Tasarımın Realist Politikası

OTTO VON BUSCH

Tasarımın baskın perspektifi Amerikalı bilim insanı Herbert Simon’ın bir görüşüyle çok net şekilde ifadesini bulur. Simon’ın düşüncesinde tasarım mevcut durumların tercih edilenlere doğru değiştirilmesi için hedeflenen eylem yönlerini planlar. Bu nedenle her tasarım, ilerleme paradigması içinde artımsal değişime giden küçük bir adımdır. Tasarım dünyasında hepimiz gelecekte daha iyi bir dünyaya varmak adına bir şeyler eklediğimizi hissedebiliriz.

Öte yandan Simon’dan yaptığım bu alıntı, büyük bir uyuşmazlığı da vurguluyor. Bir durumu daha çok tercih edilen şey haline değiştirdiğimizde yeni olanı gerçekten kim ister? Yani, kim için tasarlarız? Kendimize sormamız gereken temel soru: Kimin menfaati için tasarlarız? Hangi sistem için, hangi sipariş için ya da daha soyut bir düzlemde hangi insan doğası için tasarlarız?

Katılımcı tasarım alanı içinde, biri "için" tasarlamaktansa onunla "birlikte" tasarlamak fikri popülerleşti, yani tasarımcı, problem çözücü uzman konumundan ziyade aracılık ve rehberlik eden, öğreten bir konuma geldi. Ama yine de ilk soruyla birleştirerek sormamız gerekiyor: kim ile tasarlarız? Hangi sipariş, hangi araçlar, hangi kapasite ile? Hangi politik bitişler ve belki yine soyut bir düzlemde hangi insan doğası ile tasarlarız?

Geleneksel tasarım ortamında ilerleme zaten olması gereken bir şeymiş gibi ele alınıyor. Bu tutum belki endüstri ürünleri tasarımında daha popüler. Tasarım tarihine baktığımızda daha küçük, hafif, hızlı, ucuz nesnelerin ilerlemesini görebiliriz. Şeylerin nasıl daha ergonomik, kullanıcı dostu, kolay erişilebilir olduğunu görebiliriz. Öte yandan bunu günlük yaşantımızda daha güçlü telefonlar, daha iyi yağmurluklar, güvenli evler ve ev aletleri ile deneyimleyebiliriz. Tasarım, ilerleme fikrine uyuyor, böylece şeyler iyileşiyor ve bu somut gelişmelerle birlikte insan doğası da gelişiyor. Tasarımla dünya daha iyi bir yere dönüşüyor. Bizler tasarımcıyız, iyi olanlarız. İlerlemenin ve barışın kahramanlarıyız! İstatistiklere bakarsak gerçekten bir yüzyıl öncesinden daha barışçıl toplumlar olduğumuzu görebiliriz. Modern ilerleme sağolsun ki daha az savaş, kıtlık var ve bugün tabi ki daha akıllı ve bilgilendirilmiş kişileriz.

Ama bu ilerleme efsanesinin bir köşesinden görünen küçük, siyah bir belirsizlik var. Bu belirsizlik bize, peki ya tasarım dünyasında deneyimlediğimiz bu ilerlemenin küresel düzeyde ya da insan ruhunda bir yansıması olmuyorsa, diye soruyor. Ya bütün güzel ve akıllı aletlerimiz bizi daha iyi insanlar yapmıyorsa? Bu soru insanların ergonomik ve ekonomik modelleri ya da ideal tüketicileri kullanıcılar ve karakterler yerine sahiden gerçek insanlar ile ve onlar için çalışmaya yaklaştığımızda aciliyetini artırıyor. Ya gerçek insanlar umut ettiğimizden daha fazla gerçeklerse?

Katılımla meşgul oldukça, sosyal meseleleri ve tasarım politikalarını kurcaladıkça, ilerlemeye ve daha iyi bir geleceğe doğru uzanan gurur verici yolumuz hayal ettiğimizden daha az parlak gözükebilir. İnsanlar her zaman işbirlikçi olmayabilir, arkadaşça davranmayabilir, herkes için eşit menfaat ilkesini aramayabilirler. Bazen dünyadaki acıyı azaltmaya çalışırken aslında onu öteliyoruz ya da bir acı çeşidini diğeriyle değiştiriyoruz. Ya insan hayatının durumu durağansa, üzüntü sonsuzsa, acının miktarı eşit ve daimiyse? Tasarımda gördüğümüz bütün gelişmeler ve ilerlemeler şeylerin yüzeyinde kalıyorsa ve insan ruhunun derinliklerinde hiçbir şey değişmediyse? İnsan, doğası gereği kötüyse ve ilerleme yoksa, tasarım güçlü olanın baskıyı ve hatta belki şiddeti yönlendirmek için kullandığı bir araçsa?

Simon’ın dünyanın daha iyi bir yere doğru değişeceği yönündeki klasik fikri siyasi bilimlerdeki idealist cepheyle iyi uyuşuyor. Kuruluşların, durumları kendi ideallerimiz ile ve çoğu zaman kibirli tutkuları kullanarak şekillendirdiği durumda idealistler şeyleri daha umut verici olarak görmeye meyil ediyorlar. İdealistlere göre insan toplulukları işbirliği yapmayı seviyor, ilerleme reddedilemez ve politik saha daha iyi bir dünya için ileriyi gören imgeleme sahip. Fakat idealistlerin ana rakipleri olan realistler daha az iyimser bir şekilde düşünüyorlar. Öte yandan realistler fazla duygusallaşmadan ya da umut etmeyi katmadan durum ne ise ona göre değerlendiriyor ve insanı hayatta kalma ve güç için savaşan pratik, pragmatik bir canlı olarak görüyorlar. Realist politikanın sunduğu bakış açısına göre insanın doğası gereği nazik ve işbirlikçi olmaktansa zalim ve düşman olduğu, ilerlemenin olmadığı, idealist ya da barışçıl geleceğin olmadığı eylem hali olarak açıklanıyor. Böyle bir dünyada tasarım da oldukça farklı olmalı.

Fakat belki tasarım hala insanlar için ve insanlarla birlikte olmalı, ne ortak çalışanlarımızın ne kendimizin boşluk içinde var olmadığımızı görmeliyiz. Soğuk, zalim ve vahşi bir dünyada yaşıyoruz. Körüklediğimiz ve birlikte yaptığımız küçük girişimler ve projeler, niyeti bizim gibi olmayanlar tarafından zayıflatılmak üzere tehdit ediliyor, kullanılıyor, sömürülüyor. Eğer mahallede küçük bir kentsel bahçecilik projesi yaparsak diğerleri onu kullanmaya ve üzerinden kazanç sağlamaya çalışacak ve herkesi hiçe sayarak gücünü artıracak. Bu, nasıl davranacağımızı öğrenmemiz gereken bir gerçeklik.

Tasarımın realist politikası, bunu gerçek tasarım olarak adlandıralım, tasarımın vizyoner imgelemini kurban etmeden naif idealizmini ve barışçıl ilerleme hayallerini kısmen dizginlemeli. Dünyayı olduğu gibi görmeye başlaması gerekirken hala nasıl olması gerektiği yönünde davranıyor. Öte yandan daha önemlisi, taze taze tasarladığımız yeni gelecek, huzuru zayıflatan, güç ve şiddet yolu ile baskı kurmayı arayan politik güçlerden korunmalı. Küçük kentsel bahçemiz korunmalı, sözleşmeler ve hukukla sürdürülegelen işlemler girişimler, ilkeler ve aktivizmle ve en sonunda belki şiddet içermeyen güçle…

Tasarımın realist politikasında acımasız gerçek böyle. Tasarımın realist politikası içinde ziyafet çeken kurtlar ve acı duyan kuzular var. Tasarımcılar hala birer kahraman olabilir, ama artık kendi kendini aldatmanın kahramanı olamazlar.

Etiketler:

İlgili İçerikler: