Görünürlük Kazanan İçerikler
Lom Creative kitap, kitap kapağı, afiş, sanat kataloğu, tipografi ve dergi kapağı tasarımı gibi işler üreten çok yönlü bir ekip. Son yıllarda Can Yayınları'nın kapak değişik süreciyle aşina olduğumuz Lom Creative'i ekipten Utku Lomlu, Seda Yüksek ve Caner Çokbulan ile konuştuk.
Dirim Dinçer: Tasarımlarınızla Kafka’nın Dönüşüm kitabını yeni kapağıyla rafta gördüğümde karşılaşmıştım. Ardından bir mimarlık etkinliği afişinize rastladım ve tanıdıklaşan, kendinize has bir tasarım diliniz olduğunu düşündüm. Bu dili kurmak için belli ilkeleriniz var mı, neyi önemsiyorsunuz?
Utku Lomlu: Yaptığımız işi problem çözmek olarak görüyoruz. İşin beraberinde getirdiği problem nasıl bir çözüm gerektiriyorsa fikri de ona göre temellendiriyoruz. Bunun sonucunda kimi zaman tipografik kimi zaman da illüstratif işler ortaya çıkıyor. Farklı problemlere farklı çözümler geliştirsek de kendimize has bir tasarım dili oluşmasında en önemli etmen sanırım yaptığımız işten keyif alıyor oluşumuz. Çalıştığımız markaları ve onlar için ürettiklerimizi sahipleniyoruz. Sonucunda da ayrı bir hassasiyet ve özenle yapılmış, emek harcanmış işler ortaya çıkıyor.
DD: Tasarım süreci nasıl işliyor? Bir proje tanımı alıyorsunuz mutlaka ama kararları nasıl veriyorsunuz? Hem kompozisyonu kurmak, bir kapakta ne göstereceğine karar vermek hem de bir ekip olarak üretim sürecini yürütmek anlamında soruyorum.
UL: Kitap kapağı için konuşursak; aylık yayın toplantılarında, düzenli olarak editörlerden o ayın kitaplarıyla ilgili özet alıyoruz ve bu doğrultuda çalışmaya başlıyoruz. Gelen özet, kimi zaman yeterli olmayabiliyor, kendimiz de araştırıyoruz. İlk defa kapağını yapacağımız tanımadığımız bir yazarsa, araştırmaya buradan başlıyoruz. Yazarın yaşamı, edebi kimliği, eseleri hakkında fikir sahibi oluyoruz. Dünya genelinde yapılmış kapaklarına bakıyoruz, kendimize göre eleştirilerde bulunuyoruz. Yazarın kimliği dışında, kitabın kendisi ya da zaten yeterince çarpıcı konulmuş kitap adı da bir fikir verebiliyor, çıkış noktası olabiliyor. Edindiğimiz tüm bilgileri harmanladıktan sonra uygun bir görsel çözüme karar vermemiz gerekiyor. İşin içine böyle girildiğinde, sonrası çorap söküğü gibi geliyor.
Seda Yüksel: Fikir anlamında oturtuyoruz en başında. Afiş yaparken de aynı şekilde. İçerik ve tipografinin nasıl yerleşeceği gibi tüm meselelerde fikrin karşılığını bulmak, küçük detaylarla başlıyor tüm işlerde.
UL: Genellikle toplantılara ben gidiyorum, sonra oturup ekip olarak konuşuyoruz. Ayda 18 kapak yapıyoruz; bazıları dizi formatında olduğu ve tasarımları yazar bazında oturduğu için nispeten daha az vaktimizi alıyor. Yeni kitaplar yeni bir heyecan oluyor; araştırma sürecinin sonucunda gidiş yolunu belirliyor, taslak çalışmalar hazırlıyoruz. Bunları yayınevine ya da kimi zaman doğrudan yazara gönderiyoruz. Herhangi bir düzeltme talebi olursa, mümkün olduğunca değerlendiriyoruz. Son onayı aldıktan sonra da kapak arkasını hazırlayıp yayınevine gönderiyoruz.
Bazı işlerle akıl almaz sürelerde uğraşıyoruz. Sevdiğimiz bir kitapsa, ortaya keyifli bir iş çıkartacağımıza inanıyorsak günlerce üzerinde çalışıyoruz. Gabriel Garcia Marquez’in Doğu Avtrupa’da Yolculuk kitabının kapağındaki ufacık bir kulübe mesela, saatlerce uğraşmışızdır açısıyla, boyutuyla. Hepsinin ayrı ayrı hikayesi var aslında ve biten her kapağın ardından bambaşka, yeni bir hikaye başlıyor.
DD: Son zamanlarda en çok muhatap olduğunuz konu Can Yayınları’nın kapak değişimi. Çok riskli olmuş olsa gerek çünkü çok tanıdık bir imge var karşımızda ve onu değiştirmek, daha da görünür kılmak demek eleştiriye daha da açıyor işi. Yapılarda da var bu, bilindik bir yapıya yaptığınız eklentiler de benzer süreçler yaşıyor. Süreç nasıl işledi?
UL: O süreç, burası açılmadan önce başladı aslında. Everest Yayınları’nda kitap kapağı tasarlarken Can’dan böyle bir teklif geldi. Başlangıçta, olabileceklerin çok farkında değildim. Evet, eleştirilerin geleceğini düşünüyordum elbette. Beyaz kapakların okur için çok özel bir yeri olduğunu biliyordum. Sonuçta ben dahil birçoğumuzun çocukluğu, geçmişi demekti o kapaklar. Ayrıca beyaz kapak iyi edebiyat ile de özdeşleşmişti okurun gözünde. Beyaz kapakların kitaplıklarda, yan yana dizilmesi bile önemli bir şeydi. Alışkanlıkları değiştirmek ne kadar zorsa böylesine güçlü bir imgeyi değiştirip dönüştürmek de o kadar zordu.
Dediğim gibi eleştiri geleceğini biliyordum ama dozunu ve nereye kadar süreceğini kestiremiyordum. İki-üç aylık bir çalışmanın ardından yeni kapaklar için bir tanıtım gecesi yapıldı… O gün daha iyi anladım ne yaptığımı. Sosyal medyadan yanıt gecikmedi. Duygusal tepkilerin yanı sıra olumlu tepkiler de oldu tabi ve bir süre bunun tartışması sürdü gitti. İnsan bu gibi durumlarda olumlu olanları değil, olumsuz yorumları görüp dert ediyor. En azından benim için böyle oldu. Bir noktada her yaptığımı sorgulamaya başladım.
Şu da var, Everest’in kapak tasarımlarını dokuz yıl boyunca yapmıştım ve oradaki okur kitlesini tanıyordum. Burada, onu da bilmemenin verdiği bir tedirginlik vardı. Bu tedirginlik hali nedeniyle rahat değildim, yapmak istediklerimi bir süre yapamadım esasen. Fakat zamanla duygusal tepkilerle baş etmeye alıştım. Bunda değişim sürecinin başlamasından 8-10 ay sonrasına denk gelen Grafik Tasarımcılar Meslek Kuruluşu’nun her sene verdiği tasarım ödüllerinde, tasarladığım dört kapağın birden ödül alması çok etkili oldu. “Tamam, artık kendi yoluma devam etmem gerekiyor.” dedim.
SY: Biz sürece sonradan dahil olduk ve başlangıçta, bir okuyucu olarak, “niye değişiyor” furyasına ben de katılmıştım açıkçası. Tasarımcı gözüyle baktığımda ise çok iyi olduğunu düşündüm çünkü içerikle kapak ilişki kurmaya başlamıştı. İşin dışından bakanlar için hayal kırıklığı olabilir ama mesleki anlamda birçok insanın hoşuna gitti bu değişim. Değişikliğe bu kadar kolay alışılamayan bir ülkede bence yine de çabuk alıştı insanlar.
Caner Çokbulan: Tabi biz o sürece dışarıdan baktığımız için çabuk diyoruz, Utku için pek öyle değildir sanıyorum.
SY: Gün geçtikçe beğenen insan sayısı da artıyor. Kapak, sürekli gördüğün bir imge ve aynı şeyin dışına çıktığında gözün, içinden iyisini seçmeye başlıyor. Bu toplum için de iyi. Göz önündeki imgeler yoluyla gözün gelişmesi, bir şeylerin farkına varabilmek, görebilmek, her şeyin birbirinin aynısı olmaması, farklılaşması... Ben de sürece dahil olduğumdan beri çok zevk alıyorum.
DD: Koleksiyona katma durumları da var sanırım, zaten elinde var olan kitapları bir de bu kapakla da alayım diyen olmuştur.
UL: Aynen, evinde aynı kitap eski kapakla var ama yeni kapağı beğenip “bunu da alayım” diyen okur bence azımsanmayacak kadar var. Bu biraz da yaşadığımız dönem itibariyle kitabın artık bir tasarım nesnesine dönüşmesiyle ilgili bir durum. Okumanın dışında, kitap fotoğrafı çekilip paylaşılan ya da salt kapağı nedeniyle koleksiyon yapma arzusu doğuran bir nesne formunda artık.
DD: Kapak ve içerik ilişkisinin kurulmaya başlaması, değişimin en önemli ürünü sanırım. Bir tasarımcı olarak da bunu istiyorsun. Gabriel Garcia Marquez’in Doğu Avrupa’da Yolculuk kitabını okurken dönüp dönüp baktım kapağa mesela. O düşünülmüş kompozisyondan iz, ipucu da arıyor insan.
UL: Can ile kapakların değişimini konuşmak üzere ilk bir araya geldiğimizde, az çok ikimiz de benzer şeyler düşünüyorduk. Can Yayınları bu şekliyle devam ederse saygın fakat yeni yazarları ve genç okurları yakalamaktan gittikçe uzaklaşan bir yayınevi kimliğine bürünecekti. Bunun yanı sıra kitapların hepsini yayınevi kimliği dahilinde tek tip bir şablon kapakla okura sunmak, yazara ve metne haksızlıktı. Farklı dillerde, birbirinden çok farklı anlatımları olan yazarlara “Yayınevi olarak her şeyden önce benim kimliğim gelir” demek yazarı ve metni geri plana atarak kapağı içeriğinden koparmak demekti. Yayınevi bu kadar ön plana çıkmamalı, okuyucuya kendini değil, kitabı sunmalıydı. Kaldı ki bizim şu an yaptığımız yazar odaklı tasarım bile kimi zaman sorunlu geliyor bana. Aynı yazarın farklı türde kitapları olabiliyor, bir yaptığınız diğerine uymayabiliyor mesela. Yazarlar açısından bakıldığında, onlar da kendi kimliğiyle, yazdığı eserle var olmak istiyor kapakta, bu durum günümüzde yazarın yayınevi tercihini bile etkileyebiliyor. Değişimin sonucunda geldiğimiz noktada yazarı ve kitabı rafta daha da görünür kılan, genç ve dinamik bir Can Yayınları var karşımızda.
DD: Yeni yazar girişinde artış oldu mu değişimden sonra?
UL: Evet, oldu. Son yıllarda bilinen birçok yazar Can Yayınları’na geçti.
SY: Her yazarın kendine göre bir anlatım biçimi var, kişisel bir duruşu var ve buna uygun olarak, karakterine, yazdıklarına uygun bir kapağı da olması gerekiyor. Yazar da, okur da bunun böyle olmasını istiyor. Ayrıca tektip olduğunda, o aynılık içinde seçim yapmak da zor. İçerikle görselin birleşmesi, hayal gücünü tetikliyor. Gördüğün herhangi bir şeyden yola çıkarak okumaya başlıyorsun ve bu sana şevk veriyor.
UL: Beyaz kapaklar dönemin koşulları içerisinde hızlı, ucuz üretim için iyi bir çözümdü. O dönemde bilgisayarlar bu kadar yaygın, teknoloji bu seviyede değildi: Şablonun üzerine, montajda yazıyı yapıştırıp, ortaya da telifsiz bir görseli yerleştirmek dönemin şartları içinde evet, pratik bir çözümdü. Bunu bugün devam ettirmek ise çok anlamlı değil. Dediğim gibi, belli bir yaş üstü için bir imgeden bahsediyoruz ama bunun yeni kuşakta bir karşılığı yok. Onlar daha renkli, görselliğin daha hakim olduğu bir dünyada büyüdüler. Çok eleştirildi mesela, Hayvan Çiftliği. İlk yaptığımda “Pembe kapak mı olur!” dendi, rengine takıldılar. Ben de “Neden olmasın?” dedim. Ya da kitabı okumuş, politik içeriğinin bilincinde olan bir nesil, “Şeker kutusu gibi olmuş!” dedi. Ama sonuçta şöyle bir etkisi oldu, hayatında belki de hiç Hayvan Çiftliği okumayacak olan çocukların, gençlerin ilgisini çekti. Kapakların değiştiği ilk sene en çok satan kitaplardan biri oldu. O kadar sevdiler ki, Instagram’da Hayvan Çiftliği'nin yer aldığı kompozisyonlarla fotoğraflar çekip paylaştılar. Yani bu açıdan bakınca, o yaşta bu kitabı okuyan çocuğun hayata bakışı, olayları kavrayışı değişir. Belki de bir nesli etkileyecek bir değişim, bilemiyorum. Tabi şu da var ki pembeden rahatsız olan okuru da ötelememek gerekiyor. Belki ilerleyen zamanlarda yeni baskılardan birinde renk tonuyla biraz oynayabiliriz.
DD: Yeni baskılarda değişiklikler yapıyorsunuz yani kapaklara?
UL: Bu zamana kadar hiç yapmamıştık. Bu ay ilk kez Erendiz Atasü’nün bundan sonraki kitapları için bir değişikliğe gidiyoruz. Öncesinde basılan kitapları için modern bir tasarım yapmıştık, “Benim okurum daha klasik, bunları değiştirelim” dedi. Eskiler kalıyor, yeniler değişiyor.
DD: Hayvan Çiftliği örneğinden hareketle soruyorum; okuyucu kitlesine göre değişen, iki farklı tasarım gibi denemeler olacak mı?
UL: Değişim sürecine ilk başladığımızda bunu konuştuk. Yurtdışında Penguin Yayınları yapıyor bunu mesela, belli aralıklarla değiştiriyor kapak tasarımını ama en sevileni, artık klasikleşmiş olanı da tutuyor. Biz de kült kitapların kapak tasarımlarını üç-beş senede bir değiştirelim dedik. Kimisinin özel baskıları da olsun istiyoruz. Süreç içerisinde göreceğiz, henüz bu aşamaya gelmedik.
DD: Can Yayınları’ndan başka kimlerle çalışıyorsunuz, işlerinizi nerelerde görebiliyoruz? UL: Lom Creative butik bir ajans, bir tasarım ofisi. Kitap kapağı dışında da birçok iş üretiyor, çeşitli markalara düzenli olarak tasarım ve reklam hizmeti veriyoruz. Can Yayınları dışında yoğun olarak Yapı Endüstri Merkezi ile çalışıyoruz. Bu yüzden yapı sektörüne uzak değiliz. Şişecam, Seranit, Guardian, Ytong gibi firmalar için çeşitli işler ürettik. İhracatçılar Birliği’nin her sene düzenlediği seramik yarışmasının markalaşma çalışmasını ve kurumsal kimlik tasarımını gerçekleştirdik. Kurumsal yayınlar ya da sanatçı kitapları hazırladığımız da oluyor. En son, Venedik Bienali için Hera Büyüktaşçıyan’ın Ayp, Pen, Kim kitabının tasarımını yaptık mesela.
Kitap kapağı en çok görünen yüzümüz fakat kurulduğumuz üç sene içerisinde kitap kapağı dışında afiş tasarımı, sanatsal katalog tasarımı, tipografi, dergi kapağı tasarımı ve kitap tasarımı kategorilerinde de ulusal ve uluslararası alanda birçok ödül aldık.
İlgili İçerikler:
-
Salt'ın 2024 Sonbahar Programları Başlıyor
-
“Ankara'da İz Bırakan Mimarlar: Kadri Erkman” Kitabı Yayınlandı
-
Dünyanın Kronoplanı
2021 Temmuzunun başlarıydı; BTF’nin (ESOGÜ Mimarlık Bölümü'nün yıllardır süregelen mümbit öğrenci etkinliği Bademlik Tasarım Festivali’nin) davetine nihayet icabet ederek atölye açmayı kabul etmiştim.
-
Anadolu’nun İmarında Yarışmalar: 1930 - 1990 Kitabı Yayınlandı
-
“YILLIK: Annual of Istanbul Studies” İstanbul Odaklı Özgün Yazıları Bekliyor
-
Mimarlar Odası Tarihinden Portreler: Refael Avidor
-
İstanbul Araştırmaları Enstitüsü’nden Yeni Yayın: “Discovering Byzantium in Istanbul"
-
Delta: Suya Yazılmış Bir Proje?
Çalıştığım okulda, Giorgio Manganelli’nin küçük ama patlayıcı eserini, Centuria’yı hiç anmadan Delta adıyla bir öneri getirmeye karar verdiğimde, miladi Eylül 2022’yi gösteriyordu, Centuria İtalya’da çıkalı kırk üç, Türkiye’de yayınlanalı yirmi yıl olmuştu.