Kolektif Bir Mekansal Yeniden Yapma Deneyimi

BERTAN KOYUNCU

Bertan Koyuncu, geçtiğimiz yıl İnsan Hakları Film Festivali kapsamında Alaz Deniz Köymen ve Şerife Ceren Uysal ile düzenledikleri, mekansal tahakküm ve karşı direniş pratiklerini deneyim üzerinden ele aldıkları atölye süreci ve sonuçlarını yazdı.

7 Aralık 2017 günü Viyana’daki This Human World festivali kapsamında, “Enclosure and Resistance” (Kapanma/Çitleme ve Direniş) başlıklı bir atölye gerçekleştirdik. Mekansal çatışmanın mekansal tahakküm ve karşı direniş pratiği üzerinden görselleştirilmesi ve deneyimlenmesi üzerinden şekillenen atölye, salt bir tartışma platformu olarak değil, mekanla doğrudan ilişkilenme ve sınırlanmış mekanı yeniden üretme alanı olarak kurgulandı.

Atölye aslen üç temel bölümden oluşuyordu. Birinci bölüm, kapanan mekansal ilişkilerin soyutlaması ve bu soyutlamanın deneyimlenmesi üzerine kuruluydu. Katılımcılar kısa bir açılış konuşmasının ardından 50 metrekarelik kapalı bir mekanda oluşturulan kapanma-soyutlama-sınırlama ilişkisini deneyimlediler. İkinci kısım, yoğun bir hazırlık sonucu oluşturulan bu mekan soyutlamasının, katılımcıların müdahaleleri ile bozularak yeniden yapımı üzerine odaklanıyordu. Üçüncü bölümde ise bu bütünsel deneyim tartışmaya açıldı.

Sonuç olarak, gündelik hayat içinde her an hissettiğimiz mekansal tahakkümü, kolektif bir yaratıcılıkla dönüştürebildiğimiz bir atölye çalışması gerçekleştirebilmiş olduk. Başlangıçta tasarlanan ve sunulan soyut, çizgisel ve karanlık mekansal kurgudan rengarenk olanakların ve çeşitliliklerin ortaya çıktığı, malzemenin mekanın tümünde katılımcıların istekleri ile yeniden üretildiği bir çalışmaya ulaşabildik.

Kapanma hissinin görselleştirilmesi; kutuların zımba, post-it gibi araçlarla deneyimlenebilir bir mekana dönüştüğü atölye alanı
Atölye posteri
Kullanıcılar tarafından düzenlenen çizgisel kutu bloklar
Kullanıcılar tarafından düzenlenen çizgisel kutu bloklar

Atölye kapsamında öncelikli isteğimiz, kentsel ve mekansal ilişkilerde iktidar tarafından oluşturulan dil ve bu dilin görüngülerini tartışabilmekti. Zira iktidarın mekansal dili, bu dilin çok boyutlu yapısı ve sosyal ilişkilerin yeniden organizasyon aracı olarak ortaya çıkan mekansal müdahaleler ile bütün bunların gündelik yaşamı önemli ölçüde belirleyen yapısını, atölye kapsamında konuşarak değil, ama gerçekten mekanı deneyimleyerek ve deneyimlenen mekanı dönüştürerek tartışabilmeyi amaçladık. Kısacası mekan teorilerini konuşmak, bu teorileri gündelik yaşam deneyimlerimizle ele alarak tartışmak yerine, bunların tamamını bir mekanı hissedip, ona dokunarak yürütebilmeyi amaç edindik. Mekansal çatışma, viral olmayan bir tartışma için muazzam olanaklar taşıyor. Zira mekansal çatışma, bilince çıkartılsın ya da çıkartılmasın, gündelik hayatın her dakikasında süregiden ve kendini bir ölçüde hissettiren bir başlığı ifade ediyor.

MEKANSAL ÇATIŞMA: HANGİ MEKAN?
Atölye kurgusunun ortaya çıktığı ilk günlerde temel soru temsil edilecek mekanın tanımlaması üzerine gelişti. Atölye, This Human World festivalinin Türkiye'ye ayrılmış özel bölümünde bir yan etkinlik olarak kurgulanmıştı ve bu durum da tartışmanın Türkiye örneği üzerinden şekillenmesi gibi bir eğilime yol açıyordu. Diğer yandan mekansal çatışmayı İstanbul gibi bir örnek -üstelik Viyana gibi bir şehirden katılımcılar söz konusu olduğunda anında olumsuz olarak etiketlenecek bir örnek- üzerinden yürütmek, mekansal çatışmanın hayat içerisindeki görüntülerinin imgeleri değişse dahi, özündeki yapısal, her biçimde iktidara ait yanını gölgeleme riski taşıyordu. Zira bu çatışma coğrafyalarda biçimsel farklılıklar oluştursa da hiçbir durumda ve coğrafyada iktidarın mekansal müdahalelerinin yapısallığı değişmiyor. Kentsel mekanın eril yapısı, soylulaştırıcı müdahaleler, Türkiye gibi ülkelerde daha açık bir biçimde kendini baskı ve denetim mekanizmaları ile ortaya koyuyor elbette. Ama öte yandan dünyanın birçok yerinde daha üstü örtülü bir biçimde gerçekleşen mekan soyutlamaları da aslında aynı özden besleniyor.

Tartışma ürünlerinin yerleştiği 50 metrekarelik atölye alanı
Kutu blokların içinde katılımcıların karşı direniş pratiklerinden örnekler
Blokların bantlarla belli edilen sınırları
Atölye hazırlık süreci
Atölye hazırlık süreci

İktidarın mekansal müdahaleleri ve karşısında oluşan taktikler ve/veya stratejiler daha genel anlamıyla bir mekan, iktidar ve karşı müdahaleler tartışması ile bütünleştirilmeli. Aksi halde kişi ve kişi tarafından gündelik olarak deneyimlenen mekansal alan ile kurulu ilişkinin üzerindeki o kalın perdenin aralanabilmesi mümkün olamaz. Bu tartışmalar ışığında, atölyede farklı ülkelerden katılımcıların gerek Viyana, gerekse daha önceki kentsel deneyimlerini atölye aracılığıyla tartışmalarının olanağı yaratılmaya çalışıldı. Açık ki aksi olsa ve örneğin yalnızca Türkiye'ye odaklanılsaydı, steril bir Avrupa şehrinden negatif bir örnek olduğu açık olan bir Türkiye tablosuna üstten bir bakıştan öteye gidemeyecektik.

MEKANSAL TAHAKKÜM: HANGİ ARAÇLARLA?
Atölyenin ilk kısmı yukarıdaki çerçeve ile uyumlu bir biçimde, “aslında her yer olan ama aynı zamanda hiçbir yer olmayan mekan”ın pasif deneyimi üzerinden kurgulandı. Bunun için içine hapsolduğumuz, bizi kuşatan bir soyutlamaya gidildi. Oluşturulan mekan özneldi. Zira atölyenin yürütücülerinin kendi kapatılmışlık hislerinin soyutlamasını içeriyordu. Başka katılımcılar, kapanma hissini çok başka bir biçimde soyutlayabilirdi. Zira deneyimlenen ve sorun olarak tanımlanan durumların öznelliği, soyutlamada öne çıkan noktaları belirleyecekti. Bizim soyutlamamızda tekdüzelik, durağanlık, mekan kullanımında irrasyonel sınırlamalar, kurallaşmış ya da kurallaşmamış ama dayatılmış mekansal engeller, mekansal geçişkenliğin sınıfsal, cinsel ya da etnik kimliğe bağlı olarak ölçülebilirliği gibi başlıklar öne çıkmış oldu. Elbette bu soyutlamalarda atölyeyi yürüten üç kişinin* farklı disiplinlerden gelmesi ancak üçünün de İstanbul ve Viyana sınırında bir mekansal yaşam deneyimine sahip olması etkili oldu.

Dürüst olmak gerekirse başından beri zor olan, mekansal tahakküm ve ona bağlı olarak baskınlık kazanan kapatılma hissinin görselleştirilmesi değil, görselleştirmeye geçmeden önce örneklendirilmesi konusuydu. Hapishane ya da akıl hastanesi akla gelen ilk örnekler olsa da bunlar öte yandan mekansal tahakkümü meşrulaştıran, meşrulaştırmadığında ise varlığının gerçek kütlesini gizleyen bir yapıya sahip. Hapishanede ya da akıl hastanesinde kalan bir kişinin mekanla yaşayacağı çatışmaya, orada olmayan bir kişi tarafından odaklanıldığı anda, mekansal tahakküm “meşru bir neden” kazanmış olur. “Normal” olmadığı ya da suç işlediği için bir yere kapatılması gereken kişi üzerindeki mekansal tahakküm, “normal” ve “masum” olan için kabul edilir olmasa da anlaşılır bir hal alır. Görünür olur ama göreli olarak istisnalaşır. Ancak kentsel gündelik yaşam içerisinde her dakika karşılaştığımız mekansal tahakküm ve sınırlamalar kendisini çok daha güçlü biçimlerde gizler, gündelik hayatımızı önemli ölçüde belirlerken çoğu durumda yaşamın doğal ve vazgeçilmez bir parçası gibi algılanır.

Kapanma hissinin görselleştirilmesinde, öncelikle soyutlamaya ağırlık verdik. Soyut mekanın görselleştirilmesinde ise temsillerin istisnalar gibi bölünmeye yol açacak şekilde değil ama kısıtlanmış yeşil alan, yüksek bloklar, tanımlanmış farklılık alanları ya da yabancılaşmış bir çalışma hayatı gibi birleştirici kapanma deneyimlerine odaklandık. Bu esnada hangi malzemelerin kullanılacağı da bütün bu teorik tartışma ile ilişkiliydi. Mekansal tahakküme karşı pratiklerin olanaklarının açığa çıkarılması, bu çaba ile uyumlu malzemenin belirlenebilmesini gerektiriyordu. Sonuç olarak üfleyince yıkılmayacak ama istendiğinde yerle bir edilebilecek ya da yeniden işlevlendirilebilecek malzemelerin tercih edilmesiyle başlandı. Tıpkı kentsel mekanların aralarına gizlenmiş olanaklar gibi soyutlamamız da çok yabancısı olmadığımız olanaklar barındırıyordu: Tel zımbalar, post-it kağıtları, bir boya kalemi, yapraklar...

Nihayetinde birkaç haftayı bulan bir çalışmanın sonucunda, üç boyutlu, deneyimlenebilir bir soyutlama yapabildik ve tümüyle siyah kütlelerin arasından geçişlere zorlayan, her şeyin planlı ve kurallı olduğu, yeşilin erişilebilir ama yasak olduğu, tüm renklerin ve çeşitliliklerin ise sadece izin verilen alanlara hapsedildiği ama istenildiğinde tamamen baştan yaratılabilmenin olanaklarına sahip bir mekanın inşasına geçtik. Tıpkı kentsel yaşamda olduğu gibi dönüştürmenin olanaklarını içinde taşıyan bir mekan soyutlaması hayata geçirdik ve katılımcılar bu olanakları yaratıcı ve zaman zaman çocuksu müdahalelerle bozarak yeni bir mekan örgüsü oluşturdular. Bu kapsamda Tarlabaşı’nda sokaklara gerilen çamaşırlar gibi kendiliğinden gündelik müdahalelerden, Taksim Gezi eylemleri gibi daha müdahaleci ve stratejik karşı pratiklere kadar geniş bir tartışmanın 50 metrekarelik bir alan içerisinde üretimi söz konusu olabildi.

KOLEKTİF BİR BOZMA VE YENİDEN YAPMA DENEYİMİ
Genellikle katılımcıların bozma ve yeniden yapma sürecinin etkin parçası oldukları etkinliklerde, yapmaları gerekenleri sırasıyla ve bir kurallar manzumesi oluşturmaksızın akışına bıraktıklarında kendilerine belirledikleri mesafe, çıktıyı da belirliyor. Çıktı ile katılımcının etkin olma düzeyi arasındaki bu ilişki zaman zaman bu tür etkinlikleri, bir deneyim olmaktan çıkararak, deneye yahut oyuna dönüştürebiliyor. Ki bu da olağan zira gündelik hayatlarımızda da mekansal tahakküm karşısındaki pratiklerin oyuna içkin olduğu bir gerçek. Bu anlamda, deneyimden beslenen bir tartışmanın önünü kesmediği ölçüde insanın doğal bir parçası olarak oyun, bu tür bir deneyim içinde var olmak durumunda.

Oyunun gündelik yaşam dirençlerinin bir parçası olarak tanımlandığı noktada, atölyeyi oyunsuzlaştırmak değil, ancak oyunu ciddileştirmek gibi bir çaba kanımca daha anlamlı bir yere oturdu. Zira amacımız gündelik hayatta fark etmediğimiz tahakküm araçlarını bir arada deneyimlemek ve yine gündelik hayatta potansiyelini hissetmediğimiz karşı pratikleri açığa çıkarmaktı. Seçilen müziğin yapısı, renkler, ilk deneyimleme anında soyutlamanın yarattığı rahatsızlık ile bozma ve yeniden yapma sürecine daha etkili bir nitelik kazandırabildi.

Katılımcılar ile çıktı arasındaki doğrudan ilişkinin asıl tehlikeli sonucu, deneyimin deneye dönüşmesi olabilirdi ki atölyenin tüm hazırlık sürecinde özenle kaçınılan ve alınan her kararda sorgulanan nokta, başından beri buydu. Zira bir mekan tasarlayıp o mekanın yeniden üretimine odaklandığınızda, eğer dışsal etkenler, yönlendiriciler kullanırsanız, bu yönlendiricilere insanların tepki vermesini beklemeye başlarsınız. Örneğin, eğer atölye mekanında kapalı kutulardan oluşmuş dar ve karanlık bir mekan içinde mekan yaratır ve buradan dışarıya acı içinde bir insanın sesini verirseniz, katılımcıların bu sesin sahibini kurtarıp kurtarmayacakları sorusu belirleyicilik kazanır. Kısacası odaklanma artık etki ile tepki arasındaki ilişkiyi açığa çıkarmaya yönelir. Bu durumda atölyenin ortaya çıkaracağı çıktı da, bir karşı mekansal üretim çabası değil, sizin deneyinize verilen tepkilerin ilişkisiz bir aradalığından ibaret olur. Kolektif üretimin yerini, kişilerin rahatsızlık etkenine tolerans düzeyleri arasındaki farklılık alır. Kısacası bir anda, mekansal tahakküm ve karşı pratikler tartışabilecekken, o ya da bu düzeyde rahatsız edici olan şeyler karşısında geliştirdiğimiz refleksi tartışma noktasına gelebilirsiniz.

Deneyim ile deney arasındaki sınırı koruyabilmenin yolu olarak, mekansal tahakkümün soyutlamasını gerçekleştirdiğimiz ilk bölümde, tasarım üzerine odaklandığımız anda, “Acaba buna ne tepki verilecek?” sorusunu sorduğumuz her anda, o tasarım öğesinden vazgeçme prensibini benimsedik. Kısacası, ilk kısmı, ikinci kısmın çıktısını belirleme kaygısıyla tasarlamayı bıraktığımız an, deney ihtimalini ortadan kaldırarak bizim de çocukça bir parçası olduğumuz deneyime odaklanılabilmesini sağladık.

YENİ BİR MEKAN İÇİN ÇOCUKSU BİR UMUTLA
Atölye hazırlık sürecinin tamamına hakim bu tartışmalar, hangi sonuçlarla ne gibi önlemlere konu olurlarsa olsunlar, atölyenin düzenlendiği ana kadar gerçek bir kaygı konusu olmaya devam etti. Ancak asıl önemli çıktı, fazlasıyla anlık gelişen ve sınırlanmış bir mekan deneyimi olmasına rağmen katılımcıların yeniden yapma pratiğindeki heyecan ve planlılıktı. Burada “planlı” ifadesi, bilinçli bir tercihin ürünü. Zira bu düşünme pratiği önceden planlanmış, kurgulanmış, tasarlanmış olanı ifade etmiyor. Ancak mekansal tahakkümü simgeleyen mekan karşısında, “önceden”, “ne istediğini”, “nasıl bir mekanda yaşamak istediğini” düşünmüş olmayı temsil ediyor. Örneğin katılımcılar, kendilerini sıkan, görece öfkelendiren mekansal tahakkümün sinir bozucu bu temsili karşısında, tepki ile kutuları parçalamadı, eşyaları işlevsizce bir köşeye yığmadı. Mekan, hiçbiri planlamacı ya da mimar olmayan katılımcıların müdahaleleriyle yalnızca parçalanmadı, kolektif müdahaleler ve bireysel arzularla yeniden organize edildi. Pencere açılan karanlık bloklar sınırları ifade eden bantlarla renklendirildiler. Çizgisel kutu blokları karmaşık ve hareketli bir biçimde yeniden düzenlendi. Bu anlamda bozma eylemleri tek tek ve bütün olarak bir açıklık, çeşitlilik, renklilik, hareketlilik özlemini ifade ediyordu ve bu, katılımcılar tarafından -planlama için aslında zamanları olmasa da- “önceden planlanmıştı”. Kanımca atölyenin en önemli çıktısı, bu önceden düşünülmüş olanın birlikte hayata geçirilebilir olduğunun bütün katılımcılarda bir bilgiye dönüştürülmesiydi. Şaşırtıcı yanı ise, bu mümkün-mekanın az çok hepimizde aynı çağrışımlara yol açtığını görebilmekti. Mekansal beklentilerin sınırlı bir deneyim içerisinde ama benzer çağrışımlarla kendini dışavurması, başka bir mekan özleminin herkes için ne kadar olası ve planlanabilir olduğunu deneyim sınırında göstermiş oldu. Bu bölümün hemen başında ifade edilen “yeniden yapma pratiğindeki heyecan” ise soğuk ve soyut mekansal ilişkiler karşısında çocuksu bir umuda sahip olunduğunu göstermiş oldu.

  • Bertan Koyuncu, Viyana Güzel Sanatlar Akademisi, Mimari Tasarım Doktora Öğrencisi, Mimar / Ceren Uysal, Ludwig Boltzmann Institute of Human Rights, Araştırmacı, Avukat / Alaz Deniz Köymen, Mimar Sinan Üniversitesi Sahne ve Dekor Tasarımı

NOTLAR

  • Metnin mekansal tartışması, teorik referans noktası olarak mekanın üretilmesi kavramsallaştırması, insanın mekansallığı, mekansal trialektik ve gündelik hayatın eleştirisi gibi başlıklara odaklanmaktadır. Bu kapsamda metni ve elbette atölye çalışmasını belirleyen ana çerçeve mekanın toplumsal karakteridir.
  • Mekanın üretilmesi, gündelik hayattın eleştirisi, iktidarın müdahaleleri kapsamında soyut mekan ve karşı pratikler olarak temsil mekan ve yaşayan mekanlar, yaşadığımız dönemin mekansal tartışma ve pratikleri için güncel referans noktaları olarak ele alınmayı fazlasıyla hak etmektedir.

KAYNAKÇA

  • Harvey, D. (2008). Sosyal Adalet ve Şehir, Metis Yayınları, İstanbul
  • Harvey, D. (2015). Asi Şehirler: Şehir Hakkından Kentsel Devrime Doğru, Metis Yayınları, Istanbul.
  • Lefebvre, H. (1973). “The Production Of Space” K.M. Hays, (Ed.) Architecture / Theory / Since 1968, The MIT Press, Cambridge, Mass., Sf.179- 188.
  • Lefebvre, H. (1991). The Production Of Space, Blackwheel Yayınları, Newyork.
  • Lefebvre, H. (2013- a). Kentsel Devrim, Sel Yayınları, Istanbul.
  • Lefebvre, H. (2014). Critique of Everyday Life, Verso Yayınları, London.
  • Merrifield, A. (2000). “Henri Lefebvre: A Socialist in Space”, Thinking Space, der. M. Crang, N. Thrift, Routledge, Londra.
  • Schmid, C. (2008). “Henri Lefebvre’s theory of the production of space: towards a three- dimensional dialectic”, Space, Difference, Everyday Life: Reading Henri Lefebvre, der. K. Goonewardena, Routledge, Londra.
  • Schmid, C. (2016), Urban Revolution Now: Henri Lefebvre in Social Research and Architecture, Routledge, New York.
  • Soja, E., W. (1996). Thirdspace: Journeys To Los Angeles And Other Real- And Imagined Places, Blackwell Yayınları, Oxford, İngiltere.

Etiketler: