Sıradanlığı Kırmanın İkili Dili

DİRİM DİNÇER

Küreselleşmenin kent mekanındaki yansımalarının bir aks-prototipi olan Büyükdere Caddesi, panoramasına eklediği kristal formlu yapısıyla görünürlüğünü perçinliyor. Yapıysa; tasarımı, yapım tekniği, yerleşimi ve mekan kurgusuyla yerel ve küresel ikileminin altını çiziyor.

Kapitalizm, gücünü yaratıcısı olduğu küresel ağın kent mekanındaki görünürlüğüyle beslerken; İstanbul gibi pek çok kente yaptığı müdahaleler de mimarlık ve kent üretiminin asıl pratiği haline geldi. Burada Büyükdere'yi türünün tek örneği olarak görmemek gerekiyor, Londra'nın Canary Wharf'ı da benzer pratiklerle üretilmişti. Büyükdere de bu aksın İstanbul'daki ana tanımlayıcısı olarak yaklaşık 40 yıldır eklemelerle ve eksiltmelerle dönüşmeye devam ediyor. Kentsel kullanım kalitesi düşük, kent içinde ama kentten bağımsız bir karakter yaratan, kent ve kullanıcıyla sadece biçimsel bir ilişki kurmaya izin veren kent parçaları üreten bu pratik, (her müdahalenin müellifleri, kentle kurulan "güçlü" ilişkilinin altını çizse de) mimarlarını da eleştirilerin hedefi haline getiriyor.

Kısa süre önce 3. Havalimanı Hava Trafik Kontrol Kulesi Yarışması sayesinde deneyimlediğimiz yabancı mimarların "yerel hassasiyetleri" bir tarafta dururken diğer yanda aynı proje için tek günde beş defa ruhsat çizimi üretilen bir ülkede, dışarıdan birinin prosedürleri nasıl bulduğu sorusu var. Bu soruyu da dünyanın her tarafında mimarının imzasını taşıyan "heykelsi" binalar yapanlara sormanın pek anlamı olmuyor. Dünya onların oyun alanlarıyken ve yaptıkları da prestij uğruna kabul edilirken gerçekçi süreç paylaşımı yapmalarını bekleyemiyorsunuz.

Geçtiğimiz Aralık ayı başında, Büyükdere dönüşümünün son ürünlerinden biri olan Finansbank Kristalkule'nin mimarları, tasarım ve proje süreçlerini kendi binalarında anlatmaya geldiklerinde bakış açılarını da ilk ağızdan duyma olanağı bulundu. Üretim alanları Büyükdere'nin üretilme pratiğiyle oldukça benzeşen; tıpkı onun gibi küresel üretim yapan mimarların sunumunu, yaptıkları bina içinde ve soru sorma, tartışma, anlama, eleştirme imkanı bulan öğrencilerle birlikte dinledik. Ekonomisi küresel, kendi içe dönük ve tek tipleşmiş mimarlık pratiğine henüz dahil olmamış öğrencilerin katılımının oldukça önemli olduğunun da altını çizmek gerekiyor.

İsimlerini çokça duyduğumuz I.M.Pei, Eason H.Leonard ve Henry N. Cobb tarafından 1955 yılında kurulan Pei Cobb Freed & Partners, altmış yılı aşkın süredir mimarlık pratiğinin içinde, yaklaşık 250 yapı üretmiş New Yorklu bir mimarlık firması. Berlin'in Friedrichstraße'sinden Londra'nın Canary Wharf'ına, Singapur'dan Suudi Arabistan'a yüksek yapı üreten Pei Cobb Freed & Partners; sekiz ortağı ve 100'den fazla çalışanıyla kurumsal bir yapı tanımlıyor.

Türkiye'deki ilk işleri olan Kristalkule'nin ortaya çıkış süreci, projenin ilk işvereni ve geliştiricisi Soyak'ın New York'taki ofislerine gidip bir ofis binası istemesiyle başlamış. İstanbul'un kent ölçeğindeki karmaşasının farkında olan mimarlar, işverenle yaptıkları oldukça uzun süren ilk görüşmeyle proje alanının özelliklerini de öğrenmiş. Dünyanın pek çok yerinde proje yaptıklarını, ancak buranın öteki yerlere olan benzerliğinin Büyükdere aksı ile sınırlı olduğunu belirtiyorlar. Onlara göre yeri özel ve farklı kılan; kentin merkezi iş alanıyla kendiliğinden örgütlenerek üretilmiş bir mahalle arasında olması. Bu yer bilgisi, bir analiz olarak eskiz kağıtlarında kalmamış; tasarımın karar verme sürecinde en az işlev kadar ön planda tutulmuş; yapının yerleşme kararı buna göre verilmiş. İstanbul gibi bir kentte proje ürettikleri alanın nitelikleri karşısında kendilerinin de heyecanlandıklarını belirten Henry Cobb, tasarım aşamasında görmezden gelmedikleri mahalleyle ilgili düşünceleri sorulduğundaysa şöyle cevaplıyor: "Çeliktepe mahallesinin dönüşümüyle ilgili bir öngörümüz asla olmadı; onunla ilişki kurduğumuz yapıya benzemesi gibi bir niyetimiz de yok. Farklılıklarla var olmayı teşvik etmek istedik, her şeyin zamanla ve kendiliğinden ortaya çıkmasına ve doğasıyla gelişmesine izin verilmeli". Evrensel tasarım adı altında, dünyanın her yerine uyarlanabilir bir yaklaşımın varlığına inanmadığını belirten Cobb, mimarlığın yerin kimliğinden bağımsız düşünülemeyeceğini söylüyor. Kente yapılan her müdahalenin onun karakterini biçimlendirdiğini ve İstanbul gibi farklılıkları yoğun bir biçimde bir arada bulunduran bir kentte çalışmanın çok heyecan verici olduğunu da ekleyerek. Pek çok kişinin yere ait kimliğin altını çizdiğini biliyoruz; üretimde bunu görmekse pek mümkün olmuyor. Ancak Pei Cobb Freed & Partners çalıştığı her ülkede yerel bir mimarlık ofisiyle çalışmayı, ki bu projedeki ortakları da Has Mimarlık, kendine prensip edinmesiyle bu niyetin nüvelerini taşıyor. Yerel işbirliğinin üretim aşamasında sağladığı kolaylıkların yanı sıra kamuyla bağlantılı süreci de hafiflettiğini belirten Bruguera'ya göre yerel sistemi öğrenmek, inşaat tekniklerini bilenlerle çalışmak sürecin en öğretici yanlarından oluyor.

Doğu batı doğrultusunda parseline yerleşen yapı, Büyükdere sınırına genel müdürlük kulesini konumluyor. Podyum adını verdikleri; konferans salonu, çarşı, spor alanı ve eğitim birimlerini içeren işlevlere sahip sürekli mekanlarsa, doğuda malzeme ve hacim kurgusuyla mahalleyle ilişki kurmaya çalışan 12 katlı ofis yapısıyla son buluyor. Tanımladığı mekan sürekliliğiyle kendi içine dönük bir gökdelen sınırlandırmasından kurtulsa da işlevinin kaçınılmaz parçası olan aşırı güvenlikli girişi, çevresini saran yüksek duvarlarıyla kamusal mekan sorununa alternatif üretemiyor. Mimarlarından Jose Bruguera'nın bu sorumuza verdiği cevap da bir ikilemi işaret ediyordu: Modern güvenlik önlemleriyle geçirgen bir yapı üretmenin mümkün olmadığını belirten Bruguera'nın konuşmasını dinlemek için üç kere x-ray cihazlarından geçmiş olmak.

fotoğraflar: fernando guerra
kesit
diyagram

Farklı geometrisiyle dikkat çeken kulenin tasarım sürecinin başlangıcında elde edilmiş ve aynen uygulanmış olan formu; soyut bir dikdörtgenler prizması hacminin farklı katlarına yerleştirilmiş, yatay paralelkenar yüzeylerinin düşeyde farklı noktalardan birleştirilmesiyle oluşturulmuş. Altı yüzeyli ve köşegeninden simetrik kesik kristal form; Henry Cobb'un sözleriyle, kendilerinin altmış yılı aşkın yüksek katlı yapı yapma bilgisinden geliyor.

Kuzey ve güney cepheleri paralel, doğu ve batı cepheleri parametrik geometri değişikliğiyle oluşturulan form; giriş katında güneydoğu-kuzeybatı yönünde paralelkenarken üst katlarda kuzeydoğu-güneybatı yönü paralelkenara dönüyor ve 168 metrede kuzey-güney doğrultusunda düz bir çizgi ile sonlanıyor.

Bu farklı formla kentin ilişki kurulabildiği noktalardan biri Büyükdere'nin alışılmış pratiğindeki sıradanlığı, imge ve hareketle farklılaşmasını sağlayarak kırmak. Yapı, kent yüzeyindeki doğrusal hareketimizle bile değişken bir imgeyle karşı karşıya gelebilme potansiyelini taşıyor. Tabi Büyükdere yürüyerek deneyimleyebildiğimiz, bir kent mekanı gibi kullanabildiğimiz bir yer olsaydı ve farklı kulelerin yüksek katlarından ya da helikopterden çekilmiş fotoğraflarına bakmak zorunda olmasaydık. Diğer ilişkiyse; bulunduğu yerin niteliklerinin farkındalığı. Kentin farklı noktalarından farklı pozlar veren Kristalkule'nin mimarları, kent ve yapıların görünürlüğü üzerinde çarpıcı bir etkisi olan topoğrafyanın da farkındalar ve bunu bilinçli bir fırsata dönüştürmüşler.

Kristalkule kuvvetli imgesini, cephesini taşıyıcı strüktüründen ayırarak mümkün kılıyor. Döşeme ve kolonlardan oluşan betonarme taşıyıcı sistemin oluşturduğu ana omurgası, çelik strüktürden oluşan "olmayan" çatısı ve bir deriye benzettikleri cephesiyle birbirinden bağımsız sistemler bir araya gelerek bir bütünü tanımlıyor. Hem form hem de onun destekleyicisi olan cephe sistemi, geleneksel cephe adlandırmalarına da izin vermiyor. Yapıya yüklenmek istenen karakteri vermek için katlanma (folding) üzerine çokça düşünen mimarlar, yüzey birleşimlerini de bu anlayışla çözmüşler. Yüzeyin yön değiştirdiği yerlerde "v" şeklinde, üretim aşamasında birleştirilmiş cam yüzeyler kullanılmış. Böylece birbirinden ayrı ama detayla birleştirilmiş yüzeyler değil, sürekliliği sekteye uğramamış, katlanma düsturuna uygun bir hacim elde edebilmişler. Ancak cepheyle strüktürün birbirinden ayrı çalışması, uzun süredir yüksek katlı yapılar üreten mimarların sık yaptığı bir seçim değil.

Nedenini sorduğumuzda yapıya karşı takındıkları tutumun bunu gerektirdiğini söylüyorlar; "Kulenin kılıfının şarkısını söylemesine bu şekilde izin verebilirdik." diyerek. Üretim pratiklerinde pek sık rastlanmasa da Kristalkule ilk de değil; mimarlarının "Metamorfoz Gökdelenleri" adını verdikleri üçlüye dahil. Amerika Birleşik Devletleri, Texas'ta yer alan 1986 tarihli Allied Bank ve İspanya, Madrid'deki 2008 tarihli Torre Espacio yapılarından edinilen bilgi birikiminin de Kristalkule'nin tasarımına katıldığını belirtiyorlar. İki yapı da Kristalkule gibi, formundan gelen ve her biri birbirinden farklı katlara, kat planı çözümlerine ve farklı bakış açılarına göre değişen imgeye sahipler. Ancak Kristalkule'yi öncüllerinden farklı kılan ve mimarları tarafından çok önemsenen bir niteliği var; yapının tamamının tek bir kullanıcıya ait olması. Bu, iç mekanı da tasarlama imkanı vermiş. Henry Cobb şöyle özetliyor: "Bir mimar için en tatmin edici şey; bir yapıyı bütünüyle tasarlamaktır. Burada bu imkanı bulduk."

Çalışma mekanlarının fiziksel olarak da dönüşüm geçirdiği bir zamanda tasarlanmış "ofis" mekanı olarak kule; büyük taşıyıcı kolonlarının imkan verdiği ölçüde serbest planla kurgulanmış. Ofis katları içindeki kapalı mekan ihtiyaçları da yine strüktür ve cepheyi takip eden çözümlerle üretilmiş. Kat planlarındaki işlevlendirme; bankanın farklı bölümlerinin ihtiyaçları göz önünde tutularak yapılmış. Her katın farklı bir geometrisi olduğu düşünüldüğünde ofis işlevi bir meydan okuma olarak görülüyor ki bu New Yorklu mimarların kendi ülkelerinde yapamadığı bir üretim biçimi. Kuzey Amerika'nın pazar stratejilerinde alışılmıştan şaşılmadığının altını çiziyorlar ve Dallas'taki metamorfoz gökdelenlerinin nadir örneklerden biri olduğunu belirtiyorlar. Bunun kültürel olduğunu söyleyen Cobb, fikirlerinin işveren tarafından heyecanla kabul edilmesini buna bağlıyor. Mekansal olarak standartlaşma sebeplerinin cesaretle ilişkisi tartışılır ama onlara göre dünyanın geri kalanı bu anlamda daha cesur.

Yapının işlevini hakkıyla yerine getirip getirmediğini kullanıcılarından dinlemek gerekir ve mutlaka her ürün tartışmaya açıktır; ancak değişen mimarlık pratiğinin içerisinde yapı dilinin mimarlarının ya da işverenlerinin canı istediği için değil, sahip olunan birikimi kullanarak ve kente dair bir farkındalıkla kurulmuş olması da büyük önem taşıyor.

Etiketler:

İlgili İçerikler: