Katılımcı Tasarım ve Otoriter Akım

OTTO VON BUSCH

Bugünlerde katılım ile tasarım etrafında dönüp duran tartışmalar bir kez daha yoğunluk kazanıyor gibi. Buradaki paradoks ise retoriklerin çarpışmasından çıkıyor. Politikacılar ve tasarımcıların üzerinde mutabık göründükleri konu şu: Daha fazla ve daha geniş katılımın peşine düşmeliyiz, bu yolla refah, aracılık (agency) ve iktidar, toplumun tüm kesimlerinde sürekli bir yoğunlaşma ile var olabilir. Görünen o ki her bir tasarımcı özellikle de konu yeni teknolojiler olduğunda yeni aygıtlarını “güçlendirici” bir tasarım olarak satıyorlar, oysa sürekli etrafımızda para ve verinin merkezcil kümelenmeleri yoğunlaşıyor ve de %1’in ya da diğer bir deyişle büyük veri platform monopollerinin hazine sandıklarına aktarılıyor. Politik yelpaze, eşzamanlı olarak daha otoriter liderlere doğru kayarken katılım fikrinin kendisi, bir zamanlar insanlar adına çalıştığını iddia eden güçlerce ihanete uğramış görünüyor. İnsanlar sahip oldukları iktidarı ellerinden çıkarmak için katılıyorlar.

Sharry Arnstein’in 1969 tarihli esin verici makalesi Katılım Basamakları’ndan bugüne, politik katılım üzerine olan sorular, süreçlerin daha geniş çıkarların hizmetinde sadece terapiye ya da tokenizme (göstermelik reformculuk) indirgenmesinin önlenmesi üzerine odaklandı. Örneğin kentsel planlamada katılımın, genellikle, karar vericilerin vatandaşların oynaması için bir hava boşluğu bıraktıkları küçük bir alanda gerçekleşmesine izin veriliyor. “Sizler parklar ve oyun alanlarına dair kararlara dahil olabilirsiniz, esas tasarımı ise yatırımcılar yapar.” Böylesi durumlarda katılımcı süreç, statükoyu meşrulaştırmak için başvurulan bir aldatmaca tekniğidir. İnsanların katılmasını sağlamak iktidarın paylaşıldığı havasını verirken bir yandan da bütüncül bir eleştiri için gerekli ortamın altını oyar. Buradaki mantık basit olduğu kadar kadimdir: Karar verme sürecinin bir parçasıysan şikayet edemezsin, etkin sadece ufacık bir detay üzerinde olsa bile.

Tasarımın yalnızca maddi kültür olarak değil, aynı zamanda ideoloji (tasarım düşüncesinde olduğu gibi) olarak da yaygınlaşması sayesinde bugün bu süreç daha da yoğunlaşmış durumda. Kullanıcı etkileşimi ve katılım sadece büyük kamusal kentsel planlama projeleri için değil, tüm tasarım projeleri için başvurulabilen bir yöntem. Kullanıcıları ve paydaşları dahil etmemek genellikle tasarım sürecinde bir kusur olarak algılanmakta. Bunu kullanıcıların yeni uygulamaların, donanımların ya da servislerin beta testlerinde oluşlarından, özel-kamusal ortaklıkların belediye hizmetlerinden kamusal politikalara dek gündelik gerçekliğin tüm toplumsal yapısına katılımı entegre ettiği büyük ölçekli “canlı laboratuvarlar”a dek görebiliriz. Her bir yeni tasarım sürekli geliştirilmekte, test edilmekte ve yeniden tasarlanmakta; bu esnada da tüm kullanıcılar geribildirim ve geliştirme ile sürece katılmakta. Her bir yeni aygıtın “akıllı” olmaya başlamasıyla tüm verilerimiz sürekli bir sibernetik ilerleme için toplanmakta, biz bundan bihaber olsak bile.

Ama sadece bunlarla da sınırlı kalmıyor. Bugün katılım her kullanıcıyı aynı zamanda veri için bir manipülatöre ve ulağa dönüştürüyor; haberleri, “meme”leri ve bilgiyi yeniden üretiyoruz ve bu da hızlıca, kullanıcılar tarafından üretilen yanlış bilgilendirmeye ve yalanlarla sinikliğin viral olarak yayılmasına dönüşüyor. Katılım, alınan kararların altını oymak için tasarlanmış halde. Süreç insanları yalıtmak ve ayrıştırmak, sivil müzakere ve paylaşılarak erişilen güçlenme biçimlerini gerçekleştirmelerini önlemek için tasarlanmış halde. Bugün katılım, kullanıcılar arasındaki ortak kararların alınmasını imkansızlaştırmak için başvurulan bir teknik. Paydaşları çekişmeli katılımcı süreçlere sürüklemek, katılımcıları birbirleriyle çelişen bilgi üretimleriyle boğmaya dayalı özel bir tekniğe dönüşmüş durumda. Bu sayede kamusal olarak koordine ya da bilinçli karar alınmasının önü kapanmış oluyor. Katılım, yatırımcı çıkarların, kendilerininki haricinde her bir karar alma ve ilerleme sürecine doğru aktif direnişi mobilize etmesinin, bununla eşzamanlı olarak da kendi ajandalarını genişletmek için geribildirim süreçlerini yönetmelerinin bir yolu artık. Katılım herhangi bir gerçek sivil toplaşmayı öylesine parçalıyor ki insanlar güçsüzleşerek kendileri adına otoriter kararların alınmasını talep edecek kadar sinik hale gelsinler.

Bu politik manevra her ne kadar Makyavelli tekniği kadar eski olsa da tasarım bugün bu otoriter akımın merkezi bileşenlerinden birine dönüşmüş halde. Öyleyse, sivil tasarımcılar katılımı nasıl kullandıklarını yeniden düşünmek zorundalar. Kullanıcı dahiliyetinin amaçları ve araçlarını nasıl işlevselleştirdiğimizi açımlayarak başlamalıyız. Aracılığın katılımcılarla paydaşlar arasında nasıl dağıtıldığını yeniden düşünmemizi gerektiren birtakım ana meseleler var.

  • Eğer katılım müzakere ve karar alma süreçlerini kolaylaştırmak için kullanılıyorsa tasarım sürecinin şeffaflığının veri toplamaya ve dışarıdan gelebilecek planlı bir çözülmeye yol açmaması için dikkatli olmak gerek.
  • Eğer eğitim ve gelişim için katılıma başvuruluyorsa nihayetinde kimin kazançlı çıktığını sormayı atlama: Kim kime hizmet ediyor?
  • Eğer katılım yabancılaşma, farklı düşünme ve iktidarın maskesinin düşürülmesi için kullanılıyorsa paydaşlar bu bozulma ve çatışma sahnesinin ardından nasıl yeniden bir araya gelerek yapıcı bir hale bürünecekler?
  • Eğer katılım güçlenme ve güçlenme yetilerinin geliştirilmesi için kullanılıyorsa bu yetiler iktidara nasıl meydan okuyacak, ne kadar güçlüler ve böylesi yetileri yeni normlara ve daha az yetiye sahip olanlara karşı kullanılan bir güç kaynağı haline nasıl getirmeyiz?

En nihayetinde katılım öz-yönetişimle alakalı ve böylesi bir güçlenme bilinçli kararlar, uzlaşılar ve alçakgönüllülük, derin düşünme ve sivil cesaretle oluşturulan birlikteliklerden güç kazanır. Aksi takdirde katılımı otoriter akımın parçalarından bir diğeri yapma riskiyle karşı karşıya kalırız.

Etiketler:

İlgili İçerikler: