Yeşile İzin Vermek

DİRİM DİNÇER

Kent içi yoğun bir konut bölgesinde yeşil bir alana yerleşiyor Bahriye Üçok Anaokulu ve ekoloji kavramlarıyla çocukların yaşadıkları çevreyi algılama biçimlerini zenginleştirmeyi hedefliyor. Mimar Durmuş Dilekci ile çocuklar için mekan tasarlamayı ve anaokulunun tasarım sürecini konuştuk.

Dirim Dinçer: Çocuklar için tasarlanan eğitim yapılarında göz önünde bulundurulan malzeme seçimi, mekan kurgusu, hayal edilen hayat gibi tasarım ölçütleri diğer yapılarda da olsa, çok daha nitelikli mekanlar kullanırız diye düşünüyorum. Çocuk mekanı tasarlamanın ne gibi farklılıkları var, tasarım ölçütleri nasıl değişiyor diğer yapılara göre? Ve siz bu konuyu nasıl ele aldınız?

Durmuş Dilekci: Çocuklar dünyayı ilk başta görsel ve işitsel uyarıcılarla kavrıyor. Mimari, çocukluk dönemlerinden itibaren kolektif belleğe yerleştirdiği imgelerle doğrudan çocuk dünyasına etki eder. Bebeklikten itibaren, dokundukları sıralardan tutun oynadıkları oyuncağa kadar her şey, farkında olmadan çocukların zihinsel gelişimlerine etki eder. Dolayısıyla konunun anaokulu, kreş ölçeğinde olması, beni çok heyecanlandırdı.

Çocukların zaman ve mekan algısı bizlere göre çok farklı… Yaşamları, mekan ve zaman sınırlamalarının ötesinde bir zenginlikten besleniyor. Resim çizmek, koşmak, oynamak… doğaları gereği ne yapmak istiyorlarsa tek gerçek o onlar için. Bu bizler gibi programlanmış bir hayata çok uzak bir döngü.

Çocuğun tüm zihinsel, ruhsal gelişimini etkileyen bir araç olarak mimarinin, ölçekten ziyade ifadesinin ne olduğu ve çocukların algı dünyasına ne söylediği önemli. Dünyayı formlar üzerinden kavrıyor; malzeme ve ışık üzerinden anlamlar yüklüyoruz. Bu noktadan, anaokulu çağındaki bir çocuk bir yapının içinde nasıl rahat hisseder, kendini o yapıya nasıl ait hisseder noktasından başlamak; hem onun ölçeğine hem de yetişkin kullanımına uygun bir kurgu, dengeli bir tasarım yöntemi izlemek gerekiyordu.

Bu projeyi hazırladığımızda, 2013-2014 yıllarıydı. Projeye başlarken; çocuk dünyasına ilişkin “oyun” ve “imge” konuları üzerinde “origami oyunu ile elde edilmiş bir ev” metaforu üzerine bir senaryo geliştirdik. Çocuğun algı dünyasında ev bellidir, size ilk çizdiği şey çatı ve duvarlardır. Biz de çatı ile tariflenmiş bir mekan algısı oluşturmaya çalıştık. Çocuklar, projenin olduğu Kozyatağı bölgesinde, okula gelirken yürüdükleri, 15-20 katlı apartmanların gölgesinde, -binaların kendisini belki hiçbir şekilde göremedikleri- kaldırım taşlarının 25 cm olduğu, adım atamadıkları bir kentsel doku içinden gelip, tamamen kendi ölçeklerinde, topraktan aldığını çatısında kullanarak, aldığını vermeyi hedefleyen bir yapıyla buluşuyor. Ortasındaki oyun alanı, kapalı ve açık oyun alanları da tamamen çocukların algı dünyasına göre şekillendirildi. Mimari olarak da benzer şekilde; mekanın formu bir yandan da kuzey ışığını verimli almak için açılan yırtıkları içeriyor.

DD: Anlamını çok tükettik yerli yersiz kullanarak ama yapılaşarak kentte kaybettiğimiz doğayı yine yapılaşarak parça parça sokmaya çalışıyoruz, pek çok örneğini gördüğümüz gibi. Bahriye Üçok Anaokulu da bunun son örneklerinden çünkü “ekolojik” çocuk yuvası olarak tanıtılıyor. Nedir bu yapıyı ekolojik yapan?

DD: Sürdürülebilirliği, bugünün koşullarında mimarinin ayrılmaz bir parçası olarak görüyorum. Ayrı bir kavram olarak tariflemeyi sevmiyorum.

Bir model oluşturması amacıyla, belediyenin burada bir özel bir niyeti vardı; LEED Platin sertifikası alarak, teşvik edici örnek bir proje elde etmek istiyorlardı. Ekoloji kavramının belediye tarafından bu kadar öne çıkartma çabasını, eğitim sisteminin de sürdürülebilirlik prensipleriyle yapıldığını anlatma için olduğunu umuyorum.

Çocuk gelişiminde imgelerin öneminden bahsettim. Yapının üstüne konulan tabela veya sınıfın girişindeki sınıf isimleri bile bu açıdan önemlidir. Belli kaygılar üzerine inşa edilen böyle bir projenin üzerine yapıştırma bir tabela konulmaması gerekir. Geçici olduğunu umuyorum. Mimari nasıl şekillendiriyorsa çocukların zihinsel dünyasını, aynı zamanda yazılar, karakterler, grafikler, peyzaj vs. de öyle. Bu bir bütün. Tek bir etmenden bahsedemeyiz, onların hayatına giren her türlü araç bir uyaran ve o uyaranın ne olduğu önemli. Bir tek tipleştirmeden bahsetmiyorum ama koyduğun her bir şeyin, yazının dahi, özgünlüğünün olması, bir fikre dayanması lazım. O açıdan önemli bunlar ama elbette Türkiye’de bu kadarını bile bir belediyeye yaptırabilmiş olmaktan mutlu oluyoruz.

DD: Hangi teknolojiler kullanıldı yapıda? Mekanın devir daimine mi hizmet ediyor bu teknolojiler ya da çocuklar ne kadar parçası olacak bu ekolojik hikaye örüntüsünün?

DD: Ekoloji burada bir mimari kavramdan öte, bir eğitim yöntemi. Mimari ile başlayan, mimarinin tetiklediği, eğitim sisteminin de bunun üzerine inşa edildiği bir sistem…

İstanbul’da, kent içinde eğitim alanları yok artık; hele anaokulu kreş boyutunda, müstakil yapılar hiç yok. Bu proje o anlamda çok değerli. Burası, bir mahalle anaokulu ve aynı zamanda çevresindeki yoğun yapılaşmanın içinde görebileceğin en yeşil bahçe, açık alan. Dolayısıyla o bahçenin, ekim alanlarının varlığı, bahçe peyzajını oluşturan araçların tamamen sürdürülebilir ölçütlerle ele alınmış, sürdürülebilir malzemelerle yapılmış olması, o ekoloji kavramının içini gerçek anlamda dolduruyor.

Çocukların okul içinde hayatlarına giren her türlü mobilyayı tek tek çizdik ve ürettirdik. Çeşitli markaların sürdürülebilirlik sertifikaları bize yeterli gelmedi, insan eliyle dikili ormanlardan elde edilmiş kontraplaklardan yapılan mobilya kullandık. Bu yaş çocukların zeminde vakit geçirdiklerini bildiğimizden, seçtiğimiz malzemenin doku ve renk olarak niteliği çok önemliydi. Bir çocuk emeklerken, oyuncağıyla oynarken, dinlemek için otururken, bunları yaptığı zemindeki, yerdeki malzemenin ne olduğu bizim için esastı.

Yeşil yapı prensipleri üzerinden özellikle yeşil çatı uygulaması ile yağmur sularının arındırılması, yağmur sularının kullanımı ile kanalizasyon sisteminin yükünü azaltma, güneş enerjisinden yararlanma, doğal ışıktan verimli faydalanma, yeşil katmanların güneş ışınlarını yansıtmaması sayesinde sera etkisini oluşturan yansımaları azaltması, doğru ışık yönü ve izolasyon değerleri ile enerji tasarrufu sağlanması, yeşil çatı katmanları ile oksijen üretilmesi izolasyon sistemleri ile ısıtma-soğutma maliyetlerinin ve karbondioksit salınımının azaltılmasını amaçladık.

DD: Bahçede de ekim-dikim alanları var, peyzaja dahil olan. Çocukların böyle dahil olması mı öngörüldü?

DD: Evet, anaokulu projesi, 1.200 m2’lik bir kapalı alana sahip. Bahçesi ise 1.600 m2. Çeşitli meyveler ve diğer yenebilir bitkilerden oluşturulan bahçesinde permakültür çalışmaların uygulanacağı alanlar da oluşturuldu.

Bunun, belediye inisiyatifiyle yapılması önemli burada. Sadece anaokulunda değil, geniş bir alanda yapıyorlar bunu. Bizim sıcak duvar olarak inşa ettiğimiz bir iç bahçe alanı da var. Özellikle kışın, bodrum katın ısıtılmasında katkısı olacak bir mekan. Bu alan, bir yandan geçiş alanı, bir yandan da sera, orada da ekim-dikim alanı olarak tasarlandı.

DD: Anaokulunun planını nasıl çözümlediniz?

DD: Proje; çocuklara özgürlük alanları yaratarak; onlara tanımlı alanlar yaratmanın ötesinde güvenlik, ergonomi, yaş grupları arasındaki ilişkiler, mekan kullanımları vb. pek çok faktör dikkate alınarak şekillendi.

Projeye başladığımızda koordinatları belli dikdörtgen bir proje alanımız vardı, eni-boyu-yüksekliği belli olan, bunun içinde bitirmek durumundaydık. Burası, bir kamusal yeşil alan ve güvenlik çerçevesinde insanların giriş-çıkışlarına izin veriyorlardı. Kaç kişilik sınıflar olacağı, eğitimin nasıl yapılacağına dair bir rapor da verildi. Biz de o rapor üzerinden, mekan tasarımında onları yönlendirdik. Arsa limitleri dolayısıyla yatayda yayılamadığımız için bir bodrum kat yapmak zorunda kaldık.

Mimari tasarımı, pasif iklimsel girdiler doğrudan etkiledi. Ev olgusunu oluştururken ortaya çıkan tepedeki ışıklıklar, kuzey ışığını doğrudan içeri alıyor ve mekan içinde homojen ve kaliteli aydınlatma sağlayarak elektrik tüketimini azaltıyor. Sınıf içlerindeki çatı, form olarak akustik bir yüzey oluşturmakla birlikte seçtiğimiz kaplama panelleri ile de bu etkiyi kuvvetlendirdik. Sınıfların açıldığı ortadaki aktivite alanının çatısında, kırık plak geometrisi kullandık. Bu geometrinin, güneye bakan tarafında fotovoltaik paneller kullanıp elektrik enerjisi üretirken kuzeye bakan plak yüzeyinde, kuzey ışığını içeri alabileceğimiz ışıklık alanları yaptık.

Kış bahçesinin tasarımda yer almasının sebebi, hem sera alanı olarak kullanılabilmesi hem de kışın ısı enerjisini bodrum kat mekanlarında kullanmaktı. Yapının dışındaki prizmatik hareketler, güney yönünden gelen güneşi kesmek amacıyla oluşturulmuş tasarıma önemli katkı sağlayan metabolik bir forma sahip. Bir şekilde güneşe doğru sırt dönerek filtreliyor ışığı. Farklı mevsimlere göre güneş kırıcıların açıları değiştirilebiliyor ve öğretmenler tarafından rahatlıkla yönlendirilebiliyor. Işığın daha az olduğu kış dönemlerinde daha geçirgen hale getirilebilir, güneşin etkin geldiği yaz zamanlarında kapatılarak kullanılabilir. Mimarideki her bir biçimin arkasında, belli bir karar ve süreklilik var.

Bodrum katta yemek alanı, laboratuar, atölye, dans-müzik odası, uyku odası ve depo alanları var. Kış bahçesi ile laboratuar ilişkisini önemsedik, mekan hem bu ilişkiyi kuruyor hem de aydınlık ve hava alıyor. Aynı zamanda bu kattan doğrudan kaçış alanları oluşturuldu.

DD: Az önce böyle bir konumda, kentin içinde, yer almasından bahsettiniz anaokulunun; ana caddenin kenarında, yoğun bir konut bölgesinde yer alıyor. Toprak üzerinden para kazandıracak bir arazi. Ama tüm parsel, yeşil alanı ile birlikte küçük yaş grubuna mensup kullanıcılara ayrılmış. Bu mekan politikası ile ilgili ne düşünüyorsunuz?

DD: Eğitim alanı olarak belirlenmiş bir alanın, kendi amacına yönelik kullanılması esasında normal karşılanması gereken bir durum. Ama normalle anormal yer değiştirdiği için biz buna bile şaşırır hale geldik. Belediyenin bu projeyi ayağa kaldırmadaki çabasını ise takdir etmek gerektiğini düşünüyorum.

İstanbul gibi kentlerde okul alanları rant alanlarına dönüşürken bu küçük anaokulu kendine kentin en önemli yerinde hayat buldu. Çocukların kendi hayal dünyalarını inşa etmeye imkan tanıyacağı bir mekan olarak algılanması benim için çok önemli. Mimari tasarım bu anlamda, bu hayal gücünü tetikleyecek bir arka plana ait okumaları içermelidir.

DD: Bir mimar olarak gönüllü çalışmak nasıl bir his kamu projelerinde?

DD: Benim için mimarinin kutsal taraflarında birisi. Ticari kaygıların kenara bırakıldığı, doğrudan kullanıcıya hitap eden, biraz da nitelikli yapı üretiminin kısıtlı olduğu bu tip kamusal projelere destek verebiliyor olmayı değerli buluyorum. Küçük bir çocuğun hayatına dokunuyor olmak değerli. Onların hayatına dokunuyor olmak insana öyle bir manevi tatmin veriyor ki onun ötesinin, ne olduğunun önemi yok.

Benzer yaklaşımlarla ele aldığım bir diğer projem de Seferihisar’da. Yaşlılık döneminin terk edilmişliğini, üretken, paylaşımcı ve sosyal bir sürece dönüştürme üzerine geliştirdiğimiz yeni bir yaşam modeli öneren, gerçek anlamda sürdürülebilir bir proje…

DD: Peki, kamu yararına proje üretimi mekanizmaları nasıl işliyor/işlemiyor? Mimarların bu sürece pek de dahil olmamasının sebebi ne sizce?

DD: Orada şöyle tehlikeli bir şey var: bir projeyi yapma aşamasında rekabet koşullarının olgunlaşması gerekiyor ve gönüllülük onu ortadan kaldırıyor. Anaokulu ölçeği, rekabetin oluştuğu bir ölçek değil. Ancak, kamu yararı projelerinde benim kapım her zaman açık. Beni mutlu ediyor ve çıkan sonuç da, oradaki çocukların dünyasına dokunuyorsa, benim için başarıdır. Bunun ötesinde kimin ne düşündüğünün çok önemi yok. Ama benim kapım, kamu yararı olduğu, kavramlar ve proje metalaşmadığı sürece, herkese açık.

Etiketler:

İlgili İçerikler: