Yeniden Doğmuş Binalar

AYÇA VURAL-CUTTS

Yeni ve eskinin mimaride bir arada kullanılması, tarihi karakterin korunmasını sağlarken binanın işlevselliğini ve kullanımını artırarak yapıyı yeniden canlandırır. Eski binaların yeniden işlevlendirilmesi sürdürülebilir bir seçimdir; toprağı ve araziyi korur, enerji ve malzemeden tasarruf sağlar, kültürel ve tarihi mirasımızı devam ettirir.

Örneklerden ve geçmişten öğrenmek, yani tecrübe, mimarlar için en önemli bilgi tabanlarından biri. Eski bir bina, yeni bir binanın yanında çarpıcı bir görsel etkileşim yaratabilir ancak bir bina, eski ve yeni unsurları beraber içerdiğinde ortaya çıkan karşıtlık, çok daha ilginçtir. Eski bir binayı cam ya da çelik gibi günümüz teknolojilerini yansıtarak yeniden düşünme eylemi, mimari olarak ne kadar ilerlediğimizi gösterebilir. Bu eklemelerle ve özellikle de yeni bir işlev vererek binayı, mekanları ve hatta kentleri yeniden yaratırız.

Eski ile yeni arasında yaratıcı bir bağ kurmak ve yeniyi eski ile ilişkilendirmek tabi ki çağdaş mimarlığın da konusu. Bu bir araya gelişin mimarideki belki de en güzel örneklerini Norman Foster’ın projelerinde görürüz. Carré d’Art, British Museum, Hearst Tower ve Reichstag gibi önemli projelerinde mimar, binaları sürdürülebilir bir şekilde yeniden hayal etmiş. Mükemmel bir şekilde korunmuş Roma tapınağı Maison Carrée’ye bakan Carré d’Art, eski binayla bütünleşirken kendi dönemini mütevazı bir şekilde temsil eder; eski ile yeni, bir meydanda iki ayrı unsur olarak bir araya gelir ve birbirini destekler. İkinci Dünya Savaşı’nda ağır hasar gören ve Almanya’nın yeniden birleşmesinden sonra 1990’da Foster öncülüğünde yenilenen, Berlin’deki Reichstag Parlamento binası ise eski ile yeniyi tek bir bedende birleştirir.

Yenileme öncesinde Reichstag binası, Berlin, 1958; fotoğraf: Josef Heinrich Darchinger
Yenileme öncesinde Reichstag binası, Berlin, 1958; fotoğraf: Josef Heinrich Darchinger
Foster+Partners’ın yenileme projesi ardından binanın son hali, kubbeli Reichstag; fotoğraf: Reinhard Görner
British Museum avlusu, Londra; fotoğraf: Nigel Young, Foster+Partners
Reichstag’ta korunan duvar yazıları; fotoğraf: Nigel Young, Foster+Partners

Reichstag’ın dünya tarihinde çok önemli bir rolü var. Hitler, 1933 yılında, bu binada, Hollandalı bir komünist tarafından başlatıldığı iddia edilen yangını kullanarak iktidarı ele geçirmiş. Sovyetler, savaş sonrasında harabe haline gelmiş binayı, Berlin’i yeniden ele geçirmek için politik ve sosyal propaganda ortamı olarak kullanmış. Reichstag’ın inşaatı 1999’da biten ve binayı bir kez daha Alman parlamentosunun toplantı yeri, Birleşik Almanya’nın yeni modern meclis binası yapan yenilenme önerisiyle Foster+Partners, binanın bir zamanlar nasıl durduğuna dair gerçekçi bir yeniden yapılanma yerine, yeni bir kubbe tasarlayarak binayı dünyanın en şeffaf, sürdürülebilir ve hafif meclis binası olarak bir simge haline dönüştürdü. Projenin en önemli ve tartışmalı kısmı ise Foster’ın binada, savaşın izlerini ve savaş sonrasında Rusların yaptıkları propaganda grafitilerini koruması.

Bazen yeniden yapılanma binaya özgün ipuçlarını orijinal dokudan alır; Reichstag’da ise Norman Foster, tarihin katmanlarını ayırarak geçmişin çarpıcı izlerini ortaya çıkarıyor ve koruduğu taş duvarlardaki işaretler ile grafitiler Reichstag’a “yaşayan bir müze” olarak ayrı bir anlam katıyor. Reichstag’ın dönüşümü, federal meclisin demokratik bir forum olarak önemini, tarih anlayışını, kamuya açık erişilebilirlik ve güçlü bir çevre gündemiyle beraber sürdürebilirlik yaklaşımını vurgulaması açısından da çok önemli. Proje aynı zamanda kişisel kararların restorasyon ve koruma kavramlarındaki önemini de vurgulamakta.

Koruma, tarihi korumak ve bir kültürün kimliğini eksiksiz tanımlamak anlamındaysa, bu hikayenin tamamını tanımlamak olmalı. Toplumun sürekli değiştiğini kabul edersek, binaların bu değişiklikleri yansıtması kaçınılmaz. Bir binada yalnızca binanın bir döneminden ve işlevinden gelen öğelerin tutulması, onu, geçmişinin yalnızca bir bölümünün ya da seçilmiş bir geçmişin ifadesiyle sınırlar. Başka bir deyişle, bu koruma şekli sadece binanın belli bir dönemdeki statik durumunu, anlık bir görüntüsünü sergiler ve binanın tarihe tanıklığını reddeder. Korunan binalar, bir kültürün temsilidir ve korumanın amacı kültür mirasının yanında durmak ise, koruma yöntemleri eski yapının bütünlüğünden ödün vermeksizin, onun, günümüzün ve geleceğin ihtiyaçlarına cevap vermesini sağlamak olmalı.

Günümüzde, sürdürülebilirlik ilkelerindeki farkındalık sayesinde binaların yeniden kullanımı ve de işlevlendirilmesi daha da önem kazanmış durumda. Mevcut yapıların yaklaşık %70’inin bundan sonraki 50 yıl içinde var olacağını düşünürsek tarihi ve kullanılmayan binaları bugünkü ve gelecekteki ihtiyaçlar için yenileme ve güncellemenin önemini anlayabiliriz. Yeniden işlevlendirme; eski bir arsayı veya binayı, inşa edildiği ya da tasarlandığı işlevden farklı bir amaçla tekrar kullanma anlamına gelir. Araziyi korumada ve kentsel yayılmanın kontrol altına alınmasında anahtar bir faktördür ve kullanıcılarının güncel ihtiyaçlarını karşılarken yapıların tarihsel bütünlüğünü koruyabilmelerini sağlar. Kullanımını yitirmiş saraylar, hanlar, tren istasyonları ve özellikle endüstriyel binalar, büyük ve açık iç mekanlarından dolayı yeniden işlevlendirme için çok uygundur. Sürdürülebilirlik, arazi kullanılabilirliği veya tarihi değerleri koruma arzusundan dolayı, dünya çapında birçok projede yeniden işlevlendirme çözüm olarak uygulanmakta. Özellikle Londra’da birçok sanayi binası, mimarisi ve endüstriyel mirası açısından korunarak başarılı bir şekilde yeniden işlevlendirilmekte.

Londra’da Thames Nehri’nin sığ sahili, çamur düzlükleri ve mal taşımadaki avantajından dolayı 19. yüzyıl ve 20. yüzyıl başlarında demir dökümhaneleri, depo ve rıhtımlarla endüstriyel olarak gelişmişti. Yeni ulaşım sistemlerinin ve teknolojilerin gelişmesiyle bu binaların işlevlerini yitirmesi Tate Modern, Oxo Tower, Battersea Power Station gibi büyük yenileme projelerine imkan sağladı. Endüstriyel işlevini kaybetmiş olan Bankside binaları, günümüzde birçok konut ve ofisin yanında İngiltere’nin ünlü tasarımcılarının çalışma ve sergi mekanlarına, restoran ve kafelere, dünyanın en iyi modern sanatlar müzelerinden biri olan Tate Modern’e ev sahipliği yapmakta.

Yeniden işlevlendirme, yapıların kullanımı azaldıktan ya da yapılar terk edildikten sonra kaynakları ve tarihi değeri koruyarak eski binaya yeni bir hayat vermek için mükemmel bir yol. Ancak, yeniden kullanım kimi zaman tartışmalı olabilir; kişisel ve maddi tercihlerin temsili haline dönüşebilir. Mimarlar kişisel ifadelerine gereğinden fazla odaklanarak projenin temelinin, “mevcut yapıda bulunan öğelere saygı” olduğunu unutabilir. Bazen de ölüyü diriltmek olarak görülür bu ve yeni binanın işlevsel olmayacağı öne sürülür. Oysaki yeniden işlevlendirme iyi yapıldığında, koruma ve yıkma arasındaki uzlaşmadan daha fazlasıdır; eklenen yeni katmanlar yapıyı zenginleştirebilir.

Öte yandan bir binanın işlevsel sınıfının değiştirilmesi, yeni düzenleyici koşulları da beraberinde getirir; tasarımcıların, belli bir kabuk içinde tarihi, geometrik ve strüktürel verilerle kısıtlamalar içinde çalışmasını gerektirebilir. Günümüzde konuya az önem verilmesi, tarihsel çevre bilincinin olmaması, koruma eğitiminin yetersizliği ve de yasaların zorlayıcı etkisi ters tepkiler de yaratabiliyor.

Yeniden işlevlendirme, tarihi değeri koruma politikalarıyla da ilgilidir ancak planının olmayışı ya da bilinçsizce hazırlanmış olması, bilinçsizce uygulanıyor olması anlamına gelebilir. Yerel yönetimlerin isteksizliği ve ilgisizliği, uygulamak zorunda oldukları kararların bilgileri dışında kalması, yeniden işlevlendirme konusunda eğitim ve kaynak yetersizliği ise günümüzde birçok başarısız projeye neden olmakta.

Yeniden işlevlendirme, tasarımcılar için oldukça farklı zorluklar ortaya koysa da ekonomik, çevresel ve sosyal faydaları nedeniyle tercih edilmeli ve de belediyeler, koruma planları, mimari eğitim programları bu konuya verdikleri önemi artırmalı. Değişimin fiziksel mirasın bir parçası olarak ele alınması ve tarihi dokuyu geliştirecek şekilde, diğer kurum ve kuruluşlardan gelen tavsiyeler ve halkın görüşü dikkate alınarak yapılması gereklidir. Bir binayı değiştirmemek geçmişi korumaz. Özellikle eski ile yeni arasında ilginç bir diyalog yaratıldığında yeni kullanımların binaya eklenmesi binayı zenginleştirir ve özgün karakteri korurken binayı çağdaşlaştırır.

Etiketler:

İlgili İçerikler: