İdeal Kent

AYÇA VURAL-CUTTS

Çoğumuz ideal kenti rahat iklim koşullarının hakim olduğu, büyük nehirler, koylar, dağ sıraları gibi heyecan verici fiziksel özelliklere sahip bir şehir olarak hayal ederiz. En sevdiğimiz kentler sorulduğunda genellikle tarihi dokusunu ve karakterini günümüze taşıyabilmiş şehirler aklımıza gelir. Paris, Venedik, Barselona veya Londra'yı, hatta daha eski ve iyi korunmuş kentleri düşünürüz. Ama aslında ideal kent, tarihi bir kitaptan bir sayfa değil; değişik katmanlardan oluşan, geçmişi toplumun enerjisiyle birleştiren canlı ve çağdaş bir bütündür.

“İdeal kent” olgusu, pek çok medeniyette çok sayıda filozofun, ressam ve mimarın çalışmalarında yer almış ve tarih boyunca şehirlerin “ideal” olma özelliği; yaşayanlarının ahlaki, manevi ve yasal niteliklerinin yanı sıra şehrin binaları, sokak yerleşimi gibi kentsel yapılarıyla değerlendirilmiş. Plato, ideal kent yapısını devlet ve demokrasiyle beraber tanımlarken Rönesans dönemi ressamları kentin fiziksel görünümü ön plana çıkarmış. Bu dönemin resimlerinden Urbino, Baltimore ve Berlin perspektif serisi, ideal şehir düşüncesinin gelişimini ve kentsel alanın sistematik dönüşümü çok iyi yansıtır. Urbino Paneli’nde tanımlanmış şehir vizyonu, 15. yüzyıl için çok moderndir ve mimari çok daha tekdüzedir (uniform). Simetrik meydanın merkezine dairesel tapınak hakimdir. Baltimore Paneli’ne baktığımızda kentin modern karakterinin kaybolduğunu ve ideal şehrin teatral olarak ele alındığını görüyoruz. Meydan, sembolik dört kolon ile dramatikleşmiş ve de kentin zemini iki değişik kotta ele alınmış. Eklektik cepheli binalar üst kotta, meydan ve yollar alt kotta düşünülmüş. Berlin Paneli’ni incelediğimizde ise ideal kente dönemin mimarisine göre üslupsal olarak çok daha modern ve gelişmiş bir Rönesans binasının içerisinden bakıyoruz. Sembolik kolonların işlevsel anlam kazandığı resimde, etrafı kapalı bir meydan yerine manzara yönünde açık meydandaki binaların, bir baza üstüne oturmadığını; zeminin üç katmandan oluştuğunu ve basamaklarla zemin düzlemine hareket getirildiğini görüyoruz.

Eixample, Cerda’nın planının uygulanan bölümü, Barselona
Eixample, Cerda’nın planının uygulanan bölümü, Barselona
Fra Carnevale, İdeal Kent, 1480-85 (Baltimore Paneli)
Luciano Laurano veya Melozzo da Forli, İdeal Kent, 1470 (Urbino Paneli)
Eixample planı, Cerda
Francesco di Giorgio Martini, Architectural View, 1477 (Berlin Paneli)

1850’lerin ortalarında Barselona çöküşün eşiğindeydi. Yoğun bir limana sahip olan kent, Sanayi Devrimi boyunca tekstil sektöründeki öncülüğü sayesinde İspanya’nın geri kalanından daha hızlı yoğunlaşmasına rağmen 187.000 kişilik nüfusu hala ortaçağ duvarlarıyla çevrili küçük bir bölgede yaşıyordu. Duvarlar içindeki nüfusun yoğunluğu sağlık için bir tehdit haline gelmiş, yaşam beklentisi zenginler için 36 yıla, işçi sınıflarında ise sadece 23 yıla düşmüştü. Tartışmalı ve son derece politik bir kararla, duvarlar yıkılarak Katalan mühendis Ildefons Cerdà'ya şehri genişletme görevi verildi. Cerdà’nın Eixample planı, eski kenti yedi çevresel köyle bir araya getirecek bir sokak ızgarası sisteminden oluşuyordu. Cerdà, bir kişinin ihtiyacı olan atmosferik havanın hacmini hesaplayarak her sokak bloğunun ortasında merkezi bahçeler önerdi ve zenginlerle fakirlerin eşit hizmet aldıkları bir altyapı sistemi tasarladı. Cerdà, sınıfsal ayrım olmaksızın hem ideolojik nedenlerle hem de halk sağlığını gözeterek, nüfusun eşit olarak dağılabileceği bir mahalle yaratmıştı. Otomobilin henüz icat edilmediği dönemde, pürüzsüz akan trafik yaratmak için köşeleri pahlı sekizgen bina blokları öngörmesi o zamanlar için devrimci, hatta ütopik fikirlerdendi.

Cerdà, yaşamın son derece zor olduğu bir kenti modern bir şehre çevirirken “kentleşme”yi keşfetmişti. İspanyolca, Katalanca, İngilizce veya Fransızcada mevcut olmayan “urbanisation” sözcüğünü ve prensiplerini daha sonra, 1867’de ve Kentleşme Genel Teorisi’nde tanımladı. Katalan rakipleri, Madrid’den gelen kararlara karşı çıkarak Cerdà’yı ideolojik ve entelektüel olarak eleştirmiş olsalar da günümüzde Barselona, sürekli bir kentsel başarı öyküsü olarak övülmekte.

Cerdà’nın yenilikçi kentsel önerisinin aksine özellikle Amerika’daki şehir planlarının geliştirilmesinde Antik Yunan’dan esinlenildiği ya da Roma şehir planlamasının taklit edildiği örnekler çok. İdeal kent planı, Sforzinda ve Palmanova’da olduğu gibi ütopik yaklaşımlarla geliştirilmiş. Palmanova; herkesin aynı miktarda refah, saygı ve yaşam deneyimine sahip olacağı, yaşamın güzellik ve geometriyle zenginleştirileceği ideal bir kent olarak ütopik ilkelerle tasarlanmış, Sör Thomas More’un Ütopya kitabındaki sosyal eşitlik düşüncesini amaç edinerek geometrik olarak inşa edilmiş.

Ebenezer Howard’ın 1898’de Garden City olarak tanımladığı ütopik kentsel modül; konut, endüstri ve tarım alanlarını içeren, yeşil kuşak (green belt) ile çevrili, kendi kendine yeten yerleşimlerdi. İdeal olarak “bahçe şehir”, kamu alanları, parklar ve altı ışınsal (radial) bulvar ile birlikte eş merkezli olarak planlanan 6.000 dönümlük bir alanda 32.000 kişiyi ağırlayacaktı. Bahçe şehri tam nüfusa ulaştığında, yakınlarda başka bir bahçe şehri daha geliştirilecekti. Howard’ın, kara ve demiryoluyla bağlantılı bahçe şehir konsepti, kasaba ve şehri birleştirmekteydi.

Le Corbusier, düşük yoğunluklu kentsel yerleşimleri reddederek Howard’ın vizyonunu “dikey bahçe şehri” olarak yorumladı. Le Corbusier’nin mükemmel şehri, geniş yeşil alanlara yayılmış yüksek yoğunluklu prefabrike gökdelenler içermekteydi. Le Corbusier, ilk olarak 1924’te sunduğu Radiant City’de iş, ticaret, eğlence ve yaşam işlevlerinin birbirinden ayrıldığı yeni bir imar durumunu önermişti. İş merkezi; şehrin merkezinde yer almaktaydı ve monolitik mega gökdelenler ve geniş bir yeraltı tren sistemini içermekteydi. Konut bölgesi, 2.700 sakinlik “parktaki ünite kulelerinden” oluşmaktaydı. Bu yüksek yaşam üniteleri zemin katta yer alan yemek ve çamaşır yıkama tesisleri, çatıdaki havuz ve anaokulu ile birer dikey köy işlevi görmekteydi. Şehrin yeni kartezyen ızgara düzeni kentin bir “yaşayan makine” olarak işlev görmesine izin verecekti. Le Corbusier, şehrin yerleşimindeki geometrik tekrarın oluşturduğu standartla, mükemmel biçime ulaşmayı hedeflemekteydi.

Bu radikal fikirler Le Corbusier tarafından Paris, Antwerp, Moskova, Cezayir ve Fas için plan taslaklarında daha da geliştirildi ve Hindistan’da Chandigarh’da uygulandı. Le Corbusier’nin 1930’lu yıllar için radikal hatta totaliter kent planı, kirli sanayi kentlerinde bir reformu önermekteydi ve modern şehir planlamasına geniş kapsamlı bir etkisi oldu.

Le Corbusier’nin fikirlerinin belki de en büyük yansıması boş bir alana inşa edilen Brezilya’nın başkentidir. Şehir plancısı Lúcio Costa ve mimar Oscar Niemeyer, Le Corbusier ilkelerini uygulayarak, eşitlik ve adaleti somutlaştıran mükemmel geometriyle düzenlenmiş bir şehir tasarladı. Havadan görünüşü bir uçak gibi tasarlanmış olan Brasilia, anıtsal ve konut eksenleri olmak üzere iki ana bileşenden oluşmaktaydı.

İdeal kenti inşa etmek veya kentin idealliğini sürdürebilmek hiçbir zaman kolay olmadı. Bugün Le Corbusier’nin tasarladığı şehirler hiç de ütopik olarak tanımlanmıyor. Brasilia, konut sakinlerinin ihtiyaçlarını görmezden geldiği ve yeterli kamusal alanlar sağlamadığı için eleştirilmekte. Ayrıca; hemen hemen her büyük kentte yer alan Le Corbusier’nin “ünitesinden” esinlenilmiş apartman blokları, kötü yaşam koşulları sağladığı ve yoksulluğun sembolü haline geldiği için ya kentsel dönüşüm sürecinde yenilenmekte ya da yıkılmakta.

Şehirlerin olağanüstü hızla büyümesiyle beraber yaşam kalitesinin düştüğü bugünlerde ideal kent ütopyasının yerini ideal yaşam arayışı almış durumda. Kentin idealliği devletin politikalarıyla beraber sorgulanmakta ve kentleşme, kentsel hareketler olarak ortaya çıkmakta. Kazakistan, Dubai, Çin gibi demokratik olmayan ülkelerde iktidar ve ideolojilerin yarattığı yeni şehirler hala mimarları ve planlamacıları heyecanlandırsa da gelecekte görmek istediğimiz mevcut kentlerdeki yaşamın ideal olması ve sürdürebilirliği.

Aristo, insanın doğası gereği politik bir hayvan olduğunu söylerken insanların daha karmaşık topluluklar geliştirmek için doğuştan gelen bir eğilime sahip olduklarını ve bir araya gelerek siyasi topluluklar oluşturduklarını ifade eder. Aristo’ya göre tamamen insani olmak isteyen herkes için kent hayatı şarttır. Kentin mükemmelliği ise bütün vatandaşlarının aynı politik rejimi paylaşmasıyla olur. Aristo’nun yaklaşımından toplumsal katılımın önemine ulaşabiliriz. Kentin bireyleri olarak toplumdaki yaşam kalitesini yükseltmek için zaman, beceri, bilgi ve coşkumuzu kullanarak kentin sorunlarını olumlu şekilde etkileyebileceğiniz yollar bulduğumuzda, toplumun ortak iyiliğine katkıda bulunuruz. Toplumun sağlık, zenginlik ve esenliğini güvence altına alarak kentin gelişimini destekleyen, ekonomik, sosyal ve siyasi konuların çözümüne yardımcı olacak toplumsal katılım ve liderlik, kentin sosyal mükemmelliğini getirir.

Kentsel tasarım ve planlama, şehirlerin dinamizmini etkileyerek toplumsal sorunlarla baş edebilir ve toplumun ekonomik dengesinin sağlanmasında rol oynayabilir. Planlama, kentin değişik katmanlarını ve özelliklerini bir araya getirerek sosyal ve çevresel sürdürülebilirliği geliştirebilir. Günümüzün ve geleceğin ideal kenti farklı kullanım biçimleri ve çeşitliliğiyle canlıdır. Kamusal alanlarıyla insancıldır ve yaşam kalitesi değişik işlevlerin bir arada kullanılmasıyla gelişmiştir. Bina tasarımının daha geniş kapsamlı olarak kent ölçeğinde ele alındığı, binaları kente bağlayan altyapının ve kamu alanlarının öneminin benimsendiği değişken ve çok fonksiyonlu bir organizmadır. İdeal kent; yayaların ön plana çıktığı bütünleşik ulaşım sistemleriyle arabasız bir hayata geri dönüşün olduğu, atıkların çöp kamyonlarıyla toplanıp biriktirilmediği, enerjinin yenilenebilen kaynaklardan sağlandığı karbon nötr ve güvenli bir kenttir.

İdeal bir şehir yaratabiliriz, ama şehrin asıl başarısı tarih boyunca ideal olma özeliğini koruyabilmesidir. Tarih boyunca cazip kalmış şehirler; tek bir vizyonla kısıtlanmamış şehirlerdir. En iyi şehirler genellikle kendilerini korudukları kadar yenileyenlerdir. Londra’nın kesintisiz kentsel dönüşümü ya da New York’un yukarı doğru yükselişi, bir Roma meydanının samimiyeti kadar çekici olmayabilir ama kente yeni güzellikler katabilir. Geleceğin ideal kenti planlanmış sürdürülebilir kentlerdir ve küresel ısınma, bürokratik engeller, politik dengesizlikler gibi sorunlara rağmen uygulanabilir kentsel çözümler üretmelidir.

Etiketler:

İlgili İçerikler: