Rastgele Düşünceler 2 veya Mimarlığın Eleştiriyle İmtihanı

SİNAN LOGİE

Eray Çaylı’nın Zincirleme Reaksiyonlar’a katkısı, bizleri dijital devrim çağında mimarlık pratiğinin yeni yollarını düşünmeye davet etti. Buradan hareketle ben de bu dijital devrimin, tıpkı Marshall McLuhan ya da Deleuze ve Guattari tarafından öngörüldüğü gibi, otoriteye yönelik davranışları nasıl dönüştürdüğünü tartışacağım.

sazlıdere barajı
sazlıdere barajı

Toplumlar, kültürleri ve sosyal alışkanlıkları aracılığıyla kolektif hayaller üretirler. Bu fraktal ve zihinsel yapılar, farklı düzeylerde davranışlarımızı belirler. Bu örüntülerin nasıl yerleşeceği, eğitim sistemi, aile geleneği ve ana akım medya gibi sosyal hiyerarşi garantörlerine bağlıdır. Bunun sonucunda (fraktal örüntüler halindeki) sosyal hiyerarşi protokolleri farklı ölçeklerde, politik, akademik ve mesleki dünyalar (misal mimarlık mesleği) gibi farklı alanlarda varlık gösterebilir. Dolayısıyla bu örüntüler, seçim kararlarını etkilemek ya da baskın ataerkil figürlerde somutlaşan belirli kişilikleri pohpohlamak için bilişsel olarak birbirine eklemlenebilir. Bu otoriter figürün aynı anda birden çok yerde var olma gibi bir yeteneği vardır.

Tabi ki Türk toplumu ve mimari mikrokozmosu da bu kurallardan azade değil.

Tarih, statükoya karşı savaşanların merkezi otorite tarafından “ahlaksız”1 olarak tanımlanmasına çok kez şahitlik etti. Son zamanlarda, Türkiye de bu alışkanlığı eksiksizce yerine getirmede oldukça başarılı oldu. Tabi ki bunun zirvesi devlet ölçeğinde yaşanıyor olsa da ilginç sapmalarla mimarlık mesleği düzeyinde de bu alışkanlıkla karşılaşmak mümkün. Karşımıza çıkan son örneklerde eleştiriye tahammülsüzlük bir norm halini almış gibi görünüyor ve muhalif sesler “saçmalayanlar” olarak nitelendiriliyor. Bu davranışı resmetmek adına Türkiye mimarlık ortamının en saygıdeğer Telamon’larından (Yunan mimarisindeki erkek figürlü sütunlar) Emre Arolat ve Uğur Tanyeli’nin yakın zamanlardaki iki reaksiyonunu anımsayalım.

8 Ekim 2015’te Emre Arolat, “140 Karakter!” başlıklı bir konuşma yaptı ve bu kapsamda Twitter’ın 140 karakterlik gönderileri kullanılarak yapılan mimarlık yorumları üzerinden, olası tüm eleştiri biçimlerini itibarsızlaştırdı. Arolat’ın yeteneği ve mizah duygusuyla sergilediği performans, açık bir şekilde mimarlık mikrokozmosunun başka aktörlerini hedef alıyordu, örneğin aktif sosyal medya kullanımı ve mimarlığa yönelik keskin bakışıyla bilinen Ömer Yılmaz’ı. Bundan daha yakın zamanlarda Arkitera’da yayınlanan saygıdeğer Uğur Tanyeli yazısı ise muhalif sesleri susturmak adına bir başka girişim oldu. Bu metin, Venedik Mimarlık Bienali Türkiye Pavyonu için seçilen Darzana projesi etrafında kopan “fırtınayı” durdurmaya yönelik cesur bir girişim.

Türkiye mimarlık ortamının bu iki ana figürüne duyduğumuz saygının ve tarihin bu önemli kişiliklerin kültürümüze katkısını kayıt edeceğinin ötesinde, bu figürlerin fikirleriyle sosyal medya platformlarında yayılanlar arasındaki uçurumu anlayabiliyorum. Genç nüfusuyla Türkiye, dünyada sosyal medya kullanıcı sayısı en yüksek ülkelerden biri. 1960’larda iletişim kuramcısı Marshall McLuhan’ın da öngördüğü gibi medyanın çoğaltılması, tekil bilgi (ve iktidar) kaynağının egemenliğini kırması açısından olumlu olsa da doğru bilgiye erişimi zorlaştırır. Yine de unutmamalıyız ki bu yeni elektronik ortamlar kentsel direnişin çok başarılı formlarını olanaklaştırdılar. 2013’teki Gezi Parkı hareketi büyük ihtimalle ortak hafızamızda, bu potansiyeli resmeden, hala taze bir anı.

Her ne kadar Gezi protestoları tamamen Türkiye’deki politik ortamı yeniden biçimlendirmemiş olsa da bilgi ve politikaya bakış derinlemesine bir şekilde yeniden biçimlendi. Bu çerçevede özellikle de bugünün Türkiye’sinde, iktidarla olan tarihi bağları nedeniyle mimarlık ve onun politik ifadesi, yeni nesil tarafından gittikçe daha fazla sorgulanıyor. Genç mimarlar ya da geleceğin mimarları, finansal (ve politik) güçlerin hizmetindeki bir mesleğin aktörleri ya da gelecekteki aktörleri olarak kendi sosyal sorumlulukları konusunda endişeliler. Karşımızda medya araçlarını ve mizahı kullanan, ayrıca bilgiye anlık erişimi sayesinde bazen kentsel meseleler üzerine sert yargılarda bulunan bir yeni nesil kentliler var. Bu jenerasyonun beyni, önceki nesiller gibi hiyerarşik yapılanmalarla biçimlenmemiş, Gilles Deleuze ve Felix Guattari’nin tanımladığı gibi “hiçbir merkezi otomat olmaksızın” rizomatik örüntülerle sahip.

Bu çerçevede bu yeni neslin kendi mimarlık kariyerini nasıl hayal ettiğini ya da Emre Arolat’ın hem yakın tarihte İstanbul’da inşa edilmiş en ilginç camiyi tasarlaması hem de Mecidiyeköy’deki Torun Center ile İstanbul’daki en önde gelen kent suçlarından birini işlemiş olması hakkında ne düşündüklerini tartışmalıyız. Mimarlık stüdyolarında yürütücülük yapan biri olarak kendi deneyimim üzerinden diyebilirim ki birçoğu üç sene evvel sokaklarda biber gazı yemiş olan yeni mimar adayları endişe içinde.

Akademisyenler olarak mimarlıkla konforlu bir ilişkimiz var. Pratiğimizin sınırları net bir şekilde çizili. Mimarlık ofislerindeki gibi nitelikli mimari tasarımların hayata geçirilebilmesi için yatırımcılar ya da otoritelerle sürekli boğuşmamız gerekmiyor. Öte yandan öğrencilerimizden sürekli olarak aldığımız soru şu: “Hocam, mezun olunca biz de böyle işleri almak zorunda kalacak mıyız? Biz de bu kent suçlarına ortak olacak mıyız?” Her mimarlık ofisinin büyük ölçekli kentsel dönüşümlerde rol üstlenmediği ve buna benzer açıklamalarla onlara umut aşılamaya çalışıyoruz. Ama itiraf etmek gerekir ki öğrencilerimize örnek olarak gösterebileceğimiz mimarların sayısı oldukça az, özellikle de mesleğin ana figürleri arasında.

Mimarlık okulları bilgisayar ekranlarında veri manipülasyonu yapan robotlar mı üretmeli? Yoksa umudu ve sosyal sorumluluğu somutlaştıran bir mimarlık kültürü mü kurmak istiyoruz? Çünkü bir sanat biçimi olmasından ziyade mimarlık, kamu yararına bir meslek, MIPIM Ödülleri ya da süslü bienaller değil esas mesele.

O nedenle de Darzana tartışmaları çerçevesinde yeniden gündeme gelen Haliç Tersaneleri’nin dönüşümünde şeffaflık ve STK’ların sürece katılım talebi oldukça makul; her ne kadar mesleğin bir kesimi bu iki meselenin birbirine karıştırılmaması gerektiğini öne sürse de. İKSV’ye mesleğimizin karşı karşıya olduğu soruları nihayetinde masaya yatırma fırsatı verdiği için teşekkür ederiz.

Yazıyı bitirirken Teğet Mimarlık’ı ve Darzana ekibini de tebrik edelim, kendileri eleştirilere kulak asmadan, bu “fırtına” esnasında kendi işlerine baktılar ve bienal çalışmalarına odaklandılar. Kendilerine başarılar dileriz. Öte yandan, umuyoruz ki Haliç Port çerçevesinde şeffaflık için yapılan talepler kendilerine ulaştırmıştır. Kendilerinden haber bekliyoruz. Örnek bir davranış sergileyip sergilemeyecekleri, “bir generali ve bir hafıza düzenlemesi ya da merkezi otomatı” olmayan geleceğin mimar nesillerine ilham verecek. Oralarda bir yerlerde umut işaretleri arayan nesillere…

Dikkat edin, bu yaz bütün Ebru Gündeş konserleri iptal olabilir.

Sevgi ve saygılarımla.

NOT:
1 Howard Selsam, ‘’Etik: Yeni Değerler ve Özgürlük’’, Yaba Yayınları, 1995, çeviren : Yüksel Demirekler

Etiketler:

İlgili İçerikler: