Tasarım ve Denetim Odağı

OTTO VON BUSCH

Bizi birçok yolla “güçlendirdiği” söylenen tasarımla çevrili haldeyiz ve Kendin Yap (DIY) akımının ana fikri bireyin gündelik yaşamında ürünlerle etkileşiminde doğrudan denetimi elinde tutması üzerine kurulu. Ama bence, bu “yapmanın” ne anlama geldiğine dair ana sorulardan biri tartışmaya dahil olamamış halde: Kim neyi yapıyor ve kim neyin denetimini elinde tutuyor?

Halen bireysel düzeyde meseleye yaklaştığımıza göre, yapan kendinsin. Bu noktada kişilik araştırmalarına bir göz atacak olursak denetim odağı kavramının bir yardımı olabilir. Denetim odağı (locus of control) bireylerin hangi noktaya dek kendilerini etkileyen olayları denetim altında tutabileceklerine referans verir. Buradaki odak (locus, yani Latince yere dair kişisel kavrayış) içsel ya da dışsal olabilir. İçsel olması halinde kişi kendi yaşamının kontrolüne sahip olma deneyimini yaşar. Diğer durumdaysa kişi yaşamının dışarıdan, sistemli, çevresel ya da politik etkenlerce kontrol edildiğini, bunları etkileyemediğini ya da değiştiremediğini deneyimler. Bu etkenler kader ya da şans olabileceği gibi devlet, piyasa ya da kültür gibi seküler güçler de olabilir.

İçsel bir denetim odağına sahip olan birey sorgulayabilir, eleştirel bir pozisyon alabilir, kendi performansını artırmada beceriler yaratmak ve geliştirmek için kişisel çabasını ve kapasitesini değiştirebilir. Dahası yaşanmış deneyimlerinin bağlamını ele alabilir ve değiştirebilir. Dışsal bir denetim odağına sahip olan birey içinse yüceltme de aşağılama da dışsallaştırılmıştır, birey bağışıklıdır ve aynı zamanda olan biteni değiştirme becerisine sahip değildir: Her zaman başkasının suçudur, kaderin bir oyunudur ya da birey her ne yaparsa yapsın sistem zaten her şeye karşıdır.

Bu bakış açısı aynı zamanda etrafımızdaki değişim kültürlerini nasıl deneyimlediğimizi de etkiler: Etrafımızdaki değişikliklerin nedeni bizim bunun için çaba göstermemizden mi kaynaklanıyor yoksa sistemli ya da doğaüstü nedenlerden mi? Değişim kültürünün dışsal olduğu bir yerde tıkılı kalmışsam tüm sosyal çevrem değişimin olması için bekliyor ve harekete geçip de mevcut güce karşı meydan okumuyorsa? Peki ya etrafımdaki dünyayı etkileme yeteneğim bana “gökten” iniyor ya da “şansla” bahşediliyorsa? Bu durumda yapabileceğimiz pek bir şey yok ve eğer yapmaya girişsek de olaylar istediğimiz gibi gitmez ve kendimize saygımızı ve denetim odağımızı kaybetmemize yol açabilir.

Öte yandan içsel ve dışsal denetim odaklarını harmanlamak bireyin neyin değiştirilip neyin değiştirilemeyeceğine dair muhakemesini güçlendirerek bu ikisi arasındaki ayrıştırmayı yaparak bilgeleşmesini sağlayabilir. Bu bireyler kendi kişisel sorumluluklarını üstlenirken verili durumlar içinde çalışabilir ama aynı zamanda kuralları ve sınırları avantajlarına çevirerek dışsal sistemin içinde hala içsel denetimlerini koruyarak hareket edebilirler.

Öyleyse tasarımın ana sorularından birine geri dönelim: Kendin Yap aslen Kendin Kontrol Et anlamına geliyor mu? Ve tüketimcilik bana dünyayı değiştirme olasılığım hakkında ne öğretiyor?

Oldukça pratik bir örnek olarak Ikea mobilyalarını ele alabiliriz. Mobilyayı kurdukça ona çaba harcıyorum ama sistem pek de doğaçlamaya izin vermiyor ve her ne kadar sinirlensem de montaj süreci beni Ikea bileşenleri ve talimatlarının insafına bırakıyor. Kontrol parametreleri benim için oldukça kısıtlı ve montajda en iyi çabamı sergilesem dahi denetim odağı halen dışsal. Benzer şekilde neredeyse tüm online platformlar bir dışsal denetim odağı hissi yayıyor: Yapabileceklerim ve yapamayacaklarımın sınırları katı bir şekilde belirli ve tıklayınca açılan menüler olası cevaplarımla önceden yapılandırılmış halde. Sistem içinde bir sürü şey “yap”abiliyorum ama denetim odağı yine de dışsal ve ben güçsüzleştirilmiş bir halde kalıyorum.

Moda, denetim odağının dışsallaştırılmasına en iyi örnek olarak gösterilebilir. Sosyal bir olgu olarak moda her zaman oradadır, dergilerde, moda başkentlerinde ve diğerlerinin yargı ve onay mekanizmalarındadır. Her zaman dışsal güçlerin insafına kalırım, görünümüme ne kadar çaba göstersem de az.

Tüketici toplumunda denetim hissim aynı zamanda beni demokrasi içinde yaşayan bir vatandaş olmaya teşvik eder. Neredeyse “paramla oy kullanabileceğime” inanacak noktaya gelebilirim ve aslen piyasanın yönlendirdiği bireysel seçimlerimle dünyanın değiştirilebileceğini düşünebilirim. Yakın zamanda “etik” alışverişle merdiven altında düşük ücretlerle işçi çalıştırılan işletmelerin yok olacağını sanan bir tüketici nesli görürsek şaşmayın. Bu görüşün tarihi versiyonu şu olabilirdi: Köleliğin Amerika’da sona ermesinin nedeni, tüketicilerin “kölesiz koton” alışverişine yönelmiş olmalarıdır.

Yapmakla kontrol etmek aynı şey değil. Eğer piyasa size bir şey “yapmanızı” önerirse aslen sizi güçsüzleştirilmiş bir etkinliğe doğru yönlendirdiğine emin olabilirsiniz. Hiç kimsenin, ne devletin ne de piyasanın gücü kendi istekleriyle teslim etmelerini beklememeliyiz.

Kendin Yap, boş bir jest. Bizim peşine düşmemiz gereken Kendin Kontrol Et.

Etiketler:

İlgili İçerikler: