Mimari Tasarım Stüdyosu ve Ekolojik Hafıza

NURBİN PAKER

Dünyada kentleşmenin hızlı seyri sonucunda, kent alanlarının yaşanabilirliği üzerine yapılan disiplinlerarası araştırmaların sayıları da artmaya başladı. Diğer bir ifade ile, kentleşmenin doğal çevre koşullarına; kent içindeki çevresel bozulmaların insan eylemleri ve sağlığına olumsuz etkilerinin artması gibi gelişmeler, araştırmacıları “yaşanabilir kent” kavramı üzerinde çok boyutlu düşünmeye ve sorgulamaya yöneltiyor. Kentleri birer insan ekosistemi olarak inceleyen kentsel ekoloji araştırmaları ise, tam da bu dönemin ürünü olup coğrafya, yer bilimleri, biyoloji, planlama, mimarlık, sosyoloji, ekonomi, siyasal bilimler gibi daha birçok disiplinin bakış açılarını birleştirmekte ve bütüncül bir yaklaşımı savunuyor.

Kentlerin sahip olduğu potansiyeller, gelecek için birçok seçenek sunuyor ve bu seçeneklerin okunabilmesi için stratejilere ve senaryolara gereksinim var. Bu strateji ve senaryoların aktörleri ise, geleceği şekillendireceklerin ve “neye dönüşeceği” sorusunun cevabını vereceklerin bizzat kendileri. Aktörlerden biri olarak, mimarlık ve ilişkili olarak mimari tasarım eğitimi içinden verilebilecek yanıtları ortaya çıkarabilmek adına, son yıllarda yürütücüsü olduğum tasarım stüdyolarında, "kentsel ekoloji" ile ilişkili konuları deneysel ve kuramsal bir süreçte tasarım stüdyolarında ele almayı önemli bulmaktayım. Kente bakışı “ekoloji” üzerinden tariflemek, yalnızca daha yeşil bir kent, alt bölgeler ya da çeper kentler kurmak, çevreyi kirletmemek, yeni ağaçlar dikmek, pet şişeleri ayrıştırmaktan ibaret değildir. Bunlar, çevre korumayı ve ekolojiyi, kavram olarak “klişeleşmiş ve etiketlenmiş bir yeşil” olarak ya da erişilmez lüks bir durum, gelip geçici bir moda veya bir pazarlama aracı olarak algılatmaktan öteye taşımaz. Oysa “sorun, çözümün tam da kendisi” olarak kabul edildiğinde; kent, öznesi insanla, daha düzgün yapılı çevreler ve yaşam kalitesi oluşturmaya aday olabilir. Kentler için yaşanabilirlik, kentte yaşayanların günlük yaşamı içinde ihtiyaç duydukları sağlıklı çevresel şartların ve yaşam kalitesinin karşılığıdır. Nasıl ki beden sağlığımız için neredeyse her gün yeni bir isimle karşımıza çıkan bir diyet programından başka bir diyet programına geçmek yerine, sağlıklı beslenmeyi bir yaşam biçimi haline dönüştürmemiz gerekiyorsa; “kentsel dönüşüm”ün beraberinde, dolaylı olarak kendi biricik hayatımızın kısa geçmişine dahi sahip çıkamama durumuna karşı, hangi bilgiyle hayata tutunabileceğimiz ve nasıl bir kentsel hafıza üretebileceğimiz konusunda, ekolojik yaklaşım daimi bir tasarım parametresi olarak değer bulabilir (Paker, 2014).

Ekolojik araştırmanın ana amacı, insan ırkının orijini ve gelişimine odaklı “antropojenik1” kullanımlarla ilgili sorunları tanımak ve insanlar için daha sürdürülebilir ve yüksek yaşam kalitesine yönelik çözümler üretmektir (Haber 1993). Kentsel ekolojiyi ise genel olarak iki perspektif üzerinden tanımlamak mümkün; doğal bilimlerle ilişkili olan ilk tanımlamada, kentsel alanlardaki biyolojik örüntüler ve çevresel süreçler, biyoloji ve ekolojinin bir alt disiplini şeklinde karşımıza çıkmakta. Kent sakinleri için yaşam koşullarını iyileştirmek üzere çoklu disiplinli bir yaklaşım olarak konumlandıran ikinci yaklaşımda ise, özellikle planlama bilimleri aracılığıyla ve sosyal, kültürel yönlerden, kentsel habitatların veya ekosistemlerin ekolojik işlevlerine atıfta bulunan ve insanı merkeze alan bir perspektif bulunmakta.

1950’lerde başta dilbilim dünyasında adını duyuran “Sapir-Whorf Hipotezi2”nde ifade edildiği gibi, kendi dilimiz ya da kendi sözcüklerimiz kadar dünyayı algılayabiliriz. Ancak bu sözcüklerin sayısını arttırdığımız ve aynı anda birden fazla dili kullanabilme (poliglot3) becerisi geliştirdiğimiz oranda, yaşadığımız dünyayı deneyimleme ve algılama biçimimiz de gelişebilir. Bu yaklaşımla, tekrar tasarım stüdyosuna döndüğümüzde, kentsel ekoloji konusuna açılım getirebilecek disiplinlerarası kavramsal çerçeveler üretmenin önemi kaçınılmaz. Kendine özgü metropol özellikleriyle, bütün alan çalışmaları ve tasarım uygulamalarına konu olan “İstanbul” üzerine, konuyla ilgili yeni bilgi, spekülasyon, gelecek projeksiyonları, hipotetik ve alternatif sistemler ve tasarılar üretmek için “adaptiogenesis4”, “kentsel elastikiyet (resilient5)” ve “üretim-tüketim-geri dönüşüm” gibi kavramlar yol gösterici olmuştur.

Stüdyoda bu bağlamda tartışılanlar arasında, kentlerde ve özellikle İstanbul örneğinde, ekoloji bağlamındaki bir araştırma ve deneysel ortamda alt ve üst yapısal reformasyonlar, sosyal ve mekansal sınırlar, kentteki gerilim ve potansiyelleri ortaya çıkarmak, tüketmeden kullanmak, tükenen kaynakların geri kazanımı, afet durumunda hayatı normalleştirmek, su kaynaklarının verimli kullanımı, bio-verimlilik, kamusal ve sosyal sorumluluğun arttırılması gibi konulara ilişkin yaratıcı çözümlerin ve programların geliştirilmesi sayılabilir. Hedef, mevcut doğal, yerel ve toplumsal çevre bileşenleri ile uyumlu, koruma-kullanma dengesini gözeten, üreten ve kendi sorunları ile başedebilen kentler yaratmaktır. Bununla birlikte, kentlerin yaşanabilir ve sürdürülebilir kılınması, şüphesiz kentlerdeki mevcut doğal ve beşeri kaynakların daha akılcı kullanımını gerektirir. Üst ölçekte, kentsel alanlardaki habitatların ekosistemlerini sürdürebilmeleri; afetlere ve göçlere karşı güvenli planlama, sürdürülebilir barınma ve ulaşım modelleri, kentte risk yönetimini dikkate alan, acil durumlarda kullanıma açık program bileşenleri üzerine çalışmalar ve açılımlarla gerçekleşebilir.

Geri dönülemez ve karşı konulamaz büyümesiyle, değişken parametreleriyle günümüz kentlerinden beklenen; sürekli işleyen ve bilgiyi kullanabilen, “yaratıcı” kentler olmalarıdır. Mikro ütopyalar ve distopyalarla şekillenecek bir kentsel coğrafyanın gerçekleşebilirliği, modern insanın tercihlerine ve problemlerini çözme konusunda göstereceği çabaya bağlıdır. Süregiden tartışmaları farklı pencerelerden incelemek ve mimari tasarım stüdyosunda “poliglot” kimlikler üretebilmek, bu ilişkiler ağı içinde oluşan karşılıklı etkileşim, May’in (1994) “yoğunlaşma derecesi” olarak ele aldığı, “düşüncenin orjinalliği ve yaratıcılık aktivitesi” arasında bir denge gibidir. Yerinden edilmeye ve belleksizleştirmeye karşı, "kenti yeniden icat edebilme hakkı ve enerjisi” için ekoloji, tasarım stüdyoları için tüm güncelliğini koruyor ve ekolojik bir kentin inşası, hemen yanı başımızda duruyor...

NOTLAR
1 Antropojenik: Doğada insanoğlunun neden olduğu etkiler.
2 Sapir-Whorf Hipotezi: Dilbilimci olan Edward Sapir ve Benjamin Lee Whorf''tan adını alan hipoteze göre insan kendi dilinden başka hiçbir dili tam olarak anlayamaz. 1950'lerde başta dilbilim dünyasına adını duyuran Sapir-Whorf Hipotezi, insan düşüncesinin yerel dillerden etkilendiğini savunmuştur. Düşünce ve davranışların dile bağlı olduğunu belirten hipotez, kendi dilimiz ya da kendi sözcüklerimiz kadar dünyayı anlayabildiğimizi savunmaktadır.
3 Poliglot: Çok dil konuşan.
4 Adaptiogenesis: Evrimsel değişimlerle farklı çevresel durumlara uyarlanabilme durumu; bu şekilde davranış gösteren metabolizma.
5 Kentsel esneklik (resilience): Bir maddenin veya objenin kendi şekline geri dönebilme yetisi; ani bir darbe ve zorluk durumlarından hızlıca kurtulma yetisi; bağışıklık geliştirme durumu.

REFERANSLAR

  • Haber, W., 1993, Ecological Principles of Environmental Protection, Economica Publishing, Bonn.
  • May, R., 1994, Yaratma Cesareti (the courage to create), çev. Oysal, A., Metis Yayınları.
  • Paker, N., 2014, “Kentsel Ekoloji: Her Kent Kendi Senaryosunu Hazırlar!”, İstanbul İçin Öngörüler_TAARLA: İTÜ Mimari TA-sarım AR-aştırma LA-boratuarı, Ed.ler: Şentürer, A., Paker, N., Berber, Ö., Şenel, A., İTÜ Vakfı Yayınları, İstanbul, sf. 50-57.

Etiketler:

İlgili İçerikler: