Durağanın İçindeki Dinamik Aralıklar

ALİ TIKNAZOĞLU

Bu yıl 16.’sı düzenlenen Venedik Mimarlık Bienali’nin teması Serbest Mekan. Küratörlerin açıklamasına göre “serbest mekan”, mimaride var olanın içindeki yeni aralıkları fark ettirebilen, yeri geldiğinde programlanmamış, henüz tasarlanmamış kullanımlara açık demokratik bir mekana olanak sunabilen bir olgu. Bu kavramı göz önünde bulundurarak ana sergiye biraz eleştirel yaklaşmakta fayda var. Ana sergiyi tek kelimeyle özetlemek gerekseydi sanırım bu kelime “bulanıklık” olurdu. Bulanıklığın esas kaynağı ise bienalin teması. Zira “serbest” ve “mekan” kavramları ayrı ayrı incelendiğinde, içlerinde (kelimelerin esnekliğinden doğan) çok boyutlu anlam potansiyellerinin yanı sıra, bu potansiyeller eşliğinde gelen tehlikeleri barındırıyor.

Aralarında Bjarke Ingels, Peter Zumthor, Takaharu Tezuka ve nicelerinin de bulunduğu elliden fazla davetli mimar ve onların “serbest mekan” yorumunun yer aldığı ana sergide iki büyük sorun göze çarpıyor. İlki, birçok çalışmanın (aradan sıyrılan işler var elbette) bienal için özel olarak üretilmemesi. Var olan yapılar üç boyutlu baskıları ya da farklı malzemelerle üretilmiş lazer kesim pürüzsüz maketleriyle yer alıyor, farklı temsil araçlarıyla gösterilme zahmetine dahi girilmemiş. Oysa tema, günümüz teknolojisinden, üç boyutlu yazıcıdan ve iyi maket yapma becerisinden daha fazlasına ihtiyaç duyuyor. Aksi takdirde “serbest mekan” kavramını, doğasında olan esneklik aracılığıyla her tarafa çekebiliriz. (Üç boyutlu yazıcıda şu an sınırlar zorlanıyor, tasarımcıların onu mevcut kullanım biçimleriyle benimsememeleri; ona birtakım yorumlar getirmeleri gerektiğini kast ediyorum.) İkinci sorun ise deneysel, yani etkileşimli ya da bir şeye benzeme amacı güdülmeden yapılmış çalışmaların azlığı. Bu perspektiflerden bakıldığında ana sergideki birçok işin, temayla ilişkisini sorgulamak gerek, birkaçından başlayalım.

TEKRAR
Peter Zumthor ve onun hayranlık uyandıran maketleri, bienalin epey ilgi çeken işleri arasında. Zumthor’un, mimarlık disiplinine kazandırdıkları tartışma götürmez, ancak mimari üretimi ve maketlerinin niteliğini bir kenara koyarsak sergisinin temayla bağlantısı oldukça zayıf görünüyor. Aslında bu durum, ana sergiye de hakim ve bu az önce bahsettiğim, temanın barındırdığı tehlikeyle ilgili olduğu kadar mimarların, mesleği ele alış biçimiyle ve yöntemlerinin yoruma kapalı olmasıyla da ilgili. Öte yandan Juhani Pallasmaa, Tenin Gözleri’ni yayınlayalı 20 yıldan fazla olmuşken halen nesnelerin biçimleri ve görsellik üzerine konuşuyor olmak da hayli garip.

DENE(ME)MEK
Ana sergiye geri dönüp, daha önce tasarlanmış ve 2014 yılında yapımı tamamlanmış olan Star Apartments’a bir göz atalım. Star Apartments, Michael Maltzan Architecture’ın mevcut bir karma kullanımlı yapıyı evsizler için 102 daireli bir apartmana dönüştürdüğü bir proje. Görüldüğü üzere, sadece var olanı nasıl ortaya koyabiliriz sorusuna cevap aranmış başka bir iş daha, yine bienal için özel üretim çabası yok. Ve elbette temsil yöntemi için geleneksel mimari maket teknikleri ve günümüzün vazgeçilmez üç boyutlu baskı teknolojisinde karar kılınmış. Buradaki eleştirim işin sahip olduğu niteliklere değil, bienaldeki varoluş biçimine, yorumsuz bir şekilde ortaya konulmasına; dolayısıyla kendi anlamının ötesine geçememesine, hatta kendi anlamını dahi yakalayamamasına.

ÇAĞRIŞIM
Bir başka iş ise Lacaton & Vassal’ın, adı bile farklı çağrışımların önünü açan Freedom of Use (Kullanım Özgürlüğü) adlı projesi. En azından burada herhangi bir şehrin üç boyutlu baskısı alınmış bir modeli yok; dolayısıyla kısmen de olsa deneysel bir iş diyebiliriz. Peki, ne dert edinilmiş? “Alın size mekan, hem de boş!” ile başlanan üretime “mekan olarak serbest mekan” düsturuyla devam edilmiş. Sonuç ise bir video kolaj, üstelik oturarak izleyebiliyorsunuz da!

Atelier Peter Zumthor, Venedik Mimarlık Bienali, fotoğraf: Italo Rondinella
Atelier Peter Zumthor, Ana Sergi, fotoğraf: Italo Rondinella
Star Apartments, Ana Sergi fotoğraf: Italo Rondinella

Bienalde yer almak ya da bir iş sergilemek çok kolay değil elbette. Ancak bu sorumluluğu almak, sizin için ayrılan alana her şeyi koyabileceğiniz anlamına gelmiyor. Öyle olsaydı tema belirlenmesine ya da tema metnini açıklamaya gerek olmazdı. Bu yaklaşım, verilen uğraşı -bu işlerin bize gösterdiğine göre- boşa çıkarıyor. Oysa bienal, öncelikli olarak bir amaç edinmeli. Amaç edinirken de bu sürece “Bienal ne için var?”, “Bienal ne işe yarar?” ve “Bienal kimin için var?” gibi sorulara cevap arayarak başlanabilir ki katılımcısı olduğum Türkiye Pavyonu bu soruları kendine dert ediniyor.

Bana kalırsa ana sergi, davet edilen mimarlık ofisleri için bir reklam alanı rolünü üstleniyor; bir fuar alanı, çok fazla mimarlık ofisi, onlara ayrılmış stantlar ve stantlarda da ofis kapsamında yaptıkları piyasa işleri… Biraz daha ileri gidip -serginin anlamını indirgeyerek- şu da söylenebilir: Ana sergi bir katalog gibi, hatta mimarlık ofisleri için hazırlanmış bir katalog.

Öte yandan şu açıkça görülüyor ki bu bienalde ulusal pavyonlar, çok azında benzer sorunlar olmakla birlikte, ana sergiden çok daha iyi durumda. Bienaller doğası gereği oldukça dinamikken bu bienalin ana sergisinin bu denli durağan olması düşündürücü. Aslında yukarıda da bahsettiğim gibi sorunların temeli, günümüz mimarlık ortamı ve onun yorumlanış biçimlerinde “klasik perspektif” anlayışının sürdürülmesi. “Haydi dinamik bir şeyler bulalım!” ya da “Haydi yeniden yapalım!” diye başlayan arayışların bize öğretebileceği pek bir şey yok, tıpkı burada olduğu gibi, üç boyutlu yazıcı teknolojisinin geldiği noktadan ötesini öğrenemediğimiz gibi. Eğer durağanın içinde birtakım dinamik aralıkların var olup olmadığına bakabilirsek ötesini keşfetmek de mümkün olabilir.

Etiketler:

İlgili İçerikler: