmanpaşa'daki ViaPort Venezia projesiyle Venedik Mimarlık Bienali arasında mantıksal bir bağlantı kurmaktan kendimi alıkoyamıyorum.
Dome+Partners tarafından tasarlanan muhteşem ViaPort Venezia projesinin televizyon reklamlarını hatırlarsak Avrupa'nın en güzel şehrini (Venedik), dünyanın en güzel şehrine (İstanbul) getirdiklerini iddia ediyorlardı. Sahiden de artık tamamlanmış projenin merkezi, içinde gerçek Türk gondolları olan nefis Venedik kanalları kopyalarına ev sahipliği yapıyor. Esasen İstanbul’daki son gayrimenkul geliştirme projeleri çerçevesinden olaya bakacak olursak böylesi yersiz yurtsuzlaştırılmış konseptlere oldukça alışkınız, misal İstanbul’un sağına soluna serpiştirilen Toskana Vadileri. Tabi ki bu alanda Türk mimarların ve gayrimenkul geliştiricilerinin hayal dünyası sınır tanımıyor.

Sırf bu nedenle bile, yani kapalı sitelerimizin ve büyük ölçekli projelerimizin adlarını koymada bize verdiği ilham için Türk mimarlık dünyasının İtalya'ya teşekkür etmesi gereken zaman geldi. Neyse ki İKSV, 15. Venedik Mimarlık Bienali sayesinde dünyanın en güzel şehrini Avrupa'nın en güzel şehrine gönderme fırsatını yakaladı. İtalyan ilham kaynağımıza yönelik bu sembolik karşılık, saygıdeğer Türk akademisyenlerden oluşan jüri tarafından yürütülen iki aşamalı, övgü dolu ve beklemeli seçim sürecinin meyveleri oldu. İKSV'nin Türkiye Pavyonu küratörünü belirlemek için cesur bir seçimle açık çağrı yapması ile bienalin ana küratörü Alejandro Aravena'nın genel yaklaşımı bir araya gelince ülkemizin depresif genç mimarlık sahnesi için umut kaynağı doğmuş oldu.
Murat Tabanlıoğlu tarafından küratörlüğü üstlenilmiş olan 2014'teki Türkiye Pavyonu'nun Tabanlıoğlu Mimarlık’ın monografının lansmanı için düzenlenen bir etkinliği andırmasının ardından 2016 pavyonunun, doğal olarak binealin ana konsepti olan "Reporting from Front" (Cepheden Bildirmek) ile uyumlu olmasını bekledik. Ne yazık ki Türkiye'yi temsil edecek projenin duyurulmasıyla Toskana Vadileri ve Venedik lagünlerinden gelen koku yeniden yayıldı. Bu rahatsız edici parfüm elbette seçilen mimarlardan kaynaklanmıyordu. Aksine Teğet Mimarlık, Türkiye'nin belki de en yenilikçi mimari pratiğini üreten, zorlayıcı mimari yarışmalara katılarak kendini en üst seviyeye çıkarmış bir ofis. Bu kötü parfüm daha çok, projeyle ilgili bilgi eksikliğinden geliyordu.
İKSV'nin web sitesinde ve diğer mimarlık platformlarında Darzana projesinin içeriğiyle ilgili belirsiz bilgiler, seçim komitesinin ifadesini yansıtan genel bir not eşliğinde paylaşıldı. Seçilen proje Venedik'teki Arsenale ile şu anda Teğet Mimarlık, Tabanlıoğlu Mimarlık, NSMH ve Boran Ekinci'nin katkısıyla yürütülen bir dönüşüm projesi geçiren İstanbul'un Haliç Tersaneleri arasında bağlantı kuruyor gibi görünüyor.
Haliç Tersaneleri'nin özelleştirmesi 2013 yılında duyurulmuştu. Siyasi düzenlemelerle ve gayrimenkul piyasasının baskısıyla yapılan bu duyuru, İstanbul'un kamusal mekanlarında artan kontrole karşı bir tepki olan Gezi protestolarından birkaç gün sonraya denk geldi. Haliç Tersaneleri dönüşüm projesi, bu şekilde başladığı ve neredeyse gizli bir planlama süreci yürütüldüğü için Haliç Dayanışması gibi kentsel aktivist gruplar tarafından protesto edildi.
Bu sebeple Haliç Dayanışması’nın çoktan belirttiği gibi, eğer İKSV ya da küratörler Türkiye mimarlık ortamıyla şunları paylaşabilirlerse mutluluk duyacağız:
- Pavyon projesinin daha detaylı içeriği,
- Seçim komitesinin dünyanın en güzel şehrinin tersanelerini Avrupa'nın en güzel şehrinin tersanelerine göndermesine sebep olan gerekçeleri içeren tam rapor.
Bu iki noktanın açıklığa kavuşması, Venedik Bienali'ndeki Türkiye Pavyonu’nun Cannes'daki MIPIM'ın uzantısı olduğu gibi şizofrenik düşüncelerimizden bizi arındıracaktır.
Yazıyı bitirmeden önce, İKSV'yi, Venedik Mimarlık Bineali'ndeki Türkiye pavyonları için açık çağrı yapmaya devam ederken seçim komitesini de küçük yerel mimarlık ortamımızın tartışmalarını genişletebilecek daha genç akademisyenlere açmaya teşvik etmek isterim.
Bu haftasonu dikkatli olun, kar nedeniyle Gaziosmanpaşa'da gondol hizmeti olmayacak.
Ne düşünüyorsunuz?
İlgili İçerikler:
-
“İçinden Elini Çekip Çıkardığın Bir Eldiven Gibi Boşalan”* Mimarlık Tartışmaları
İçinde bulunduğumuz siyaset ortamında, mimarlık mesleğini toplumsal meseleleri merkeze alarak pratiğini geliştiren genç topluluklar yerine, meslek örgütlerinin popülerliğe yönelik tutum içinde olmalarını eleştirmek acaba “keskin bir siyasi tutum” mu olur? Zira, İzmir şubenin de içinde bulunduğu meslek odamızın bir grup şubesi, mimarlık alanından siyaseten keskin söylem üretmeyi sakıncalı buluyor.
-
Yeni bir Bienalin Eşiğinde: “Aura ve Sergilenebilirlik”*
Bienaller mevsimine girdiğimiz bu aylarda, sanat deneyimine ve bununla ilgili olarak bienallerin tarihine farklı bir açıdan bakmak mümkün mü? Damla Göre, bu soruyu, Walter Benjamin ve sanat eserinin giderek değişen alımlanışı aracılığıyla ele aldı.
-
Acaba Size “Antroposen” Yerine “Antreposen” Diyebilir Miyim?
Eğer mimari kararların da ekosisteminden söz ediyorsak, aradaki farkı ortaya koyan bir mimari eylemsellik, süreci bütünüyle bambaşka bir modele sıçratacak bir kurgulama potansiyeline sahip.
-
17. Venedik Mimarlık Bienali'nde Türkiye Pavyonu’nda Yer Alacak Proje Belirlendi
-
Bir Halk Sağlığı Sorunu Olarak Bienaller
16. İstanbul Bienali’nin, doğrudan veya dolaylı yoldan ilişkili olduğu halk sağlığı problemlerini bertaraf etmesi için, asbestli mekanları terk-i diyar eylemesi tek başına yeterli olmayabilir.
-
17. Venedik Mimarlık Bienali Türkiye Pavyonu İçin İkinci Aşamaya Seçilen Projeler Belli Oldu
-
Gerçek Samimi Çarpıcı Ajite İşler
Hayatın her alanında hangi amaçla ve nasıl mimarlık yaptığımızı, mimarlık eğitimine nasıl dahil olduğumuzu belirleyen bağlamın farkındalığıyla hepimize gerçek, samimi, çarpıcı, ajite işler kılma cüreti dilerim.
-
“Yürür-Çizer” Pratiği ve Mümkün Kıldığı Kentsel-Toplumsal İhtimaller
Diyarbakır’da deneyimlediğimiz “yürür-çizer” atölyesi de pek tabii bu risklerden tamamıyla azade değildi. Fakat bu riskleri dikkate aldığını düşündüren özellikleri de barındırıyordu. 30 civarı katılımcısının yer yer birleşerek yer yer ise dağılarak tatbik ettiği bir yöntem olması, bir diğer deyişle ufkunu bireyci bir deneyimle sınırlamaktansa belirli bir kitleselliği mümkün kılması bu anlamda not edilmeli.