Her Şey Zaten Tasarlandı (mı?)

GÜLŞAH GÜLEÇ

Gülşah Güleç, tüketim alışkanlıkları, politik gerçeklikler ve gündelik yaşamla iç içe geçmiş tasarım alanındaki güncel tartışmaları ele alan Otto Von Busch’un “Tasarlanacak Ne Kaldı?” kitabını ve bahsi geçen tasarım kavramlarını kaleme aldı.

Bu yazı, Otto von Busch’un XXI Mimarlık, Tasarım ve Mekan dergisinde yayımlanmış yazılarının derlendiği “Tasarlanacak Ne Kaldı? Sosyal Tasarım Üzerine Acil Sorular”1 isimli kitapta yer alan, sosyal tasarım, eleştirel tasarım, sürdürülebilir tasarım, provotip tasarım, eşitlikçi tasarım, orijinal tasarım, açık tasarım gibi birçok tasarım alanını ilgilendiren güncel tartışmaları, özellikle mimarlık alanı ile ilişkilendirerek ele alıyor. Von Busch yazılarında, farklı tasarım alanlarının tüketim çılgınlığı ve ego tatmini gibi durumlara bağlı olarak açıkladığı olumsuzluklara nasıl direnebileceğini tartışıyor. Bir tasarım işi olmasının yanı sıra ticari bir iş de olan mimarlık, bu tartışmaların her daim gündemde olduğu bir alan.

SOSYAL TASARIM
Von Busch, tasarım genellikle bir sorun çözme eylemi olarak görüldüğü için tüm tasarımların aslında sosyal tasarım olduğunu savunuyor. Sosyal tasarım, sorun çözmeyi ve dünyayı daha iyi bir yer haline getirmeyi hedefler. Bu nedenle sosyal tasarımın dış görünüşünden çok kullanıcısıyla olan ilişkisi önemlidir. Ancak Von Busch’a göre, bugün etrafımızı sarmış olan akıllı tasarımların birçoğu sosyal tasarım anlayışıyla üretilir; bu tasarımların, dayanılmaz bir cazibeye (!) sahip olduğu iddia edilen dış görünüşleri ön plana çıkarılır.

Buna bağlı olarak, birçok tasarım alanında olduğu gibi, mimari tasarımda da orijinallik genellikle görünüşe indirgenir. Oysa Von Busch’un da işaret ettiği üzere, orijinallik tasarımın sosyal yönünü geliştirmek olarak anlaşılmalı. Gerçekten de bize tasarlanacak bir şeyin kalmadığını düşündürecek kadar çok sayıda ve çok çeşitli tasarım ürünleriyle dolu bir dünyada yaşıyoruz. Bu artık, Baudrillard’ın deyişiyle, estetiğe doymuş bir dünya (Baudrillard, Nouvel, 2011). O nedenle dikkatimizi ürünlerin kendisinden çok hem ürünler ve kullanıcılar arasındaki hem de ürünlerin kendi arasındaki ilişkileri tasarlamaya yönlendirmeliyiz.

lg g flex 2 eğri akıllı telefon
lg oled eğri akıllı televizyon
walt disney konser salonu, frank gehry, 2003
friedrichstrasse gökdelen projesi, mies van der rohe, berlin, 1921
alessi çay ve kahve takımı, unstudio, 2003
azınlık raporu, steven speilberg, 2002
benzer ikonik sandalye tasarımları, benzer ikonik bina tasarımları
instant city, archigram
instant city, archigram, 1969

Yine de bunun, kesinlikle ürünün kendisini tasarlamaktan daha zorlu bir iş olduğunu kabul etmek gerekir çünkü bugün tasarım, dijital araçlar sayesinde neredeyse kendiliğinden gelişen bir sürecin sonunda üretilebilir. Von Busch da artık tasarımcılara gerek duyulmayacağı bir dünya için tasarlamak gerektiğinden bahseder. Ancak burada tasarım sürecinin bilgisayar yazılımlarının kontrolünde ilerlemesi gerektiğini değil, kullanıcıların tasarım sürecine etkin bir biçimde dahil olması gerektiğini kasteder. Sosyal tasarım anlayışı bunu gerektirir. Bu anlayış, tasarımcıları disiplinlerarası araştırmalar yapmaya yönlendirir; örneğin bir mimar, bir sosyolog, teknolog ya da psikolog gibi çalışabilir. Bu sayede yeni eleştirel tasarım yöntemleri geliştirilir.

ELEŞTİREL TASARIM
Von Busch, eleştirel tasarımı Dunne ve Raby’nin açtığı tartışmadan hareketle ele alır.2 Bu tartışmada “eleştirel tasarım”ın (critical design) statükoyu sorguladığı; tam zıttı olarak değerlendirilen “olumlayıcı tasarım”ın (affirmative design) ise onu güçlendirdiği ortaya koyulur. Ancak Von Busch’a göre, “Olumlayıcı tasarım alçak gönüllü, basit ve iddiasız olsa da öneriler sunar. Küçük detaylara karşı özenlidir ve tamamen yeni bir şey inşa etmeyeceğinizi fakat eskiyi geliştireceğinizi ya da yeniden tasarlayacağınızı kabul eder… Olumlayıcı tasarım, eleştirel yolda dikkatlice yürür.”3 Diğer yandan eleştirel bir tasarım yapmanın mümkün olup olmadığı çok tartışılmıştır. Von Busch, eleştirinin genellikle teoriyle sınırlandırıldığına; eleştirel tasarımın pratikte bir temsiliyet sorununun olduğuna değinir. Bu sorunun, tasarımda deneyselliği ve bilimselliği bir araya getiren yeni bir eleştirellik anlayışıyla aşılabileceğini belirtir.

Mimari tasarımda eleştirellik, gerçek anlamda, ilk kez modern dönemde geliştirildi. Örneğin modern mimarlığın öncülerinden olan Mies’in tasarımları, karşıt (oppotional) ve dirençli (resistant) olmasının yanı sıra eleştirel (critical) olarak da tanımlanır. Böylece eleştirinin yalnızca teorisyenlerin işi olmadığı, disiplinlerarası bir alanda araştırmalar ve çalışmalar yapan tasarımcıların da işi olduğu ortaya koyulur (Hays, 1984). Eleştirellik, tasarımda yeni olasılıklar üzerinde düşünmeyi sağlar. Bu nedenle eleştirellik ve yenilik birbiriyle yakından ilişkilidir. Eleştiri, modern mimarlıkta olduğu gibi, hem tasarımda yeniliğin ortaya çıkmasını hem de tasarımın meşruiyet kazanmasını sağlayacak kadar etkili olabilir.

SÜRDÜRÜLEBİLİR TASARIM
Bugün birçok tasarım alanında popüler hale gelen sürdürülebilirlik, genellikle enerji etkin tasarım anlayışıyla örtüştürülür. Ancak sürdürülebilirliğin tasarımda neden olduğu yenilik, yalnızca enerji etkinliğiyle sınırlı değildir. Sürdürülebilir tasarım, Von Busch’un da değindiği üzere, zamana, yere ve kişiye özgü tasarım yapmayı gerektirir. Bu sayede yenilikçi tasarımlar ortaya çıkabilir; tasarımların zamanı, yeri ve kullanıcısı açısından sürdürülebilir olması sağlanabilir.

Bilimde genellikle buluş (invention), keşif (discovery), ilerleme (progression) gibi kavramlarla ifade edilen yenilik, tasarımda değişiklik (variation), gelişmişlik (development), farklılık (difference) gibi kavramlarla ifade edilir. Tasarımda günlük yaşam koşullarının değişmesiyle birlikte yenilik yaşanır ya da tasarımda ortaya koyulan bir yenilik, günlük yaşam koşullarının değişmesini sağlar. Bununla birlikte söz konusu değişimde esasın geçicilik olması, mimarlık gibi kalıcılık esasına dayalı olan tasarım alanları için bir paradoksa yol açar.

Ancak mimarlık alanında da, tıpkı moda alanında olduğu gibi, beğeniye dayalı bir tüketimin olduğu açıkça görülür; dolayısıyla mimari tasarım için de geçicilikten söz edilebilir. Kişisel, hatta toplumsal beğeniler zamanla değiştiği için mimarlık, bu değişime ayak uydurmak durumunda kalır. Son yıllarda Türk mimarlığında görülen Selçuklu-Osmanlı modası, bu durumu örnekler. Diğer yandan sürdürülebilirlik, geçmişe özgü tasarlama biçimlerinin bağlamından koparılıp zaman ve yer aşırı hale getirilerek tekrarlanması demek değildir.

Yalnızca mimarlıkta değil birçok tasarım alanında olduğu görülen biçimci bakış açısı, belki de, tarihyazımına bağlı olarak ortaya çıkmaz. Von Busch, tasarım tarihi yazımında genellikle biçimlere ve biçimlerin evrimine odaklanıldığına işaret eder. Oysa geçmişten asıl öğrenilmesi gereken şey, biçimlerin hangi sosyolojik, politik, ekonomik, teknolojik, psikolojik vb. koşullar altında tasarlandığı olmalıdır. Sürdürülebilir bir tasarım ortaya koymak için öncelikle söz konusu bağlamsal koşulların ve bu koşulların kullanıcılar üzerindeki dönüştürücü etkilerinin bilinmesini gerekir.

PROVOTİP TASARIM
Geçmişin ve bugünün koşullarının aksine geleceğin yaşam koşulları tam olarak bilinemez. Yine de tasarımcılar, geleceğin neye benzeyeceği üzerine çeşitli öngörülerde bulunur. Bu öngörülerin temelinde spekülasyon olduğu söylenebilir. Bununla birlikte Von Busch, tasarımın geleceğinin provokasyonda olduğuna işaret eder. Von Busch’a göre, prototip değil geleceği provoke ederek provotip tasarlamamız gerekir. “Provotip”, Mogensen’in provokasyon ve prototip kelimelerini birleştirerek geliştirdiği bir kavramdır.4 Provotip, gelecekteki olasılıklara bağlı olarak tasarlandığı için yeniliğe açıktır.

Ancak Von Busch, prototipi dünyanın küreselleşerek aynılaşmasına yol açtığı gerekçesiyle eleştirir. Von Busch’a göre dünyanın farklı yerlerinde aynı biçimde tasarlanarak inşa edilen alışveriş merkezleri, prototipik üretimi örnekler. Diğer yandan, belki de, tasarım dünyasının içinde bulunduğu en büyük paradoks şudur: Aynılaşma, bugün hızla ve kolaylıkla sanal paylaşımlar yapılabilmesini sağlayan bilgi iletişim teknolojisinin göz ardı edilemeyecek olan katkısıyla, kaçınılmaz bir durum haline gelmiştir. Buna rağmen farklılaşma, daha önce hiç olmadığı kadar tasarımın gündeminde yer almaktadır.

EŞİTLİKÇİ TASARIM
Von Busch yazılarında, eşitlikçi tasarım kavramını kullanmamakla beraber tasarımın sosyal açıdan üstlendiği ya da üstlenmesi gerektiği eşitlikçilikten söz eder. Ancak Von Busch’a göre tasarım aksine, toplumsal eşitsizliğin sürmesine, hatta güçlenmesine yol açar. Söz konusu eşitsizliği işleve bağlı olarak açıklayan Von Busch; “İşlevi izlerseniz, gücün aldığı biçimi de görürsünüz.”51 der. Böylece tasarımda ekonomik, politik, teknolojik gibi birbiriyle iç içe geçmiş olan güçlerin, işlevi yeniden biçimlendirdiğine işaret eder. Dolayısıyla işlevin, pazar değeri edindiği anlaşılır. Biçimin kendisi gibi maddileşmiştir.

Bununla birlikte Von Busch’un toplumsal eşitsizliğe yol açtığı gerekçesiyle eleştirdiği işlev, tasarımda gerçek anlamda farklılık yaratma potansiyeline sahiptir. Modern mimarlığın “Biçim, işlevi izler.” öğretisiyle biçim ve işlev arasında tasarlanmış olan tek yönlü ilişki, hem biçimin işlevi hem de işlevin biçimi izleyerek farklılaştığı çift yönlü bir ilişki olarak yeniden ele alınabilir. Böylece endüstriyel ürün tasarımından mimari tasarıma kadar, farklı ölçeklerde de olsa, biçimin biçimi izlediği birçok tasarım alanında hem biçimsel hem de işlevsel farklılıklar yaratılabilir (Tschumi, 1996). Bu sayede biçim ve işlev, pazar değerinden çok tasarım değeri üzerinden tartışılmaya, güç alanlarının baskıcı ve dayatmacı etkisinden kurtularak özgürleşmeye başlar.

ORİJİNAL TASARIM
Sanatta olduğu gibi tasarımda da orijinallik arayışı olduğu bilinir. Orijinallik, ölçülebilecek bir değer değildir, ancak bir tasarımın orijinal olup olmadığı üzerine çeşitli ve bazen de çelişkili değerlendirmeler yapılabilir. Bu değerlendirmeler, çoğu zaman tasarımın sanatsal değeri üzerinden yapılır. Sanatta orijinalliğe genellikle taklit yöntemiyle ulaşılır. Taklit, doğal bir eğilimdir ve öğrenmenin birinci koşulu olarak görülür. Ancak tasarım söz konusu olduğunda taklit, genellikle olumsuz eleştirilere maruz kalır. Daha önce tasarlanmış bir şeyi taklit eden bir başka şey, orijinal bir tasarım olarak değerlendirilmez. Orijinallik (originality) payesi, genellikle bir kökenin (origin) devamında ortaya çıkmış olana değil kendisi bir köken oluşturana, diğer bir deyişle başka hiçbir şeye benzemeyen şeylere verilir.6

Bu durumda mimarlıkta, yalnızca arketip yani kök örnek olarak tanımlanabilecek olan tasarımlar orijinal olarak değerlendirilebilir. Ancak böyle indirgemeci bir değerlendirme anlayışı ile mimari tasarımda taklit, kopya ya da yeniden üretim gibi yöntemler aracılığıyla ortaya koyulabilecek olan yenilikler göz ardı edilmiş olur. Oysa bu yöntemler sayesinde ilgi çekici ve yenilikçi üretimler yapılır. Von Busch’un da dediği gibi, “Büyük olmaya ya da ilk radikal avangart olmaya gerek yok, belki de derriére-garde (artçı kuvvet) olmanın onurunu taşımak gerekiyor.”7

AÇIK TASARIM
Von Busch, açık tasarım tartışmasını kullanıcı katılımlı tasarım ve kullanıcı odaklı tasarım gibi kavramlarla ele alır. Açık tasarım, kullanıcının tasarım sürecine etkin bir biçimde dahil olmasını ifade eder. Bunun için tasarımcılar, disiplinlerarası araştırmalar yaparak kullanıcıların gereksinimlerini belirlemeye çalışır. Diğer yandan mimarlık alanında son dönemde üretilen, içerisinde kayak pistleri ve Venedik’tekilere benzer su kanalları olan lüks konut projelerine bakınca, söz konusu araştırmaların gerçek kullanıcı gereksinimlerini ne kadar yansıttığı tartışılabilir. Konut tasarımına artı değer katmak üzere yapılan bu projelerin birçoğu, arz ve talep söylemleriyle açıklanamaz. Tam da bu noktada Von Busch’un, “Kullanıcılarımızı daha fazla dikkate aldığımız ve en nihayetinde ‘kullanılanlara’ dönüşmedikleri süreçler nasıl yaratılabilir?” sorusu üzerine yeniden düşünmek gerekir.8

Von Busch, yeni bir bakış açısı geliştirmenin, bilimde olduğu gibi, tasarımda da devrim yaratabileceğini belirtmiştir. Bilimde devrim niteliğinde bir yenilik yapmanın yolu, yeni sorular sormaktan, deneyler yapmaktan, detayları keşfetmekten ve insanı yeniden konumlandırmaktan geçer. Tasarımda da benzer bir devrim yaşandığını savunan Von Busch, bu devrimi egosantrik bakış açısının değişmesine bağlı olarak açıklar. Von Busch, tasarımcıların egoları yerine kullanıcıların gereksinimlerinin yönlendirici ve belirleyici olduğu tasarımların gerçekçi olabileceğine işaret eder. Kullanıcı odaklı tasarım anlayışı sayesinde biri için tasarlamaktansa onunla birlikte tasarlamak fikri ortaya atılmış; tasarımcı, problem çözücü uzman konumundan aracılık ve rehberlik eden, öğreten bir konuma getirilmiştir.

Buradan, Von Busch’un bilimi ve tasarımı birlikte ele aldığı yazılarında ikisi arasında analojik bir ilişki kurmasının nedeni anlaşılır. Bilimin temelini gerçekçilik oluşturur. Von Busch, tasarımın temelinde de bir gerçekçilik arayışının olması gerektiğini düşünür. Bununla birlikte mimarlık alanında ütopik bir bakış açısıyla tasarlanmış olan birçok projenin çığır açtığı bilinir. Bu projelerin gerçekçiliği tartışılabilir, ancak ritualistik yaşam biçimine meydan okuyan eleştirel bir anlayışla tasarlandıkları ortadadır. Bu anlayış, tıpkı bilimde olduğu gibi, mimarlıkta da yenilik yapmayı, yeni sorular sormayı, deneyler yapmayı, detayları keşfetmeyi ve insanı yeniden konumlandırmayı sağlar. Zaten açık tasarımın esası da “insanı yeniden konumlandırmak”tır.

OTTO VON BUSCH'UN YAZILARI ÜZERİNE
Burada mimarlık ile ilişkilendirilerek kısaca ele alınan Otto von Busch’un yazıları, mimarlık dahil birçok tasarım alanı için hem tasarımcılara hem de kullanıcılara farklı bir perspektif sunuyor. Sosyal tasarım kavramı etrafında toplanan ve eleştirel, sürdürülebilir, provotip, eşitlikçi, orijinal, açık tasarım gibi başka kavramların da tartışmaya açıldığı bu yazılar, yalnızca teoride değil pratikte de dikkate alınmalı. Von Busch’un önerdiği gibi, tasarımcılar ve kullanıcılar işbirliği içinde olmalı; bu işbirliği, tasarım ürününün sosyal yönünü geliştirmek üzere yapılmalı. Aksi halde “Ben yaptım oldu.”nun ötesine geçebilecek şeyler söylemek mümkün olmaz. Halbuki tasarımda bundan çok daha fazlasına ihtiyaç var. Özellikle de Türkiye’deki tasarım ortamında.

KAYNAKLAR
-Bernard Tschumi (1996) Architecture and Disjunction. London, New York: The MIT Press.
-Cino Zucchi (2012) “Sharing Forms, Urbanity as Emulation and Habit”, Common Ground, A Critical Reader 13. Venedik Mimarlık Bienali, 113-119. Editör: David Chipperfield, Kieran Long, Shumi Bose. Venedik: Marsilio.
-Jean Baudrillard ve Jean Nouvel (2011) Tekil Nesneler, Mimarlık ve Felsefe. Çeviren: Aziz Ufuk Kılıç. İstanbul: YEM Yayın. -Michael Hays (1984) “Critical Architecture: Between Culture and Form”, Perspecta, 14-29.
-Otto von Busch (2015) Tasarlanacak Ne Kaldı? Sosyal Tasarım Üzerine Acil Sorular. Editör: Hülya Ertaş. İstanbul: Puna Yayın.

NOTLAR
1 Otto von Busch (2015) Tasarlanacak Ne Kaldı? Sosyal Tasarım Üzerine Acil Sorular. Editör: Hülya Ertaş. İstanbul: Puna Yayın.
2 Anthony Dunne ve Fiona Raby’nin eleştirel tasarımı tartıştıkları “Critical Design FAQ” (2014) isimli yazı için adrese bakılabilir: http://www.dunneandraby.co.uk/content/bydandr/13/0
3 Von Busch (2015): 58.
4 Preben Mogensen’in provotip kavramını tartıştığı Towards a Provotyping Approach in Systems Development (1992) isimli yazısı için adrese bakılabilir: http://citeseerx.ist.psu.edu/viewdoc/download?doi=10.1.1.84.7346&rep=rep1&type=pdf 5 Von Busch (2015): 13.
6 Paul Valéry (1942): “Başka hiçbir şeye benzemeyen bir şey yoktur.” Aktaran: Zucchi, 2012.
7 Von Busch (2015): 43.
8 Von Busch (2015): 115.

Etiketler:

İlgili İçerikler: