Eş Mekanlı Hafızalar: Belgrad

EREN CAN ALTAY

İçinde yer aldığı coğrafyanın yüzyıllık iktidar çatışmalarına tanıklık etmiş bir başkent olan Belgrad’da, yakın tarihe dek süren savaş ve yıkımlarla dolu geçmişi hafızada sürdüren en önemli unsurlardan biri de simgeleşmiş mekanları. Eren Can Altay, geçmiş ve gelecek tahayyüleri eşliğinde, bir iktidarlar sahnesine dönüşmüş Belgrad’ı yazdı.

Hafıza, bir grubun oluşmasında ya da o grubun grup olmaya devam etmesinde kilit bir roldedir. Ortak bir geçmişe sahip olma düşüncesi kişileri birbirine yaklaştırır. Öyle ki ortak bir geçmişin insan üzerindeki etkisi, ortak bir gelecek beklentisinden çok daha kuvvetli bir konumdadır. Bu sebeple bir araya getirilen gruplar ya da toplumlar, ortak bir gelecek tahayyülünden çok, kolektif bir geçmiş literatürüne ihtiyaç duyar. Geçmişe yüklenen anlam bu olunca, geçmişin mekandaki temsili de önem kazanır. Varsayılan ortak geçmişin anıtları mekanı şekillendirirken, mekandaki bu anıtlar da ortak geçmişi tekrar üretir. Ancak bu üretim yapay bir şekilde; hatırlanması gereken ya da istenilen durumların anlatıda ön plana çıkartılmasıyla gerçekleşir. Yaratılan söylem olayı yüceltir ve istenilen sonuca ya da verilmek istenen mesaja göre onu şekillendirir. Söylem kolektif hafızayı oluşturur. Politikacıların demeçleri, yazarların kitapları, gazetelerin haberleri ortak bir literatür yaratırlar ve geçmişi değiştirme yeteneğini elinde bulundurarak sembolik bir güce (Bourdieu) sahip olurlar. Wulf Kansteiner’in deyimiyle “hafıza, üretilen ve tüketilen bir nesne” olacaktır ve bu iş için uzmanlaşmış insanlar halk için tüketilecek bir hafıza üreteceklerdir.

En basit örneğiyle; yaşanılan tarihi bir olayın kamuoyuna nasıl lanse edileceği, tarihi kitaplara geçiren ya da bunu kontrol eden kişiler tarafından belirlenir ve bu, tüm toplum içinde tartışılmaz bir gerçek olarak kabul edilir. Bu eylem, bireysel bir bilinçten çok kolektif bir süreç sonucu oluşur; sonucunda ise tüm Mustafa Kemaller kahraman, tüm Süleymanlar muhteşem, tüm De Gaulleler kurtarıcı ve tüm halklar cesur olmuş olur. Öyle olsunlar ya da olmasınlar bir süre sonra bu gerçekliğin önemi kalmaz. İsim ya da olay üzerine üretilen literatür, gerçekliğin yerine geçer. Bu andan sonra salt geçmişe referans verilecek bir nokta olması yeterlidir ve geçmişin inşası gelecekte başlamış olur.

Usce Kulesi
Eski devlet binası, Belgrad, Eren Can Altay, XXI Mimarlık Dergisi
Eski devlet binası
Yugoslavya Savunma Bakanlığı binası Fotoğraflar: Eren Can Altay

Geçmişe referans vermeyi olanaklı kılan olaylar, tarihsel düğümler yaratırlar. Bu düğümler de tarih yazmaktan çok (ki en sade anlamıyla tarihsel olarak önemlidirler) üzerine konuşulabilecek bir olay yaratırlar. Artık geleceğin insanları bu düğümü konuşacak ve onun etrafında birliklerini kuvvetlendirecektir. Burada, bahsedilen grubun muzaffer ya da mağlup olması önemli değildir. Ulus inşası aşamasında Türkiye’de Kurtuluş Savaşı zaferi ön plana konulurken, Arnavutluk’ta bu durum yerini Osmanlı’ya başkaldıran ancak mağlubiyetle sonuçlanan İskender Bey (Skenderbeu) direnişine bırakır. Önemli olan yaşanan olayların sonuçları değil fakat sadece yaşanmış olmalarıdır. Bu sayede üzerine konuşabilecek bir olay, tartışılacak bir konu, arzu ve çıkarlar doğrultusunda yönlendirilip destanlaştırılacak bir toplumsal hafıza yaratılmış olacaktır.

Bu tür düğümler bir kez gerçekleştikten sonra adlarına anıtlar, anılarına ritüeller ve müzeler ortaya çıkar. Literatürün, gerçeğin yerini alması bu aşamada görünürleşir çünkü anılan bu olaylar, tarafsız bir gerçekçilikten uzaklaşmaya başlamıştır. Kazanılan zaferler “kahramanca” kazanılır; yaralanan askerler “gazi”, ölenler ise “şehit” diye anılmaya başlar. Olayın mekanı kutsallaşır. Yeni gelen nesiller tarihi bu sıfatlarla öğrenmeye, söylem hafızayı (ve dolayısıyla mekanı) şekillendirmeye başlar.

Yaratılan bu söylemleri eleştirme, toplumsal bir bulut olarak bireyin üzerine çökmeye başladığından, her geçen gün daha da zorlaşır ve birer tabuya dönüşür. Ancak tam olarak olgunlaşmamış ve üretimin başında olan coğrafyalarda bu okumayı yapmak hem ilginç bir perspektif oluşturur hem de mekanın nasıl kullanıldığı ve ne anlama geldiği konusunda veriler oluşturur. Söylemlerle şekillendirilen bir literatürün yaratılmamış olması ya da yaratılmaya yeni başlanması, olaylara karşı daha net bir manzara oluşturabilir. Manzaradan ziyade, mekanda yeni başlayan değişimin okunması, söylemin ne yönde değişmeye başladığı konusunda bilgi verebilir.

Kurulum sürecinin devam ettiği bir coğrafya olarak Yugoslav coğrafyası da bu konunun ele alınması için çok uygun bir zaman-mekan yaratıyor. İç savaşın üzerinden çok fazla zaman geçmemesi ve derin bir sistem değişimi, mekanın farklı amaçlar için nasıl kullanıldığını açık bir şekilde göstermekte. Yaşananların görece yakın olması ve olayları yaşamış olan insanları hala hayatta olması, geçiş döneminin deşifre edilmesinde kilit bir rol oynuyor. Literatürden etkilenmek yerine kendi yaşadıkları ve anıları üzerine düşünen bu insanlar kendilerinden sonra gelecek nesillerden farklı bir yerde konumlanıyor. Yaşanılan dönem, insanları farklılaştırdığı gibi mekanları da farklılaştırır. İki dönemi görmüş insanlar gibi, iki dönemde de var olmuş ve anlamlandırılmış yapılar oluşmaya başlar. Değişim yeni olduğu için unutulmayan eski anlamlar üzerine yenileri bindirilir. Bu imge karmaşasının içinde aynı mekan iki farklı hafıza oluşturur. Şehirdeki belli bir nokta üzerindeki çift anlamlı kimlik yüklemesi, geçmişte yaratılmış (ve gelecekte yaratılacak) toplumsal imge bulutunu bir anlığına aralar. Bu aralık, yeni nesiller geldikçe tekrar kapanacak ve tarih yeniden kurgulanmış olacaktır. Yugoslav coğrafyası da tam olarak böyle bir aralanmanın zamanını yaşıyor. Birlik ve kardeşlik mottosu ile oluşturulan, etnik milliyetçilik karşıtı bir rejim ve onun söyleminden ona zıt olacak şekilde gelişen ulus devletler ve milliyetçi söylemlere geçiş dönemi, kendisini hem hafızada hem de mekanda göstermekte. Belgrad da bu değişimlerin ana unsurlarından biri ve hem toplumsal hafızayı etkiledi hem de ondan etkilendi.

Sosyalist dönemde başkent olarak tüm politik gücü ve merkezi kendinde toplayan şehir anıtları ve yapılarıyla şimdikinden çok farklı bir söyleme hizmet etmişti. Bu öneminin ardından iç savaşın yıkıcılığı ve Belgrad’ın bu dönemde oynadığı rol şehrin imgesinin değişimini başlattı: “Eski Yugoslavya’nın siyasi merkezi olan Belgrad, bu topraklardaki savaşlarla ilgili tüm yıkıcı kararlar ve olaylardan dolayı suçlu olarak görüldü. Ulusal düzeyde eski Yugoslavya’daki tüm olaylarla ilişkisi kuruldu.” (Mijatovic, 2014). Bu açıdan Belgrad değişimlerin okunabileceği en iyi şehirlerden biri olma özelliğini taşıyor. Hem sosyalist dönemde hem de yeni sistemde başkentlik yaptı ve manipülasyon için en çok kullanılan şehir oldu. Aynı binalara her dönem farklı anlamlar yüklendi ve yeni bir söylem oluşturuldu. Eski sistemde devleti referans veren yapılar yeni sistemde ilk saldırılan yapılardı. Ya yeni sisteme adapte edilerek yeni işlevler edindiler (genelde sosyalist yapıya ters düşecek şekilde) ya da bakımsız bırakılarak harap durumda kaldılar. Hiç dokunulmasalar bile değişen koşullar sonucunda bağlamlarından koparıldılar ve farklı bir gerçekliğe atıfta bulunur oldular.

Belgrad sokaklarında, eski düzeni açıkça gösteren binalar, kimi zaman harap bir şekilde karşınıza çıkar. Zamanlarının merkezi binaları, sokakların boş arsalarına dönüşmüştür. Sosyalist Yugoslavya’da iktidarı temsil eden yapılar, eski bakımlı günlerinden çok uzaktalar. Ancak önemli olan yapının hala varlığını sürdürmesi, hatta bunu bir devlet flamasıyla birlikte yapıyor olması. Özellikle yakın tarihte tanıklık ettiğimiz gibi, bir sembolün yıkılması değişimin ilk göstergesidir ve ikonlaştırılır; Bağdat’ta Saddam heykelinin yıkılması gibi. Ancak Belgrad’da durum daha farklı. Kapının üzerinde asılı bir flamayı kırmak çok daha basit bir işlemken, bu yapılmamış ve yeni düzenin Belgrad’ında varlığını koruyabilmiş. Tarih reddedilmemiş ancak farklı yorumlanır olmuş. Sosyalist döneme dair düşmanca bir yaklaşım ise yok. Öyle ki rehberime “Tito nasıldı?” sorusunu yönelttiğimde “Tito’yu bilmem ama onun zamanı güzeldi.” cevabını almıştım.1 Belki de bu yüzden geçmişin imgesi bir nostalji yaratmış ancak bunu yeni sistemde de göstermişti.

İç savaşta Sırbistan’ın Yugoslavya ismini kullanmaya devam etmesi, bu imge değişiminin başlamasına neden oldu. Eskisi gibi sosyalist ya da federal bir amaç gütmenin tam aksine, Sırp yayılmacılığının bir sembolü haline geldi. Sosyalist Yugoslavya’nın dağılma sürecinin başlangıcında Sırp tarafının iç dinamikleri domine etmesi ve sonrasında gelişen olaylar, milliyetçi bir devletin ilk tohumlarını ekti. Farklı iki düşünce aynı isimle vücut buldu ve farklı hafızalar üretti. 50 yıl öncesine kadar “kardeşlik ve birlik” sembolü olan Belgrad artık bir Sırp başkentiydi ve günümüz Sırbistan’ına nazaran daha parlak bir döneme atıfta bulunularak yeni iktidar meşru kılınmaya çalışılıyordu.

Şehirdeki bir diğer önemli değişim de şehrin sayılı yüksek yapılarından biri olan Usce Kulesi’nde gerçekleşti. Düşünce sistemindeki değişim bu sefer kendini yapıya yüklenen işlevde gösterdi ve mekana yine çifte anlam kazandırıldı. Usce Kulesi, Sosyalist dönemde Yugoslav Komunist Partisi’nin (League of Communists of Yugoslavia) ana binası olarak kullanılmasının yanında şehirde çok sembolik bir şekilde de kullanıldı. Tito’nun doğum günlerinde binanın ışıklarıyla adı yazılarak kutlamalar yapılırmış örneğin.2 Bu ritüel, binaya devlet binası olmasından ziyade, bir hafıza materyali olma özelliği de katıyor. Bugün bile bu ritüele tanıklık etmiş insanların bunu anmaları, kolektif bir hafızanın oluşturulmuş olduğunun bir göstergesi.

Öte yandan aynı yapı yeni düzende ticari amaçla kullanıma açıldı. İktidarı elinde bulunduran bir partinin ideolojik binası, bugün alışveriş merkezi ve restoran gibi işlevlerle donatılmış durumda. En büyük değişimi ekonomik anlamda gösteren ülke, sosyalizmin kapalı (her ne kadar Yugoslavya’da görece ılımlı bir şekilde uygulansa da) ekonomisinden liberal ekonomiye geçiş yaptı. Bunun sembolik karşılığı ise Usce Kulesi’nde kendini gösterdi; kontrollü ekonominin kontrol aygıtına ait olan yapı, şu anda tam tersi bir şekilde kullanılıyor ve şehirdeki görünebilirliği açısından değişimin, yenilginin ya da zaferin fiziksel bir bayrağı olarak merkezi yerini koruyor.

Söylemin mimariye dönüşüp kolektif hafızanın tasarımı şekillendirdiği ve mekana etkilediği en net örnek ise Yugoslavya Savunma Bakanlığı binasında görülebiliyor. Öyle ki yapı, tasarımından inşasına taş ve tuğladan çok daha ötesinde bir işleve sahip. Mekanın, Sosyalist Yugoslavya tarihinde gerçekleşen önemli bir olayın, toplumsal bir hafıza ve ortak bir bellek oluşturmak için sembolik bir yapıyla dönüştürülmesinin en açık örneği. İkinci Dünya Savaşı’nda, Tito’nun birliklerinin Neretva nehrinde aldıkları bir zafer üzerine, savaşın gerçekleştiği vadiyi sembolize etmek için “V” şeklinde inşa edilmiş, vadideki nehri sembolize etmek için ise bu “V” şeklinin ortasından araç yolu geçirilmiş. Başlı başına bir hafıza mekanı olan yapı, hafıza üretimini 1991 düğümünde de yitirmemiş ve NATO bombardımanı sonucunda yeni bir sembolizme ve söyleme konu edilmiş. Bu dönemden sonra binanın söylemi, Sırpların savaşta çektikleri çileleri göstermeye yoğunlaşmış. Bir mekan üzerinden farklı hafızalar türetilmiş.

Günümüzde bunun hatırlanması için yıkılmadan ya da renove edilmeden harap şekliyle korunmuş durumda. Hafızanın yapaylığı ve yaratılış aşamasının daha net okunabilmesi açısından şehirde karşılaştığım insanların anıları, belki de hafıza üretimi aşamasında konan ilk taşlardan birini gösteriyor. Bir askerin dediğine göre bombardıman sırasında Sırp askerlerine gelen emir, silahların menzilleri uçaklara ulaşamasa da ateş açma yönündeydi; bu eylem sonucunda ulaşılmak istenen ise Sırp askerlerinin halk gözünde sonuna kadar savaştıklarıydı ki askerler dışında silahların menzilinin de esasında yetmediği bilinmiyordu.3

Sırbistan’da hafızaya yönelik yaklaşımlar ve etkiler, iktidar bazında meşruluk elde etme amacıyla ve yeni bir kimlik oluşturmak için tekrar üretilmekte (her coğrafyada olduğu gibi). Büyük Sırbistan hayalleri kurulurken hafıza daha farklı bir açıdan üretiliyordu oysa şimdi birleştirici güç, travma üzerinde şekilleniyor ve kolektif hafıza, kolektif acı şeklinde kendini gösteriyor. Aynı gruba mensup bireyler yine aynı grubu oluşturmak için farklı unsurlar çevresinde yeniden toplanmaya başlıyor. Doğruları ve yanlışları tekrar tanımlanırken tarihleri kendini değiştirmeye başlıyor. Zamanında öğrendikleri şeyler geçerliliklerini kaybederken yerlerini yeni sistemi besleyecek öğretiler alıyor. Yugoslav tarihi, yerini Sırp tarihine bırakıyor ve aynı coğrafyayı tanımlayan öğretiler farklı gerçekliklerden bahsediyor. Gelecek ise ulusal ilerleyiş olarak betimleniyor ve Sırp kimliğini yüceltmeye yönelik bir hal alıyor. Geçmiş güçlü günleri (romantize edilerek) arayan ve buna etnik kimlik gömleği giydirmek isteyen bir anlayış, vaadedilmiş toprakları ararcasına kendi mitlerini, tarihlerini ve dünyalarını yaratıyor (doğru olsun ya da olmasın). Tüm bu değişim ve dönüşüm ise iktidarlarının nesneleştiği şehirlerde, fiziksel imgelere dönüşerek mekanın gücünde ve etkisinde görünür hale geliyor.

NOTLAR
1 2016’da Post-Yugoslav ülkelerine yaptığım bir gezide Saraybosna’daki rehberimle yaptığım bir konuşmadan.
2 Aynı gezinin Belgrad ayağında, katıldığım bir turun rehberi tarafından anlatılan anı.
3 Yine aynı gezide rastladığım biri tarafından anlatılan, anonim bir hatıra.

KAYNAKÇA

  • Bourdieu, P. (1991). Language and Symbolic Power. Polity Press.
  • Reksc, M. (2016). Post–Yugoslav Collective Memory: Between National and Transnational Myths. Polish Political Science Yearbook, 45, 73-84.
  • Zakosek, N. (2008). The Heavy Burden of History: Political Uses of the Past in the Yugoslav Successor States. Politicka Misao: Casopis Za Politologiju, 44(5), 29-43.
  • Kansteiner, W. (2002). Finding Meaning in Memory: A Methodological Critique of Collective Memory Studies. History and Theory, 41(2), 179-197.
  • Mijatovic, L. R. (2014). Imagining and Remembering City: Memory, Space and Symbolism of Belgrade, Culture, (6), 97-106. ^

Etiketler:

İlgili İçerikler: