Toplumsal İktidar Mücadelesinin Bir Parçası Olarak Kent Hakkı Mücadelesi: Mimar Meclisi Bakışı

MİMAR MECLİSİ

Mimar Meclisi olarak bu yazı dizisinin etiketlerinden biri olan “kentsel muhalefet” kavramını nasıl yorumladığımızı ortaya koyarak yazıya başlamaya karar verdik. Öncelikle iki temel soruya yanıt vermek gerekir: “Kentsel muhalefet ne anlama gelir?” ve “Kentsel muhalefetin alternatif örgütlenme biçimleriyle olan ilişkisi nedir?” Kentsel muhalefet tamlamasında elbette ilk gözümüze çarpan bunun bir muhalefet etme biçimi olduğu, ikincil olarak da muhalefetin mekanının kent olduğu olacaktır. Kentsel mekana dair muhalefet etmek, kentsel mekanın iktidar sahiplerine ait olduğu kabulünü ve bu zümrelerin sahipliğine getirilen itirazın açıktan ve/veya doğrudan gerçekleşmediğini içerir. Bu anlamda muhalefet eden gruplar daha başından iktidar mücadelesi dışında bir pozisyon belirleyip iddiasını, bir başka zümrenin iktidarında olan mekanı “iyileştirme,” “revize etme” sınırlılığında tutar. Burada ikinci sorunun yanıtı devreye giriyor. Alternatif örgütlenme ve eyleme biçimleri bu tür bir muhalefetin ötesine geçerek iyileştirmekten ziyade, değiştirme ve yenisini kurma erkini üretebilmek için iktidar sahibi zümrelerin dışında kalan halk iradesini öne çıkarma rolünü üstlenir.

Mimar Meclisi bu bağlamda muhalefet etmeyi değiştirme sorumluluğuyla birleştirerek eyleyen, demokratik değerleri benimsemiş, alternatif bir meslek topluluğu olarak mimarlık alanından kendini var eder. Meslek alanı topluluğu/örgütlülüğü denildiğinde ilk akla gelen, yasal olarak bağlı bulunduğumuz Mimarlar Odası’nın görev ve sorumlulukları, bahsettiğimiz alternatif mesleki topluluklardan birçok açıdan farklılaşır. Bu farkların başında Mimarlar Odası’nın yalnızca mimarların mesleki pratiğini odağına alması, geniş halk kitlelerinin yaşadığı kentsel gerçeklikten ve dolayısıyla mesleğin hizmet etmesi beklenen halkın öncelikli sorun ve ihtiyaçlarla arasına mesafe koyan bir eylem pratiğini benimsemiş olmasını verebiliriz. Bu durum sadece Mimarlar Odası için değil, çoğu zaman mimarlar için de geçerlidir, yani üyelerin pek çoğunda da örgütün sadece meslek hakkı savunuculuğu yapması beklentisi görülmektedir. Mimarlık bilgisine ve mesleki formasyonuna sıkışarak halkın önceliklerinden ve yaşadığı kent gerçekliğinden soyutlanmanın sonuçlarından biri olarak, kentsel mücadele içinde çokça önemseyerek korunmaya çalışılan kentsel/mimari değerlerin halk tarafından hiç de önemsenmediğine çokça rastlamaktayız. Oysa sanat gibi, kent, mimarlık, kentsel mekanlar da bir grup insana anlam ifade eden değil, halkın kitlesel olarak sahiplendiği ve onun için mücadele ederek yücelttiği unsurlar olmalıdır. Aşağıdaki alıntıda Lenin’in “biz” diye sözünü ettiği gruba, “mimarları”; “sanat” sözüne de “kentsel mekanı” yerleştirebiliriz:

“Sanat konusunda önemli olan ‘bizim’ görüşlerimiz değildir. Sayısı milyonlarla hesaplanan bir halkın içindeki birkaç yüz, hatta birkaç bin kişinin sanat anlayışı da önemli değildir. ‘Sanat’, halkın malıdır. Sanatın kökleri, emekçi kitlelerin derinliklerine uzanmalıdır, sanat bu kitleler tarafından anlaşılmalı ve sevilmelidir.” 1

Dosya kapsamında da yer verilen Fransız sosyolog ve düşünür Henri Lefebvre’in bakış açısıyla; geleneksel kentin, bir sanatçının eserleri toplamı (oeuvre) gibi tanımlanıp kent sakinlerince “kolektif” olarak yaratıldığı öne sürülür. Bu kolektif ve demokratik kent üretimi, kentlileri dönüştürücü etkiye sahip aktörlermiş gibi yansıtmasından ötürü yanlış anlaşılmaya müsait bir izlenim oluşturur. Çünkü kenti üreten dönemin toplumsal yasaları, bir diğer deyişle üretim biçimi, yani üretici güçler ve bu güçler arasında süregelen üretim ilişkileridir. Kapitalist rejimde üretici güçlerin egemenliği sermaye sahibi burjuva sınıf olduğundan, kenti de kendi sınıfının ihtiyaçları ve öncelikleri doğrultusunda değişim değeri yaratacak biçimde üretir. Bu durumda kent tüm diğer metalar gibi değişim değeri baz alınarak üretilen ve dönüştürülerek tekrar tekrar üretilen bir metadır ve kolektif olarak kent sakinleri tarafından üretilmesi bu uğurda mücadele söz konusu olmadan mümkün değildir. Kent hakkı mücadelesi tam da bu noktada sınıf mücadelesinin ayrılmaz bir parçası, kenti halkın ihtiyaç ve önceliklerine göre düzenleyerek değiştirme erkinin ele alınması olarak karşımıza çıkar. Kent hakkı mücadelesinin de demokratik kitle örgütlerinin (sendikalar ve odalar) geçmiş devrimci gelenek ve birikimlerine dayanarak bilfiil parçası olduğu “halkla birlikte, halk için” devrimci eylem pratiğinin geliştirilmesiyle yaygın ve etkin hale getirilebileceğini söylemek yanlış olmaz.

İstisnalar dışında,2 Mimarlar Odası örgütlenmesinin bahsi geçen değişim birikimini özgün halk iradesini öne çıkartarak oluşturması imkanı, yani demokratik kitle örgütü niteliği, 1970’li yıllarda terk edilmiş görünmektedir.3 Mimarlar Odası’nın meslek alanımızda demokratik yasal kurumumuz olarak önemini ve gerekliliğini sanıyoruz kimse yadsıyamaz; bu anlamda bir tartışma üretmek abesle iştigal olur. Fakat Mimarlar Odası dışında bahsettiğimiz özgün halk iradesini merkeze alacak, halkın öncelikli sorunları ve ihtiyaçlarıyla kent mekanında mücadeleyi sürdürerek değiştirme erkini temel alacak alternatif mesleki topluluklar, halkın öncelikli ve hayati ihtiyaçlarından soyutlanmış, pratik bir karşılık üretmekten uzak, güvenli bir eleştirel pozisyona sabitlenmiş görünmekte.

Pratikte karşılığını üretmek dediğimizde somut olarak herhangi bir nesne ortaya koymak, bir yapı inşa etmek gibi eylemlerin tek geçer akçe olduğu gibi bir denklem kurmadığımıza dikkat çekmek isteriz. Bahsi geçen pratik karşılık politik bir kavrayışla birlikte kullanım değerine odaklanan sınıfsal bir perspektifi ortaya koyabilmekten geçer. Sınıfsal perspektif, kent mekanında varlığını sürdüren güç ilişkilerinde etkin rol oynayarak politik ekseniyle kent hakkını öne çıkaran türde bir muhaliflik biçimini benimsemeyi getirir ve böylelikle kentte ya da kentlide bir dönüşüme sebep olabilir. Fakat bu, politik bir eksen içermeyen muhalefet biçimlerinin tamamen etkisiz veya yararsız olduğu anlamına da gelmez. Ancak politik ekseni olmayan muhalefet biçimleri, yeniyi kurma erkiyle hareket etmedikleri için, kent hakkı talebini yaygın kitlelerle iktidar üzerinde baskı haline getirecek kalıcı bir etki yaratma güçlüğü yaşarlar.

Yazının başındaki kavram tartışmasına dönecek olursak, “Kentsel Muhalefet” bilinçli ya da bilinçsiz bir edilgenliği ve hatta uzlaşır tavrı, iyileştirme niyetini imlediği gibi, salt eleştirme pozisyonuna yerleşme anlamını da barındırıyor. Eleştirmek, eleştirdiğin hatayı düzeltmek için emek vermek anlamını taşımakla birlikte; sadece neyin yanlış olduğuna dair tespitte bulunup doğruları işaret eden, dolayısıyla her daim haklı olma lüksüyle yetinme anlamına da gelebiliyor. Bu durumda eleştiri denildiğinde tespitin bir adım ötesine geçerek değiştirmek için emek vermenin anlaşılmaması riski mevcut. Bu riskin “kentsel muhalefet” kavramı açısından bahsettiğimiz değiştirme erkini ve sorumluluğunu karşılama noktasında geçerli olduğunu, bu yüzden “kentsel muhalefet” sözünün yetersiz kaldığını düşünüyoruz. Bunun yerine doğrudan ve aktif hak mücadelesini imleyen “kent hakkı mücadelesi” kavramını veya “devrimci kentsel muhalefet” kavramını kullanmayı yeğliyoruz. Burada “kentsel muhalefet” kavramına eklenen “devrimci” sıfatı, bahsettiğimiz “edilgen” niteliği de değiştirme rolü üstleniyor. Zira “kent hakkı mücadelesi” veya “devrimci kentsel muhalefet” tam anlamıyla bir mekansal iktidar mücadelesine ve bu mücadelenin sınıfsallığına işaret eder.

Tarık Şengül’ün Kentsel Çelişki ve Siyaset kitabında kent üzerindeki iktidar mücadelesinin, toplumsal iktidar mücadelesinin de güçlü bir parçası olduğundan söz ettiğini hatırlatmak tartışmayı zenginleştirecektir:

“Modern kent çelişen çıkarların en önemli çatışma alanlarından biridir. Bu mücadeleler sadece kentsel mekanda değil, aynı zamanda kent mekanı üzerine de verilmektedir. Kent mekanı bu mücadelelere sahne ve konu olurken, bu çatışma ve mücadelelerde yer alan toplumsal güçler bilinçli ya da bilinçsiz bir biçimde, mekanı (yeniden) üretir ve dönüştürürler. Bu bağlamda, mekanda ve mekan üzerine verilen mücadeleler iktidar mücadelesinin de odağında yer alır. Mekanı denetleyebilmenin kendisi bir iktidar mücadelesini gerektirdiği gibi, her iktidar mücadelesinin de mekanı denetlemeye yönelik bir stratejisinin olması başarının ön koşuludur. Mekan toplumsal iktidar mücadelesinin taşıyıcısıdır. Bu nedenle de iktidar ilişkilerini korumayı ya da değiştirmeyi hedefleyen her toplumsal grup için, mekan üzerinde belli bir denetimin kurulması yaşamsal bir öneme sahiptir. (Lefebvre, 1979; Poulantzas, 1978)” 4

Mimar Meclisi kentsel mücadeleyi mimarlık meslek alanından yola çıkarak halkın eyleme biçimine eklemlemek, kimi zaman da bu eyleme halini ivmelendirmek hedefine sahip alternatif bir demokratik mesleki topluluk niteliğinde olup, çalışma biçimini de kapsayıcılığı en yüksek olan “meclis” olarak benimsemiştir. Meclis biçimi; demokratik bir eksen doğrultusunda, genel pratik alanıyla ilişkilenen (bizim örneğimizde mimarlık), her katılımcının eşit söz hakkına sahip olduğu, hiyerarşik bir karar mekanizması içermeyen demokratik bir zemine sahiptir. Mimarlıkla ilişkili, demokratik değerlere sahip herkesin fikirlerini buluşmalarda dile getirerek tartışma açabileceği, proje veya başka bir üretim biçimi önerebileceği, farklı fikirlerin tartışma ve ikna yollarıyla kabul edilerek hayata geçirildiği bir çalışma ortamından bahsediyoruz. Burada değişmez önem taşıyan koşul, önerilenlerin bahsedilen “halk için, halkla birlikte” sözüyle özetlenebilecek temel politik hedefe hizmet etmesidir. Bu hedef olmadığı takdirde Mimar Meclisi’nin kurguladığı projeler, açıklamalar, etkinlikler ne kadar derinlikli veya kusursuz olursa olsun, odağına halk yerleştirilmediği, halkı o eylemliliğin bir parçası haline getirmediği, halkın yapılan çalışmaları sahiplenmediği durumda yok olma/başarısız olma riski taşımaktadır. Dolayısıyla atılan her adım, halkın sahiplenmesi ölçüsünde mesafe almaya hizmet eder. Bu hedefin başarılması ülkenin-kentin-semtin içinde bulunduğu koşulların doğru tahlil edilmesi ve bu tahlil üzerine etkin strateji geliştirilmesiyle, kısacası politik bir bakış açısıyla mümkün olabilir.

Rio de Janeiro, favela; görsel: Y.Levy, Alamy Stock Photos
Santiago, callampa; görsel: 
www.rioonwatch.org
Caracas, barrio; görsel: i.pinimg.com
Lima, barriadas; görsel: T. Hilde
Buenos Aires, villa miseria; görsel: Ricordo Ceppi
Panamá, rancho; görsel: Alcides Rodriguez, Flickr, 2010
Cezayir, casbah; görsel: failedarchitecture.com
Fas, bidonville; görsel: AFP
Hindistan, bustee; görsel: Marilyn Smith, 2009
Küçük Armutlu; görsel: Mimar Meclisi Arşivi

Mimar Meclisi kent hakkı mücadelesinde ülkemizin içinde bulunduğu koşullara dair tahlilleri doğrultusunda, uzun yıllardır çarpık kentleşme olarak adlandırılan, esasında kentin kapitalist sistemde kaçınılmaz olduğu üzere meta olarak üretilmesi sürecinde arka plana atılan halkın barınma hakkı konusuna eğilmektedir. Halkın gücünün yetebileceği şekilde barınma ihtiyacını karşılamayan büyükşehirlerde, toplumun en kırılgan kesimi olan güvencesiz çalışan yoksul grubun barınma sorununu kendi kendine çözerek gecekondularda yaşamasıyla giderek uçurum haline gelen sınıf çelişkisine odaklanmaktadır. Gecekondular, bu derin sınıf çelişkisinin kentlerdeki görünen yüzü ve mekanı olarak kent hakkı mücadelesinde halkın kent mekanı üzerindeki sözünün en görünür parçalarından birini oluştururlar. Bu yüz yalnızca ülkemizde değil, dünyanın birçok yerinde isimleri farklılaşarak karşımıza çıkmaktadır. Rio de Janeiro’da “favela”, Santiago’da “callampa”, Caracas’da “barrio”, Lima’da “barriada”, Buenos Aires’te “villa miseria”, Panama’da “ranch”, Brezilya’da “mocambo”, Tunus’ta “gourbeville”, Cezayir’de “casbah”, Fas’ta “bidonville”, Hindistan’da “bustee”’dir.5 Adları ve biçimleri değişse de hepsi kentin meta olarak üretiminin sonucunda değişim değerinin fazla artmasıyla ters orantılı olarak azalan barınma hakkı talebini gösterirler. Elbette tüm bu örneklerin kendilerine özgü koşullarda oluştuğunu ve birbirinden farklılaşan birçok niteliğini kenara atmadan, özünde benzer bir noktaya temellendiğini söylemek gerekir.

Yazının odak noktasını kaydırmamak adına birkaç cümleyle, ülkemizin içinde bulunduğu özel koşullarla 1970’li yıllarda oluşan gecekondu sahiplerinin şu anda içinde yaşadıkları gerçeklikten bahsetmek iyi olacaktır. Kentin değişim değerinin artmasıyla birlikte kentsel dönüşüm politikalarının sermaye lehine düzenlenmesi, gecekondularda yaşayanların ya kentin çeperlerine sürülerek yerlerinden edildiği ya da çeşitli huzur bozma, kriminalize etme hatta terörize etme yöntemleriyle evlerini terk etmeye mecbur bırakıldığı durumlarda, acil ve hayati önem taşıyan bir kent hakkı mücadelesinin gecekondulardan yükselebildiğini görmekteyiz. Özellikle büyükşehirlerde, kentsel dönüşüm yasalarının rant sağlamak amacıyla kullanılmasına karşı verilen hukuk mücadelesi dışında, gecekondu mahallesi sakinlerinin yıkımlara karşı dozerlerin önünde bedenlerini siper ederek bilfiil direndikleri görüntüler akıllara gelecektir. Bunun yanı sıra hukuk mücadelesine ek olarak düzenli periyotlarla yürüyüşler ve oturma eylemleri düzenleyerek, imza toplayarak ve kentsel dönüşüm için gerekçe gösterilen nedenlerin geçerliliğini araştırıp insanları bu konuda bilgilendirerek kendi direniş hattını kurgulayan mahalleler vardır.

Mimar Meclisi olarak bu metinde bahsettiğimiz eksende, kent hakkı mücadelesinin en yaygın ve fakat en görünmez, en yoksul kesimi içine alan ve fakat en vahşi sonuçlara neden olan noktasına, gecekondulara ve kentsel dönüşümün rantsal kullanımının getirdiği sorunlara odaklanıyor ve olası çözümler için modeller geliştirmeye çalışıyoruz. Bunu yaparken mimar, tasarımcı veya plancı kimliğinden ve mesleki formasyonun getirdiği bir denetim kuran “bilen kişi” pozisyonundan değil, tüm mesleki bilgimizi ve görgümüzü halktan öğrendiklerimizle yoğurarak hareket ediyoruz. Edindiğimiz bu bileşkeyi kent hakkı mücadelesinde yararlı olacak biçimde araçsallaştırarak kendimizi değiştirme ve değişme erkinin bir parçası olarak var ediyoruz. Bundan sonrası için de yoksul ve kent hakkından mahrum bırakılan halkın iradesini mesleki yetkinliklerimiz ve bilgimizle birleştirerek sınıflararası toplumsal iktidar mücadelesine katkı sunmaya devam edeceğiz.

Köşelerinde bizlere yer ayırdıkları için XXI editörlerine ve dosya editörü Senem Zeybekoğlu Sadri’ye ayrıca metne katkılarından dolayı Tekirdağ T Tipi 1 Nolu Hapishanesi’ndeki Mimar Meclisi üyesi ve dostları olan Cem, Mert ve Dehman’a teşekkürlerimizi sunarız. Özgür günlerde tüm dostlarımızla bir arada kavramları tartışıp, pratiği hayata geçirme umuduyla…

Metin hakkındaki görüşlerinizi paylaşmak ya da taş duvarları aşıp meslektaşımız ve üyemiz Cem Dursun’a selam etmek için aşağıdaki adres üzerinden posta yoluyla iletişime geçebilirsiniz: Cem Dursun Tekirdağ T Tipi 1 Nolu Hapishanesi, Gündüzlü Mahallesi Muratlı Caddesi No: 348/10 Süleymanpaşa, Tekirdağ

NOTLAR:

1 V.İ. Lenin, Sanat ve Edebiyat Üzerine, çev. Şerif Hulusi (İstanbul: Payel Yayınları, 1968), 218
2 Ankara Mimarlar Odası ve Diyarbakır Mimarlar Odası’nın kent mücadelesinde sadece yasal sorumlulukları yerine getirmekle kalmayan aktiflikte yer aldığını anımsamak gerekir.
3 Raşit Gökçeli, Demokratik Kitle Örgütleri Üzerine ve Bir Örnek Olay: Mimarlar Odası (İstanbul: Kıyı Yayınları, 1987)
4 Tarık Şengül, Kentsel Çelişki ve Siyaset: Kapitalist Kentleşme Süreçlerinin Eleştirisi (İstanbul: İmge Yayınevi, 2009), 15
5 Ruşen Keleş, Kentleşme Politikası (Ankara: İmge Kitabevi,2002), 541

Etiketler:

İlgili İçerikler: